Kur’an insanların çoğunun ancak şirk koşarak iman ettiklerini söylüyor(Yusuf/106). Bu son derece ürkütücü ve hayati öneme sahip uyarı karşısında elbette biz mü’minlerin en büyük hedefi şirkten uzak bir şekilde muvahhid olarak Rabbimizin huzuruna varmak olmalıdır. Bu sebeple tevhid kavramının ne olup olmadığına iyi dikkat etmek zorundayız.
Bu hassasiyetten dolayıdır ki bizler yıllardır haklı olarak her vesileyle tevhide vurgu yapmaktayız. Ancak tevhidi anlama konusunda bir özeleştiriye muhtaç olduğumuzu düşünüyorum.
Bilindiği gibi tevhid, Allah ile irtibatımızın adıdır. Allah, hayatın her alanını kuşatan mekandan münezzeh bir varlık olduğuna göre, hayatımızın her anında ve mekanında dikkate almamız gereken en yüce değer olmalıdır. Bu anlamda tevhid kavramı hem kainattaki tüm varlıkların ontolojik olarak Allah’a bağlı bir şekilde yaşamlarını sürdürmelerini, hem de iradeli varlıklar olarak biz insanların yaşamımızın her alanında tek belirleyici olarak Allah’ı görmemizi ifade eden bir kavramdır.
Fakat ne yazık ki biz tevhidin salt siyasal bir kavram olduğunu düşündük, ya da sadece o boyutuyla ilgilendik. İslamı iktidar olmadıkça görünmeyen ve yaşanamayan bir din zannettik. Hatta bir çok olumsuzluğumuzu iktidarda olmayışımıza bağlayarak, “iktidarda olsak bunlar olmazdı” demeye getirdik. Bunun doğal sonucu olarak ahlakı yitirdik. Sonunda ahlaksız bir tevhid! ürettik. Bugün tevhide vurgu yapan birçok ahlaksız kimse bu kulvarda türedi.
Tevhid ahlaktan yoksun bir şey midir? Tevhid temizlikten yoksun bir şey midir? Tevhid kendisi gibi olmayanları ötekileştiren ve dışlayan bir şey midir? Tevhid dürüstlükten, ahde vefadan, affedici olmaktan, kibar olmaktan uzak bir şey midir?
Yine tevhid adil olmayı, infak etmeyi, israf etmemeyi, başkalarının haklarına en az kendi haklarımız kadar saygılı olmayı, sigara içmemeyi, yerlere çöp atmamayı… gerekli görmüyor mu? Tevhid sadece felsefi cümlelerle ifade edilen ve davranışlarda görünmeyen bir şey mi? Allah aşkına bunlar üzerinde biraz düşünelim!
Resulullah(sav)ın hayatına baktığımızda o imanı birçok bölümlerden oluşan bir şeye benzeterek, en büyüğünün kelime-i Tevhidi söylemek olduğunu, en küçüğünün ise yoldaki bir cismi kaldırıp kenara atmak olduğunu ve hayanın da imandan bir bölüm olduğunu söylüyor. Tevhid dediğimiz şey bir iman meselesi olduğuna göre ve Allah’ın Resulü de yoldaki cismi kenara atmayı imanın bir parçası olarak saydığına göre, bize ne oluyor da ahlakı tevhitten ayrı düşünüyoruz?
Mesela, yağışlı bir günde arabanızla giderken bilmeden bir su birikintisine hızla dalıyorsunuz ve kaldırımdan gitmekte olan adamın üstünü başını berbat ederek geçiyorsunuz. Farkına varır varmaz hemen geri gelerek adamın yanında iniyorsunuz. Büyük bir mahcubiyetle özür dileyerek-tabi bu arada adam öfkeyle kötü bir söz söylerse duymazlıktan gelmek zorundasınız- adamı arabanıza alıyorsunuz ve evine götürüyorsunuz. Adam elbiselerini değiştiriyor ve siz adamla kirlenmiş elbiselerini tekrar arabaya alıyorsunuz. Elbiseleri kuru temizlemeye, adamı da gideceği yere bırakıyorsunuz. Bir kaç gün sonra da temizlenmiş elbiseler götürüp adama teslim ediyorsunuz ve tekrar özür dileyerek ayrılıyorsunuz.
Bu davranışınız adamı bitirir, gönlünü fetheder. Artık ne anlatırsanız adam almaya hazırdır. İşte tevhid ehli bir müslüman böyle olsa çok mu lüks davranmış olur? Vallahi hayır! Olması gerekeni yapmış olur. Tevhidin içinde böyle şeyler de olsa gerek. Ben şahsen küçük olsun büyük olsun buna benzer davranışları tevhitten asla ayrı görmüyorum. Tevhid ehli bir mü’min olarak böyle davranmak için iktidar olmaya veya iktidarı beklemeye gerek yok. Hatta bizler böyle yaşarsak Allah bize iktidarı lütfeder.
Biz müslümanlar geçmişte ahlaki davranışlarımızla var olduk ve başkalarını etkileyerek müslüman olmalarına vesile olduk. Bu gün de böyle olacaktır. Bu Allah’ın yasalarındandır. Allah’ın yasalarında değişme yoktur. İnsan fıtratı budur, sözden ziyade davranışlardan etkileniyor.
Ne yazık ki biz islamı bir ideoloji haline getirdik. Sanki islamı bir parti programı gibi ancak iktidara gelindiğinde uygulama şansı olan bir tüzük olarak algıladık.
Bilindiği gibi her siyasal partinin programı vardır ve iktidara gelmedikçe uygulanma şansı yoktur. İslam böyle değildir. O her an sürdürülebilir olan hayatın adıdır. İslam bir yaşam tarzıdır. Müslümanlar iktidar olsunlar veya olmasınlar, her an yaşam devam ediyor. Dolayısıyla her türlü şartlarda mü’min-muvahhid olmanın tezahürleri pekala sergilenebilir.
Bunları söylerken yanlış anlaşılmasın. Geçmişte bazı islamcıların! söylediği gibi “islamın devlet talebi yoktur” iddiasında bulunmuyorum.
Elbette islamın devlet talebi vardır. Çünkü islam müslümanlar üzerinde müslüman olmayanların velayetini(yönetimini) kabul etmez. Ayrıca islam Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenleri zalimler, fasıklar ve kafirler olarak niteler.
Bundan dolayı biz islamın devlet talebinden asla vazgeçmeyeceğiz ve bunu ölünceye kadar talep edeceğiz. Ama bu böyledir diye biz müslümanca yaşamayı iktidar olmaya erteleyemeyiz.
Hem islamda devlet olmadan uygulanmayan çok az hükümler vardır. Mesela, had cezaları dediğimiz (kısas gibi) hükümleri ancak devlet uygular fertler uygulayamaz. Ama bunun yanı sıra devlet olmasa da yaşanabilecek o kadar çok hükümler vardır ki… Bunları bir müslüman hayatının her alanında isterse yaşayabilir. Aile hayatında, iş hayatında, ticaretinde, insan ilişkilerinde… İşte bunlar bir müslümanın ahlakını oluşturuyor.
“Şüphesiz sen yüce bir ahlaka sahipsin”(Kalem/4)
Öyleyse bizler insanları tevhide çağırırken ahlakımızla çağıralım. Çünkü ahlaksız bir tevhid insanları etkilemediği gibi, tevhidi kirletmekten başka bir işe yaramaz.
Hasan Eker