Önce şu ayetleri dikkatle okuyalım:
“Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları hakta ittifak eden bir tek ümmet yapardı. (Fakat O bunu murad etmediği içindir ki)Rabbinin rahmet ettiklerinin dışında kalanlar ihtilaf etmeye devam edeceklerdir. Esasen O, insanları bunun için yaratmıştır. Böylece, Rabbinin “Ben cehennemi, bütün cin ve insanlardan müstehak olanlarla dolduracağım. ” sözü yerini bulacaktır”(Hud/118,119)
“İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu.”(Rad/31)
“De ki: Gerçekleri içeren bu Kur’ân, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun.”(Kehf/29)
Şimdi de yukarıdaki ayetlerin ışığında söylediklerimi dikkatlice okumaya çalışın:
Bu ayetlere göre Rabbimiz isteseydi tüm insanları kendisine kulluk eden kimseler haline getirirdi. Hiç kimse kendi kafasına göre ayrı bir yol tutarak ihtilaf çıkaramazdı. Allah yeryüzünde insanların kaos çıkarmasına müsaade etmezdi.
Ama Allah böyle olmasını istemedi. Bunun içindir ki, insanların her birine irade verdi. Yani her bir insana belli bir alanda istediğini yapabilme özgürlüğünü verdi. Allah tarafından verilen bu sınırlı özgürlük sayesindedir ki, insanlar birbirlerinden farklı davranabiliyorlar. Hatta Allah’ın isteğinin aksine hareket edebiliyorlar. İşte insanların ihtilaf etmesinin sebebi budur.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, Allah insanlara rahmet etmek istiyor.
“De ki: “Kime aittir göklerde ve yerde olan her şey?” De ki: “Rahmeti ve şefkati kendisine ilke edinen Allah’a”(Enam/12)
Bu yüzden rahmetinin eseri olarak onlara peygamberler ve kitaplar göndermiş ve onlara doğrunun ve yanlışın ne olduğunu açıkça göstermiştir. Ayrıca onları doğruyu ve yanlışı görüp anlayacak kabiliyetlerle donatmıştır. Hangi yoldan giderse sonuçta neyle karşılaşacağını da örneklerle anlatmış, üstelik özgür bırakmakla birlikte doğruyu emretmiş, yanlışı da yasaklamıştır. Bu tablo kesinlikle Allah’ın insanlara rahmet etmek istediğinin delilidir.
Hemen şunu da belirtelim ki, Hud/118,119. ayetlerdeki “Rabbinin rahmet ettiklerinin dışındakiler ihtilaf etmeye devam edeceklerdir” ifadesinde rahmet ve ihtilaf kelimeleri birbirinin zıddı olarak kullanılmıştır. Bundan dolayı müslümanların ağzında dolaşan ve peygamberimize isnad edilen “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” rivayeti bu ayetlerle taban tabana zıttır. Çünkü ayette birbirinin zıddı olarak kullanılan rahmet ve ihtilaf kelimeleri rivayet edilen cümlede birbiriyle örtüşen iki kelime olarak kullanılmıştır. Ayete göre rahmet edilenler ihtilaf etmezlerken, rivayete göre müslümanların ihtilafı rahmet olarak sunuluyor. Peygamber Kur’ana ters bir şey söylemeyeceğine göre bu rivayetin hiç bir değeri yoktur.
Demek ki, bu anlattıklarımızdan çıkan sonuç şudur: İhtilaflar doğaldır. Yani insanların ihtilaf edip çeşitli inanç ve düşüncelerde olması tabii bir durumdur, diğer bir ifade ile Allah’ın muradıdır. Allah hayatı böyle bir zeminde yaratmıştır ki, kim iradesini yani seçim özgürlüğünü nerede ve nasıl kullanacak? Kimler Allah’a teslim olup doğru yolda toplanacak ve kimler Allah’ı dinlemeyip ihtilaf edecekler? İşte bunun ortaya çıkması için Allah insanları serbest bırakmıştır.
Bundan dolayı sorun insanların birbirlerinden farklı olmaları değil, asıl sorun insanların bu farklılıkları olduğu gibi kabul etmeyip herkesin diğerlerini kendilerine benzetip tek tip yapma arzusudur. Oysa insanların buna hakları yoktur. Farklılıkları doğal olarak kabullenmeleri gerekiyor. Çünkü Allah dileseydi, zaten herkesi bir yerde toplayıp tek bir ümmet yapardı.
