وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ

48- Artık şu günden korkun ki; O gün, Hiç kimse bir başkası adına zerre kadar bir şey yapamaz ve hiç kimseden şefaat kabul edilmez ve hiç kimseye karşılık fidye de alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez. (Bakara:48)



.





AL-İ İMRAN 10-15. AYETLER

AL-İ İMRAN:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلَا أَوْلَادُهُمْ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَأُولَئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ (10) كَدَأْبِ آَلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَّبُوا بِآَيَاتِنَا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَاللَّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ (11) قُلْ لِلَّذِينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ (12) قَدْ كَانَ لَكُمْ آَيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَأُخْرَى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ وَاللَّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَنْ يَشَاءُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِأُولِي الْأَبْصَارِ (13) زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَآَبِ (14) قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ (15

10- Hiç şüphesiz, hakikati hiçe sayanların ne malları ne evlatları Allahtan (gelecek) her hangi bir şeye karşı onları asla müstağni kılamaz. İşte onlar, (evet) onlar, ateşin yakıtıdırlar.

11- Tıpkı Firavunun takipçilerinin ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi. Onlar bizim mesajlarımızı yalanladılar da Allah da kendilerini işledikleri bu günahlar sebebi ile yakalayıverdi. Allah, azabı çok şiddetli olandır.

12- O küfredenlere de ki: Siz pek yakında mağlup olacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, o (cehennem) ise ne kötü bir döşektir.

13- Muhakkak ki sizin için karşı karşıya gelen şu iki toplulukta ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda savaşıyorken, diğer topluluk da kâfir idi. onları, (Allah yolunda savaşanları) gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Elbette (bunda) basiret gözleri olanlar için bir ibret vardır.

14- Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara, ekinlere olan şehvet tutkusu insanlar için süslü kılınmıştır. Bunlar, dünya hayatının (geçici) birer metaıdır. (Asıl hedef ise) Allah katında varılacak olan en güzel yerdir.

15- De ki: Size bunlardan (dünyalık zevklerden) daha hayırlı olanı haber vereyim mi? sakınanlar için Rableri katında sürekli kalacakları, altından ırmaklar akan Cennetler, el değmemiş eşler ve Allah'ın rızası vardır. Hiç kuşkusuz Allah kullarını eşsiz benzersiz görendir.

          Hiç şüpheniz olmasın Allahın müteşabihlerinden kayıp gidenler küfre sapmışlardır. O ehli kitaplar ki; ayetin müteşabihlerine yapışarak Allahın esma ve sıfatında İsa aleyhisalam hakkında aşırılığa kaçmış olan o topluluk hiç şüphesiz ki küfresapmışlardır. Küfre sapmış o kimselerin ne malları ne evlatları Allah'tan gelecek olan o azaptan kendilerini kurtaracak değillerdir. Onlar hiç şüphesiz ateşin yakıtı olacaklardır.

             Onlar her ne kadar kitap ehli olsalar da, hakikati hiçe sayan tüm insanlarda bu ayetin muhatabıdır. Ayetlerde küfre sapmanın, Allah’ın esma ve sıfatlarında ilhada düşmenin ve tevhid gerçeğinde yamuk bir çizgiyi takip etmenin temelindeki iki ana unsura değinilmiştir. temel . Biri mal diğeri de evlattır. O kitap ehli olanlar peygambere geldikleri zaman perde arkasın da elde edecekleri malları ve kendileriyle huzur bulacakları evlatlarının düşüncesi ve sevdası ile hakikati hiçe saydılar. Bu ilahi risaleti hiçe saymalarının nedeni malları ve evlatlarına karşı olan aşırı tutku ve iştahtır. İlgili surenin onbeşinci ayeti zaten bu konuya atıf yapmaktadır. Ve bu konuda Allah kurandaki diğer ayetleriyle de bizi uyarmaktadır.

Mal ve evlada duyulan muhabbet o kadar güçlüdür ki, Allahın azabından kurtulacaklarını zannetmelerine sebep olmaktadır. Oysa Onların mal ve evlatları, asla Allah'tan gelecek olan azaptan onları koruyamayacak ve bu azabın inmesine de engel olamayacaktır. Zaten olamazda.

