يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan (Allah yolunda) harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir ta kendileridir. (Bakara: 254)



.





BELED SÛRESİ


BELED SÛRESİ

لَاأُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ

1-Hayır, bu beldeye yemin ederim ki.

“Lâ uksimu” ifadesinin birebir çevirisi “yemin etmem” dir. Burada “hayır, yok vallahi” gibi olumsuz bir ifadeden sonra yemini pekiştirmek için kullanılan deyimsel bir ifade mevcûttur. Bu ifade, “Bu yeminin üzerine söylenecek ve dinlenecek başka söz yoktur; ancak şu söyleyeceğim hakikat vardır.” anlamına gelir. Yemini ve şâhitliği pekiştirmektedir. Bundan dolayı alttaki âyetler kimsenin inkâr edemeyeceği ve herkesin bildiği hakîkatler olmalıdır.

Beled; bayındır, sınırlı ve geniş olan, içinde insanların toplandığı insanların oturduğu yerdir. Şehre belde denilmesi bu nedenledir. Belediye de buradan gelir. “El-beled” ifadesinden kasıt herkes tarafından bilinen Mekke şehirdir. Kur’an’da nerede bu kalıp kullanılmışsa orada Mekke şehri kastedilmiştir. (Bkz İbrahim:35)

----------------

وَأَنتَحِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ

2-Ve sen, bu beldede kalmaktasın.

“Ve ente hıllun” ifadesi,bir yere inmek, konaklamak yerleşmek, ikâmet etmek manasındadır. Mahalle dehıll kökünden türetilmiştir. Hz. Muhammed’in bu beldede dünyaya gelip ikamet etmesinin sebebi açıklanacağı için böyle bir giriş yapılmaktadır. Hz.Muhammed’in; zulmün, şirkin, ahlâksızlığın zirve yaptığı bir beldede, çok ağır bir görevi üstlenme sebebine dâir aklındaki sorular cevaplandırılmaktadır. Her insan bir amaç için bir yerlerde dünyaya gelir. İnsan için önemli olan ne yapabileceğini fark edip yaratılış amacına uygun seçimler yapmaktır.

----------------

وَوَالِدٍوَمَا وَلَدَ

3-Ve babaya ve çocuğa.

Vâlid, baba anlamına kullanılan 'eb' kelimesi gibidir. Eb daha genel olarak bir şeyin icat, ıslah veya zuhuruna sebep olan herkese denilirken, vâlid daha çok fiilî olarak baba olan kimse için kullanılır. İnsan bir çocuk sahibi olmadıkça vâlid diye isimlendirilmez. Fakat eb böyle değildir. Çünkü insanlar birinin biyolojik babası olmayan kişiye de ebû fülânin(falanın babası) künyesini verirler. Bu âyetteki “vâlid” biyolojik baba manasındadır. Veled, doğan çocuk demektir.Tekili, çoğulu, küçüğü ve büyüğü hep bu isimle anılır. (Rağıb)

Burada sormamız gereken soru şudur: Hz. Muhammed’in Mekke’de dünyaya gelip ağır bir görevle görevlendirilmesinin baba ve oğulla nasıl bir alâkası vardır? Oysa bu âyetleri duyan ilk muhatap anlatılmak istenen kastı anlamıştı. Zirâ Mekke’nin önemi orada Kabe’nin olması ve herkesin itibar ettiği Hz. İbrahim ve oğluna isnat ve izafe edilmesiydi.(Bkz. Âli İmran:67) Kur’an kendi kendini açıklayan bir iç bütünlüğe sahiptir. (Bkz. Fussilet:3)  İç bağlamda akabeyi açıkladığı gibi baba ve oğul açıklanmadığı için bunu Kur’an bütününde ve dış bağlamda aramak gerekir.

