Bir dilin temelini oluşturan harflerdir. Harflerin birleşimi ile oluşan anlamlı yapıya kelime denir, kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşan bütünlüğe de kelam denir. Kelamın oluşumu kelimelere, kelimelerin oluşumu ise harflere bağlıdır. Kelimesiz kelam olmadığı gibi, kelamsız da dil olmaz, dilsiz de düşünce olmaz. Her düşüncenin kendine göre muhakkak bir dili ve hayat bulduğu bir iklimi vardır. Bu temel esas bizlere şu hakikati gösterir. Kelimeler bir dilin kalbidir. Kelimeler sağlıklı ve düzgün olursa dil yani kullanılan lisan da düzgün ve sağlıklı olur. Ancak kelimeler sağlıklı ve düzgün seçilmez ise hastalıklı ve yanlış bir iletişim kurulur.
Dinin doğru yaşanması, din dilinin doğru anlaşılması ile orantılıdır. Çünkü din temelde iki esası anlatır; bunlar hak ile batıldır. Hak ile batıl kavramına yüklenecek mana kelimeyi etkiler, kelime dili geliştirir, dil ise düşünceyi güçlendirir, düşünce kalbi sağlamlaştırır, kalp ise bütün hayatı yeşertir ve güzelleştirir. Mesela Hak bir kelime, batıl da bir kelimedir. Hak kelimesine hangi manayı yüklersek düşüncemiz de ona göre şekillenecektir. Düşünceye göre de hayatımız şekillenecektir.
Her topluluğun kendine göre bir amacı ve hedefi vardır, ona doğru yol alır. Siz de hakka ve hayra koşun. İşte hayatın, hak ve batıl mücadelesinden başka hiçbir şey olmadığı gerçeği böylece vurgulanır.
İnsanlık hayatı, Adem (a.s) ile başladığına göre bu mücadelenin yaşı da insanlık ailesinin tarihi kadar eskidir. Adem (a.s) ile başlamış ve kıyamete kadar devam eden bu mücadele, anlamı ve amaçlı bir şekilde hala devam etmektedir. Tarihi süreci bu kadar eski olmasına rağmen hiçbir zaman güncelliğini yitirmemiş hala canlı ve dipdiri olarak devam etmekte ve insanlık hayatı sürdükçe devam edecektir. Hak ve batıl mücadelesinin yansıması; İman ve küfrü, adalet ve zulümü, ortaya çıkarmıştır. İmanda adalet esastır yani temeldir. Çünkü adalet fıtrat da var olan bir hakikattir. Ezdadı olan küfür, zulüm ve karanlık ise iman, adalet ve aydınlığın üstü örtüldüğünde ortaya çıkan hallerdir. Bunlar asıl değil suni ve geçicidir. Asıl olan haktır, batıl ise hakkın üstü örtüldüğünde ortaya çıkan haldir.
Zikrettiğimiz bu kavramlar bir birini iten zıt kavramlardır. Biri var ise diğeri yok olmaya mahkûmdur.
Ve de ki: hak geldi batıl zevale erdi hakikaten batıl pek zavallıdır.” (İsra:81)
Muhakkak ki batıl yok olmaya mahkûmdur." Yani bir insan da iman varsa küfür yoktur, adalet varsa zulüm yoktur, aydınlıkta ise karanlıkta değildir. Bir birine bu kadar zıt olan bu kavramların temelini yüklendikleri manalar oluşturur. Dolaysıyla Hakk'ı ne kadar doğru tanırsak batılı da o kadar iyi fark ederiz. Hakk'ı ne kadar az tanırsak batılıda o kadar az tanıyoruz demektir. Peki bizlere hakkı ve batılı tanıtan ve onlara mana giydiren şey nedir? Bizler hakkı ve batılı ne kadar tanıyoruz ve tanıdıklarımızın hak olduğunu nerden biliyoruz?