 Ayetteki "emval" kelimesi evlattan önce gelmiş ve zikredilmiştir. Küfre düşme noktasında ilk kayma mal ile daha sonra evlat ile olur. Kişi ahiretini önce malının kendisine vermiş olduğu güven ile, daha sonra evlatlarına duyduğu muhabbetin sarhoşluğu içinde heder eder. Tercih babında mal ve evlatları ahiretinden önce gelir. Mal ve evlatlar ona ahiretten daha kıymetlidir. Malları ve evlatları arasında ki tercihlerinde ise, malları evlatlarından önce gelir. Enfal suresinin 28. ayetinde; "sizin mallarınız ve evlatlarınız bir imtihan (Fitne) vesilesidir. Büyük mükâfat Allahın katındadır."

  Fitne; bir madeni eriterek cevher ile cürufun birbirinden ayırmaya denir. Allah bizim cüruf ve cevherimizi mal ve evlat ile ayıracaktır. İnsan ibadetine devam edebilir. Ancak malınızı ve evlatlarınızı Allah yolunda vakfedin denildiği zaman, insanın cevher ve cürufu ortaya çıkacaktır. İnsanın Allah'a olan sevgi ve muhabettindeki samimiyetini malları ve evlatları üzerinden imtihan etmektedir. Enfal suresinin inişine bir sebepte, Allah yolunda savaşmadaki gevşekliklerine mal ve evlatlarına olan düşkünlüklerinin sebep olduğunu göstermektedir. Bu düşkünlükten dolayı Allah yolunda savaşmayı redediyorlar. Falbu ki Allah; mutlak güç sahibidir, bu durum ancak bir imtihan vesilesidir.

 Mal ve evlatlarınıza karşılık Ahiret konusunda tercih yapmak zorunda kalırsanız ahreti tercih edin. Çünkü Allah katındaki mükâfat daha büyüktür. Mal ve evlatlar geçici dünya nimetlerdir. Sizin ne malınız ne de evlatlarınız Allah'ı gündeminizde tutmanıza engel olmasınlar, Allah'ı anmanıza engel olmasınlar. Her hal ve koşulda birinci gündemimiz Allah ve ahiret olmalıdır. Aksi her durum bizim için büyük bir tehlikedir ve helaktir. Gündemin en önemli meselesini meşgul edecek olan mal ve evlat sevgisi üzerine kurulu bir yaşam, aslında kazanç değil kayıptır. Çünkü bu davranışımız Allah'ın bize verdiği ömür sermayesini boşa harcamaktan başka bir şey değildir. Bu sebeple her an uyanık olmamız gerekmektedir.

  Sebe suresinin 37. ayetinde; "Bizim nezdimizde sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip Salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat, kat mükâfat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güveniçindedirler."

  Sizin mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'a yaklaştıracak şeyler değildir. Allaha yakın olmayı istiyorsanız Allah'a güvenin ve Salih ameller işleyin. İşte bunların dünyada işledikleri Salih amellerinin karşılığı, ahrette kat kat verilecektir. Onlar güven cennetlerinde olacaklardır. Mallarımız, evlatlarımız, makam ve bunun gibi geçici dünya nimetleri bizi Allah katında, Allahın rızasına ulaştırmaya yetmez. Zira bunlar dünya hayatının geçimliliği, eğlence ve zevkinden başka bir şey değildir. Bunlar amaca ulaşmak için kullanılacak araçlardır. Zira araçları amaç edinirsek doğru yoldan sapmış oluruz ve her iki âlemde de zarar edenlerden oluruz. Bu sebeple Allahın hakkını Allaha, Eşyanın hakkını Eşyaya vermek gerekir. Bu eksende Mal ve evlat Allah'ın rızasına ulaşmamızı engelleyen bir araç değil bilakis Allah'a ulaştıran bir araç olmalıdır. Hakikati hiçe sayanların güvendikleri mal ve evlatları Allahtan gelecek olan azabı onlardan asla savamaz.

11- Tıpkı Firavunun takipçilerinin ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi. Onlar bizim mesajlarımızı yalanladılar da Allah da kendilerini işledikleri bu günahlar sebebi ile yakalayıverdi. Allah, azabı çok şiddetli olandır.

 Hatta insanlardan Öyleleri var ki; Allah'ın kendilerine verdiği servete, siyasi ve teknolojik güce güvenerek İlahlık taslarlar. Bunun en açık örneği firavundur. Zira firavun; tab'a'sına ben sizin rabbiniz değimliyim demişti. Günümüzde kendilerine bir imtihan vesilesi olarak verilen güçleri kullanarak diğer insanlar üzerinde üstünlük ve hâkimiyet kurarak ilahlık sıfatına soyunan ve firavunlaşan bazı insan tiplemeli mahluklar, Allahtan gelecek olan hiçbir bela ve azabı asla savamaz. Bunlar kendilerine bir imtihan vesilesi olarak verilen nimetleri ancak cehennemdeki ateşlerini tutuşturmak üzere bir çıra olarak götürecekler.