“De ki: Gerçekleri içeren bu Kur’ân, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun.”(Kehf/29)
Şimdi gelelim asıl diyeceklerimize: Görüldüğü gibi Allah bile insanlara sonuçlarına katlanmak şartıyla şimdilik farklı olma, kısacası kafir olma özgürlüğü tanımışken, bize ne oluyor da başkalarının kafir olma özgürlüğünü tanımıyoruz ve tahammül edemiyoruz. Hatta bırakın insanların kafir olmalarına tahammül etmeyi, müslüman bildiğimiz insanların şu veya bu konularda farklı düşünmelerine bile tahammül edemiyoruz. Tahammül edemediğimiz içindir ki, akide konusu olmayan birçok konuyu çok basit yorumlarla akide haline getirip onları mürted ilan ederek yaşama haklarını tanımıyoruz. Sonuçta kendimiz gibi olmayan herkesi ötekileştiriyoruz, hatta yaşamına son vermeye kalkıyoruz.
Allah bile kendi mülkünde seçimini Allah’a göre yapmayanlara şimdilik karışmazken, hatta onları çoğu zaman müslümanlardan daha iyi besleyip yaşatırken bize ne oluyor da kraldan fazla kralcı davranıyoruz? Buna Allah’tan daha fazla Allah’cı olmak denir. Hem de bütün bunları Allah adına, Allah’ın dinini dava edindiğimizi söyleyerek ve Allah’ın rızasını kazanmak için yapıyoruz! Bu problemin kaynağı kesinlikle Ya Allah’ın kitabını referans almamaktan veya anlamamaktan kaynaklanmaktadır.
Çünkü Allah’ın kitabına baktığımızda böyle bir şey çıkarmak mümkün değil. Allah’ın kitabına göre bizi Allah’ın yolundan alıkoymadıkları sürece insanların kafir olmaları bizim için problem değildir(Bak. Mümtehine/8, Tevbe/7, Bakara/256).
Yine fitne fesat çıkarmadıkları sürece bir insanın müslümanlıktan vazgeçmesi yani mürted olması da bizim için problem değil. Bunun dünyevi bir cezası da yoktur(Bak.Maide/54, Bakara/217)
Evet, insanları islama davet sorumluluğumuz var ama onları asla zorlamadan yapılması gerekir. Çünkü zorla kabul ettirilen bir şey iman olamaz.
Allah nasıl ki, insanları hür iradeleriyle baş başa bırakarak seçimlerini yapmalarını istiyorsa, biz de onları iradelerine baskı yapmadan islama davet etmeliyiz. Kabul etmezlerse onların bizden farklı oluşlarını Allah’ın iradesi ve hayatın tabiatı olarak görmeliyiz. Hatta biz müslümanlar cihadı insanların iradelerini özgürleştirmek için yürütmeliyiz ki, insanlar hakikatlerle özgür bir şekilde yüz yüze kalıp özgürce karar verebilsinler. Sahih bir imanın oluşabilmesi için bu gereklidir. Kur’anın bizden istediği budur. (Bak. Bakara/256, 193, Enfal/39)
Allah’ın kitabında bize gösterdiği yol böyle iken, Allah’ın dinini hakim kılma adına müslüman olmayanlara korku salarak onları can derdine düşürmek ve kaçtıkları dağlarda telef olmalarına yol açmak, müslüman olan kimseleri de birtakım farklılıklarından dolayı mezhepçi bir tutumla hareket edip müslümanlığı kendimiz gibi anlamadkları için mürted ilan edip öldürmek, Allah’ın gönderdiği dinin neresinde var?
Bugün öyle haller yaşıyoruz ki, maalesef kafirlerden daha çok bu tür müslümanlardan korkar hale geldik. Acaba şu konudaki farklılığımı sorun yaparak beni mürted ilan eder de öldürür mü? diye bir takım müslümanlarla konuşmaya dahi korkar hale geldik!
İnsanlar fıtratları gereği hoşlarına giden ve kendilerini cezbeden şeyleri severler ve alırlar. Bugün müslümanlar olarak öyle bir hale geldik ki, müslüman olmayanları cezbedecek pek fazla bir şeyimiz kalmadığı halde, insanların islamdan ürkmelerine ve kaçmalarına sebep olabilecek bir çok malzeme bulmak mümkün.
Vahyin o konudaki söylediklerini bir kenara bırakarak tartışmalı olan rivayetlere sarılıp zina edenleri recmetmek, birtakım insanların kafalarını keserek internette dolaşıma sokmak ve kesik başlarla poz vermek ve islamın bir takım vecibelerini herkese zorla yaptırmaya kalkmak acaba dinin neresinde var ve bu davranışlar hangi insanın kalbini fethederek hidayetine vesile olur? Bütün bunlar rahmet için gönderilen dinin neresine yakışır? Eğer biz insanlara merhamet etmezsek Allah’tan nasıl merhamet isteyebiliriz?
Bütün bunları söylerken asla islam düşmanlarını memnun etme gibi bir amacım yoktur. Asıl söylemek istediği şey; bugün bazı müslümanların savrulduğu islam anlayışının vahyin doğasından kaynaklanmadığının altını çizmektir.