“O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız İbrahim’in dînidir.” (Hac:78) Âyetteki baba ve çocuk Hz.İbrahim ve öz oğlu Hz. İsmail’dir. Hz. Muhammed’in Mekke’de dünyaya gelmesinin sebebi de baba ve oğlun yaptığı makbul bir duadan dolayıdır. İlgili âyetler şöyledir: “İbrahim ve İsmail, beytin temellerini yükseltiyorlardı: “Rabbimiz, bizden kabul buyur. Muhakkak ki Sen, Sen, en iyiişiten ve en iyi bilensin.”(Bakara:127) “Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretecek ve onları arındıracak bir resûl dirilt. Muhakkak ki Sen, Sen,Azîz’sin, Hakîm’sin.” (Bakara:129)

El-Mucib olan Rabbimiz bu duaya doğru zaman ve ortamda icabet ederek Hz. Muhammed’i resûl olarak yaşadığı toplumda seçmiş ve vahiyle diriltmiştir. Bu zor görevi başaracak donanımda olduğunu da bir alttaki âyette  ifade etmiştir.

Bizim anladığımız bu olmakla birlikte en doğrusunu Allah bilir.

 ----------------

لَقَدْخَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ

4-Yemin olsun Biz insanı, zorluklar için yarattık.

Kebed, Kur’an’da sâdece burada geçer. Her türlü sıkıntı, acı ve yorgunluğu ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. Râzî kelimeye “çetin, güçlü ve dayanıklı” manasını verir ve bir sonraki âyetin tefsirinde de bu mânayı öne çıkarır. Bizce de en uygun mâna budur.

----------------

أَيَحْسَبُأَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ

5-Ona hiç kimsenin asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

İnsanın meşakkatlere dayanıklı yaratılması onun âcizliğini unutturarak her şeye güç yetireceği/muktedir olacağı zannına dönüşmemelidir. İnsanı azdıran diğer birunsur ise emanet olarak verilen dünyalıkların mülkiyet sanılmasıdır. Bu zan sonucu kişi maddî gücünden dolayı âcizliğini unutabilir. Servet zayıflığını kamufle eden bir yığına dönüşürse sahibini helâke sürükleyecektir.

----------------

يَقُولُأَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا

6-O: “Pek çok mal tükettim.” der.

“Sarf etme-harcama” yerine“helak etme-telef etme” anlamında ''ehleke'' tabirinin kullanılması, söz konusu malın iyilik yolunda değil, boşuna tüketilerek kaybedilmiş bir servet olduğuna işaret etmektedir. Çünkü hayır için verilen mal zâyi olmaz; ama zevkü sefa ve paylaşmamak veya gösteriş için tüketilen malın veya yapılan işin, nihai manada hiçbir değeri olmayacaktır. Allah yolunda değil de Allah’ın değerlerine karşı tüketilen her şey kişiyi helâke sürükleyecektir.

Lübed, telbîd kökündendir:Üst üste yığılmış, istif edilmiş çok mal demektir. Nitekim Araplar, çok olduğu için tükenmesinden korkulmayan mala, mâlün libedün derler. (Râzî)

----------------

أَيَحْسَبُأَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ

7-Onu hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor?

Yaratılıştan getirdiği özelliklerle yığdığı malın arkasına sığınan korkak tipin ne olup olmadığını kendi de, Yaratan da çok iyi görmekte ve bilmektedir. “Bilmiyor mu Allah'ın görmekte olduğunu?” (Alak:14)

----------------

أَلَمْنَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ

8-Ona iki göz vermedik mi?

Hem hakîkati görsün hem de kendi acziyetini görsün diye…

----------------

وَلِسَانًاوَشَفَتَيْنِ

9-Ve bir dil ve iki dudak.

Ağzına gelen her şeyi konuşmasın diye iki kapak/dudak ve iki düşünsün/baksın bir konuşsun diye…   Burada sayılan organlar mecazidir. Aynı organlar hayvanlarda da olmasına rağmen, onlar Allah’ı tanıyamazlar, âhireti idrak edip inanamazlar, hakîkati anlatamazlar, yani eğri ile doğru yolu ayıramazlar.

----------------

وَهَدَيْنَاهُالنَّجْدَيْنِ

10-Ve ona iki yolu göstermedik mi?

İnsan hayır ve şer yollarını, iyiliği ve kötülüğü, hak ve batılı ayırt edecek ve ettirecek,dilediği yolu seçebilecek yeteneklerle yaratılmıştır.

----------------

فَلَااقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ

11-Fakat o sarp yokuşa yanaşmadı.