  Fakat insanlardan öyleleri de var ki; Allahın kendilerine verdiği bu nimetlerin bir imtihan vesilesi, lütuf ve emanet olduğunu birlir. Allah'ın rızasını kazanmak için de bu nimetleri bir araç olarak kullanır. Verilen nimetleri verenin uğrunda harcayarak cennetteki tuba ağaçlarının tohumunu dünyda ekmişlerdir. Hiç şüphesiz ektikleri bu tuba ağacının meyvesinide cennete tadacaklardır. Bundan dolayo mal ve evlat ya dünyaya ekilen bir tuba ağacının tohumu ya da dünyaye ekilmiş bir zakkum ağaıcının tohumudur. Tuba eken tuba biçer, zakkum eken zakkum biçer. 

 Kısacası cennette ve cehennem giden yollar bu dünyadan geçer. Hangi yoldan gideceğimiz bizim tercihimize bırakılmıştır. Bu dünyada firavunun takipçileri gibi yaşamamamız lazım. Allah'ın ayetlerini firavuni bir mantıkla değil bilakis sihirbazların iman ettiği gibi pazarlıksız bir iman ile iman etmeli öyle bir iman ki sözde değil gönülden olmalı. Öyle bir iman ki Hayatımızın her kademesinde heranında değişmeyecek düsturumuz ve kıblemiz olmalıdır.

 Kuranın bir çok ayetinde Allah onları günahlarından dolayı helak ve azap etti. Denilmektedir. Anlıyoruz ki insanın helakine sebep günahlarıdır.  İnsan günah işlediği zaman, günahına karşılık Allahtan her an gelebilecek bir azaptan dolayı  tirtir titremelidir. Zira firavun ve takipçileri günah işlediklerinden dolayı helak oldular. Ve onlardan öncekiler de günah işlediklerinden dolayı helak oldular. Onlar günahtan uzaklaşmayı emreden Allahın ayetlerini yalanladıkları için, Allah onları günahları ve şirklerinden dolayı yakalıyı verdi. Şüphesiz ki Allah son düğümü atandır. Haram yemek, günaha bakmak, faiz yemek, gıybet vb. günahlar için zannetmeyin ki Allah affetti, Allah sadece mühlet verdi. Zira son düğümü atan Allah tır. Zira yine Akıbetin en şiddetlisini, en güçlü bağını atacak olan da Allah tır. Sonuç ve netice Allahın elindedir.

12- O küfredenlere de ki: Siz pek yakında mağlup olacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, o (cehennem) ise ne kötü bir döşektir.

 Yine Ayeti Kerimede denildiği gibi; Kul deki o hakikati hiçe sayanlar asla galip olamazsınız. Hem bu dünyada hem de öbür dünyada mağlup olacaksınız ve Allah sizleri cehennemde bir araya getirecek. O ne kötü bir döşektir. Cehenneme dayanabilecekmiş gibi nasıl oluyor da günah işliyorsunuz. Nasıl buna rağmen Allah yokmuş gibi yaşıyorsunuz. Allah'ın ayetlerinden uzak bir hayat sürdürürsünüz.

13- Muhakkak ki sizin için karşı karşıya gelen şu iki toplulukta ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda savaşıyorken, diğer topluluk da kâfir idi. onları, (Allah yolunda savaşanları) gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Elbette (bunda) basiret gözleri olanlar için bir ibret vardır.

 Sizin için hiç şüphesiz ki, karşılaşan şu iki toplulukta elbette ayetler ve mesajlar vardır. Bir topluluk ki Allahın rızası ve şahadet için Allah yolunda mücadele ediyor ve bu uğurda bedeller ödemiş, hapis düşmüş, canını vermiş nice Allah aşığı Allah dostu insanlar var. Allah kendi yolunda savaşmayanların mücadelesini şahadet olarak kabul etmez. Diğer topluluk ise kâfirdir. Çünkü sadece mallarını, evlatlarını, mevki ve makamlarını korumak adına mücadele ederler. Böyle kimseler de Allah'ın rızasını kazanma derdi ve şahadet aşkı yoktur.  