Bu islam anlayışına nasıl ulaştık? Her halde müslümanların uzun süredir baskı, zulüm ve sömürü altında olmaları bir takım müslümanlarda işin mecrasından çıkmasına yol açtı. Bazı müslümanlar “Yetti artık, ne olacaksa olsun!” diyerek birikmiş bir öfke ve kinle hareket edince ortaya böyle bir savrulma çıkıyor. Çünkü bu denli öfke ve kin hikmeti ve adaleti yok eder. Bu yüzden Rabbimiz Kitabında şöyle buyuruyor:
“Mescidi harama girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi ölçüsüz hareket etmeye sevketmesin…”(Maide/2)
“Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”(Maide/8)
Adaletin en çok çiğnendiği yerler aşırı sevgi ve kinin olduğu yerlerdir. Bu yüzden böyle durumlarda çok dikkatli olmak gerekiyor. Biz müslümanlar yeryüzünde adaletin şahitleri olmayacağız da kimler olacak?
Eğer biz davranışlarımızla adaleti katledersek, haklı iken haksız duruma düşmüş olacağız. Tüm insanların vicdanı aynıdır. Yani adaletten yanadır ve haksızlığa karşıdır. Bu yüzden biz müslümanlar insanların vicdanında karşılık bulmadıkça fıtrata aykırı hareket etmiş olacağız. Bu, dinin istediği bir şey değildir. Çünkü din fıtrattır.
“Böylece sen, bâtıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde Allah’ın, insanları üzerinde yarattığı doğa/fıtrat kanununa/ dine çevir! Allah’ın, insanın doğasına yerleştirdiği fıtrata uygun davran ki, Allah’ın yaratmasında bir değişime meydan verilmesin. Bu, gerçek dinin amacıdır; fakat insanların çoğu bilmez”(Rum/30)
Bizi Allah katında kurtaracak olan şey ne pahasına olursa olsun islamı yeryüzünün bir yerinde devlet haline getirmek değil, her türlü şartlarda vahyin ilkeleriyle hareket etmektir. Biz müslümanlar en mağdur ve mazlum olduğumuz şartlarda bile Allah katında kurtuluşu yakalayabiliriz. Yeter ki imanın ahlakıyla hareket edelim.
Bu konudaki örneklerden biri Ashab-ı Kehf’tir. Onlar en zor şartlarda bile imanın gereği olarak kimseye haksızlık etmeden ve korku salmadan mağaraya sığındılar. Allah onları yıllarca uyuttu. Uyandıklarında imanlarının iktidarını gösterdi Allah onlara. Yani Allah onlara daha dünyada iken gösterdi bu sevinci.
Biz müslümanlar imanımızın iktidarını mutlaka dünyada göreceğiz diye bir şey yok. Bunun için acele edip de ortalığı kırıp dökmeye gerek yok. Önemli olan vahyin gösterdiği imanın ahlakıyla hareket etmektir. Bizi kurtaracak olan budur. Biz böyle hareket ettikçe insanların kalplerinde bırakacağımız bir iz bile biz öldükten sonra onların hidayetine vesile olabilecektir.
Hiç tereddüt etmeyin, böyle iz bıraktığınız bir kimsenin hidayeti ölümünüzden sonra bile olsa sizin sayfanıza yazılacaktır. Hani biz , “Bir kimsenin hidayetine vesile olmamız bizim için dünya ve içindekilerinden daha değerlidir” diye inanmamış mıydık?
Bugün Ashab-ı Kehf’i okuyup da bu vesile ile hidayet bulan kimselerden Ashab-ı Kehf’e bir ecir gitmiyor mu zannediyorsunuz?
Bu yazdıklarımdan hiç kimse “Bu adam müslümanların devlet olmasını istemiyor, hep başkalarının boyunduruğu altında yaşayalım demek istiyor” gibi insanı şirke götüren bir şey söylediğimi sakın çıkarmasın!
Dolayısıyla Allah’ın dini adına insanlarla ilişkilerimizde Allah’tan ileride hareket etmek “Sen kim oluyorsun da Allah’a karşı çıkıyorsun?” diyerek insanların hesabını görmeye kalkmak anlamına gelir. Bu amaçla insanların hesabını görmeye kalkmak tabir yerindeyse Allahlık yapmaktır! Çünkü insanların hesabını görmek sadece Allah’a aittir ve hesap görücü olarak O yeter.
“Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir. Sonra onların hesaba çekilmesi de sadece bize aittir.”(Ğaşiye/25,26)
“Hesap görücü olarak Allah yeter”(Nisa/6)
Hasan Eker
27.08.2014-Elazığ