Tabiki her insan, kendisinin hak olduğunu diğerlerinin batıl olduğunu iddia eder. Bize göre batılda olan dahi, ben haklıyım siz batıldasınız diyor. İşte bu kargaşanın temel sebebi kavramların değerlerinin ya eksik alınması ya da alındığı merkezin yanlışlığıdır. Çünkü hak ve batıl birer kelimedir, kelimeler ise bir dilin yapı taşlarıdır. Dil ise, Düşüncenin kendini idrak ettiği iklim, yeşerip boy attığı topraktır. İnsan bildiği kelimelerin kemiyeti ve keyfiyeti oranında tefekkür eder ve ufku genişler.
İnsanı inşa eden temel de kelimelerdir. Çünkü kelimelere yüklenen manalar insanın tasavvurunu şekillendirir, tasavvur ise insanın hayatını şekillendirir. Kelimelere yüklenen yanlış değerler insan tasavvurunu yanlış şekillendirir. Yanlış şekillenen insan tasavvuru hayatı yanlış inşa eder ve hayata eğri baktığı halde hayatı doğru zanneder.
Bilmez ki doğru yolda eğri, eğri yolda da doğru yürünmez. Hak zannettiği şey meğerki batıl imiş. Batıl zannettiği şey ise meğerki hak imiş.
Bütün bu değerlerin yerli yerinde olabilmesi için değerlerin değerini aldığı yeri görmemiz lazım. Çünkü insanoğlu bir şeye kıymet verirken nefsin, dünyalıkların, sosyal çevrenin ve şeytani güçlerin etkisi altındadır. Bu güçlerden ne kadar etkilenirse o kadar yanlış bir değer ortaya koyar. Fakat bu güçlerden ne kadar az etkilenir ve tüm değerlerin değer kaynağı olan vahiy ile olayları ve hayatı yorumlarsa işte o zaman hakka ve hakikate tam değerini vermiş olur. Çünkü tüm değerler değerini Allahtan alır. Değerini Allahtan almayan bir değer, değer değil fiyattır ve karşılıktır. Allah ise fiyat vermez değer verir. Allahın ayetleri değer yüklü olduğu için az bir paha karşılında satılamaz gerçeği bize bunu hatırlatır. Çünkü insanoğlu değeri parayla alamaz, değerin bedelini ancak Allah verir. İnsanoğlu değeri fiyat ile almaya kalktığı zaman değerler dünyası yani mana yok olur, fiyatlar dünyası yani madde konuşmaya başlar. Bir yerde değerler değil fiyatlar konuşmaya başlarsa artık en yakın arkadaşınız bile sizi para ile alıp para karşılığında sattığını görürsünüz. Yani parayı size tercih ettiğini görürsünüz. Şimdi bizler insanlara ve hayata değer mi veriyoruz yoksa fiyat mı veriyoruz? Bu günün insanı; insana değer değil maalesef fiyat veriyor. Mesela; çok değerli bir adam veya adamın çok değerli bir hayatı var dediğimiz de şunu demiş oluruz; Adamın öyle bir kişiliği ve hayatı var ki bunların karşılığı dünyalıklarla ölçülmez bu hayatın karşılığını ancak Allah verir demektir. Peki, insanlar değere böylemi bakıyorlar? Değer yüklü olmayan insanlar değerini Allahtan almadığı için " kaç paralık adamsın" demeye başlıyorlar. Çünkü onlara göre değer yok fiyat vardır. Yine insanlara göre değer; güzel bir ev, güzel bir araba, iyi bir makam ve konforlu bir yaşamdır. Hâlbuki bunlar birer maddedir, maddenin ruhu ise manadır. Manasız bir madde ruhsuz bir ceset gibi leş hükmündedir ve değersizdir onu değerli kılan onda var olması gereken ruhudur. Dünyanın da ruhu ahirettir. Ahiretinden koparılmış olan bir dünya leştir. Leşe insanoğlu konmaz. Leşe konan akbabalar ve kargalardır. İşte mana yüklediğimiz "değer" kavramı bile insan tasavvurunu nasıl değiştiriyor ise kelimelere yüklenen değer de insanın hayatını şekillendirip ona göre sonlandırır.