 Allah yolunda savaşanlar; Allah'ın mutlak emrine itaat ve zülmü bertaraf etmek için sadece Allah yolunda savaşırlar.  Kâfir olan topluluk ise Allah'ın varlığını unutmuş. Allahın hayatlarına müdahilliğini reddeden, kendi fikir âlemlerinde Allahın sadece yeri ve gökleri yarattıktan sonra hayattan ve yaratılıştan çekildiğini zanneden bir anlayışla yaşıyorlar.

  Bu iki topluluk karşılaştıkları zaman kâfir olan topluluk, Allah yolunda savaşan topluluğu kendi gözlerinde iki katgörürler. Hiç şüphesiz ki Allah dilediğini kendi yardımı ile kuvvetlendirir vedestekler. Hiç şüphesiz ki bunda basiret sahibi kimseler için ibretler vardır. Bu ayetlerde Allah yolunda her şeyini feda edip son deminde canını Allah'ın rızası için ortaya koyanlar, kâfirler topluluğunun bu durumunu görüp ibret alırlar.

  Zira ibret bir halden diğerine geçmektir. Bu ayette madde âlemindeki beyan iki topluluğun karşılaşmasıdır. Fakat bir de  olayın manevi âlemdeki beyanı vardır. Manevi alemdeki beyan ise;  hissiyat, yani ibret almak. Olayın manevi boyutuna vakıf olmaktır. Yani Allah'ın yardım konusundaki inancın benliklerimize nakşedilmesidir. Bu hal sadece basiretli insanlarda gerçekleşecek bir haldir. Aksi durumda basiretten söz edilemez. Başka bir anlamda basiret kalp gözününaçıklığıdır. Akli delillerden ziyade hissiyat ile inancın kuvvetlenmesidir. Zira gerçeği idrak için lafzın ötesindeki mana âlemini kalp gözüyle görmek gerekir.Bu geçişi ancak Allahın izni ve keremi ile basiret sahibi kişilere lütufedilmiş bir nimettir. Kul Allah yolunda çabalıyor, emek sarf ediyorsa Allahın yardımı onunladır. İbareden manaya geçiş yapamayan insan ibret alamaz. İbret alamayan insan tabir edemez, Yorumlayamaz. izahata kavuşturamaz. Tabir edemeyene de itibar edilmez. İtibar edilmeyende muteber denmez.

 Şöyle ki hepsi birbirine bağlı kavramladır.  Allah El-Hâkimdir. Bu sebeple Allah yaptıklarının mahkûmu değildir. İnsan lafızlara mikro olarak bakar lakin birde makro bakış vardır. Hakikate Makro olarak bakamazsak lafzın bütünselliğini göremeyiz. Göremeyince tabir edemeyiz, tabir edemeyince de ibret alamayız. İbret alamayan itibarlı olmaz, İtibar edilmeyen birinsan da muteber olmaz. Lafızdan manaya geçmek esastır. Görünen lafızdan görünmeyen ilme ulaşmak Allah'ın yardımı ile olur. Allah kendi yolunda savaşan müminlere yardımını vaat etmiştir.

14- Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara, ekinlere olan şehvet tutkusu insanlar için süslü kılınmıştır. Bunlar, dünya hayatının (geçici) birer metaıdır. (Asıl hedef ise) Allah katında varılacak olan en güzel yerdir.

15- De ki: Size bunlardan (dünyalık zevklerden) daha hayırlı olanı haber vereyim mi? sakınanlar için Rableri katında sürekli kalacakları, altından ırmaklar akan Cennetler, el değmemiş eşler ve Allah'ın rızası vardır. Hiç kuşkusuz Allah kullarını eşsiz benzersiz görendir.

  Hiç şüphesiz ki insanlara şehvet tutkusu süslendirildi zira bunlar dünya hayatının geçimliliğinden başka bir şey değildir. Hiç şüphesiz varılacak en güzel yer Rahmanın huzurudur. Şehvet kelimesinin diğer anlamı iştahtır. İnsanı Küfür topluluğuna nefer yapan Şehvet diğer adıyla iştahtır. Şehvet fıtratta olan ve fazlası küfre götüren arzudur. Bu sebeple Mutlak manada şehvete karşı bir uyarı vardır. Şehvet fıtri bir ihtiyaçtır. Fakat fazlası insanı zehirler.

 
Eklenme Tarihi : 26.01.2014 17:21:58
Okunma Sayısı : 7834