Şehit kavramı değerini Allahtan almaz ise her ölenin ölüsü şehit olur, İman değerini Allahtan almaz ise herkes kendince iman etmiş olur, adalet değerini Allahtan almaz ise herkes kendince adaletli olmuş olur, nur ve zulumat değerini Allahtan almaz ise herkese göre bir nur ve bir karanlık oluşmuş olur. Hak ve batıl değerini Allahtan almaz ise herkese göre bir hak ve batıl söz konusu olmuş olur.
Değerleri belirleyen, insanlara yaptıklarının karşılığı olarak cennet ve cehennemi yani ödül ve cezayı veren sadece Allah’tır. Onun içindir ki kelimelere değer yükleyip tasavvurumuzun temelini şekillendirmekte sadece Allahın hakkıdır. Allahın dışında birisinin temel değerleri belirlemeye hakkı yoktur. Allahın dışında birileri bu temel değerleri belirliyorsa o zaman o ilahlık taslıyor demektir. Allah (c.c) gönderdiği vahiy sayesinde kavramlarımıza değer yüklemiş, tasavvurumuzu şekillendirip hayatımıza değer katmıştır.
Allah bizlerin hayatına değer verdiği halde hayatını üç beş paha karşılığında fiyata dönüştürenlere yazıklar olsun.
Allahtan kopan hiçbir değer ve ya hiçbir yaşam tarzı hayat değildir. Allahtan kopan değerin yerini fiyat, hayatın yerini ise memat alır. Bundan dolayı din dilinin kavramları insanlara göre değil Allaha göre ele alınmalıdır. Fakat ne yazık ki vahin kavramları bize ulaşana kadar yolda birçok kazaya maruz kalmış ve başına gelmedik şeyler kalmamıştır. Kelimeler zamanla bir takım mana kaymalarına uğrayarak değişmiştir. Buna bağlı olarak ister istemez düşüncemiz ve tasavvurumuz da kaymış ve yamulmuştur.
Bakışımız yamuk olduğundan her şeye şaşı ve daha ötesi kör olarak baktığımız için ya yamuk görüyoruz ve ya hiç göremiyoruz. Buna bağlı olarak Kıymet ve değer hükümleri değişikliğe uğramış, yamulmuş ve ya yok olmuştur. En kıymetli en değersiz, en değersiz en kıymetli olmuştur. Daha açık bir ifade ile Türkçede ki Kur’an asıllı kelimeler, Kur’an-i manalarını kaybedince, bunlara dayalı düşüncede ister istemez Kur’an-i temelden uzaklaşmıştır. Bundan dolayı herkesin kendine göre bir akidesi, bir şehidi, bir şefatcisi, bir dini, bir düşüncesi, bir amacı ve bir gayesi var olmuştur.
” De ki: “Tek [gerçek] rehberlik, Allah'ın rehberliğidir;(Al-i İmran:73)
Kurandan uzak olan bu düşünceleri Kur’an-i temellere tekrar oturtabilmemiz için kavramların değerini Kur’an yüklemelidir. Aksi takdirde meseleleri, insanların davranışlarını ve fikirlerini değerlendirirken Kur’a’nın ihtiva ettiği hakikatten uzaklaşılmasına rağmen, Bu değerlendirme Kur’an’a uygun zannedilir. Zaten en tehlikeli ve en büyük problemde budur. Burada ki sapma insana sureti haktan görünen bir sapmadır. Müslümanlar buna karşı çok uyanık ve çok bilinçli davranmak zorundadırlar. Çünkü bu bir hayat-memat meselesidir.
De ki: “Size, yapıp-ettiklerinde en büyük kayba uğrayan kimseleri haber vereyim mi?”
“Bunlar, güzel işler yaptıklarını zannettikleri halde, dünya hayatının peşinde tüm çaba ve koşuşturmaları eğri ve çarpık olan kimseler[dir]:
Rablerinin mesajlarını ve O'nun huzuruna çıkarılacakları gerçeğini inkâr yolunu seçen kimseler işte böyleleridir. Bunun içindir ki, böylelerinin bütün yapıp-ettikleri boşa gitmektedir: Çünkü Kıyamet Günü onlara hiç değer vermeyeceğiz. (Kehf:103-105)