‘Akabe; badire, sarp ve çıkılması zor olan yokuş, tehlikeli geçit demektir. Çoğulu, “ukâb” ve “ikâb”şeklindedir. İktihâm; kendisi için zor ve meşakkatli bir işe yönelmek, çetin bir işe girişmek demektir. 10. âyette insana gösterilen iki belirgin yoldan birisinin ''akabe, zor olan, çetin yol”, diğerinin de kolay yol olduğu anlaşılmaktadır.Bu durumda âyet, “O kişi zor işe teşebbüs etmedi, yanaşmadı kolay yolu tercih etti.” anlamına gelir. Kısaca, insan zorluklara dayanıklı olduğu hâlde zora gelemedi.

----------------

وَمَاأَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ

12-Ve sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin?

Rabbimiz herkesin bildiği yokuş manasına yepyeni bir anlam yükleyecektir.

----------------

فَكُّرَقَبَةٍ

13-Boynu çözmek.

Fekk; bağı çözmek, kelepçeyi çıkarmak demek olup serbestliği kısıtlayan engeli ortadan kaldırmak manasına gelir. Meselâ, rehin bağını çözmek, rehini kurtarmak da 'fekkü’r-rehn' deyimi ile ifade edilir. Yani, serbest bırakılan her şey aslında fekk edilmiştir. Fekkü’l-hıtâb; kontrolsüz söz, sözün salıverilmesi, düşünmeden konuşmak demektir. Rakıb kelimesinin ilk anlamı boyundur. Fekkü rakabe; esirlik bağıyla bağlanmış bir boynu, yani bir kimseyi, bir insanı esaretten kurtarıp hürriyetine kavuşturmak, köleliğini sona erdirmek anlamına gelir.

Modern kölelik kendini hayatın her alanında göstermektedir. Madde bağımlılığı buna bir örnektir. Zihni kölelik; bir kişiye, kuruma veya tarikate kul olmaktır. Finans köleleri, fuhuş köleleri vs. Allah’ın hür olarak yarattığını hürriyetine kavuşturmak bir boynu kurtarmaktır. Bu terkip ayrıca, insanların iyi işler yapmasını sağlayarak onların günah zincirinden ve cehennem esaretinden, sürekli azaptan kurtarmakta bir boynu nefsin, şeytanın elinden azat etmek demektir. Zaten bir önceki İnsan sûresi günah esaretinin sonunu şöyle anlatmaktaydı: “Muhakkak Biz onu doğru yola yönlendirdik. Ya şükrederek karşılık verir veya nankörlük ederek onu örter. Muhakkak Biz, örtenler için prangalar, demir tasmalar ve çıldırtan ateş hazırladık.” (İnsan:3-4) (Ayrıca Bkz. Hakka 32)

----------------

أَوْإِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ

14-Veya açlık gününde doyurmaktır.

Mesğabe, “seğab” kökünden mimli mastar olup “fi-yevmi’n zî mesğabe” terkibi, “kıtlık veya açlıkgünü/dönemleri manasındadır. “Kıtlık zamanında paylaşmak nefse en ağır gelen şeydir. Bu yönüyle yapılanlar daha kıymetlidir. “Ve sevdiklerinden; miskin, yetim ve esir olanlara yedirirler.”(İnsan:8)

----------------

يَتِيمًاذَا مَقْرَبَةٍ 15-Yakın olan yetimi.

'Yetîmen zâ mekrabe' tamlaması ile yakında olan, hâlini bildiğimiz, yardımı çok hızlı ulaştırabildiğimiz tüm sahipsizler kastedilir.

----------------

أَوْمِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ

16-Veya sürünen miskini.

Miskîn, yoksulluğun mesken tuttuğu suskunlar garibanlar demektir. Türkçeye 'sürünen' olarak çevrilebilir. Metrabe, toprak demek olan 'turâb' kelimesinden mimli mastardır ve topraklan makanlamına gelmektedir. Âyette geçen 'zâ metrabe' deyimi, Türkçede “toza toprağa bulanmak” tabiriyle ifade edilen, fakîrlik ve şiddetli ihtiyaçtan kinâyedir. Yani, fakîrliğinden ve muhtaçlığından dolayı, üzerinde kendisini örtecek,altında da yere serecek bir şeyi olmadan toprağa yapışmış, aşırı yoksul, miskin demektir. Bu tür yoksullar için Türkçede “sürünmek” tabiri kullanılır.

----------------

ثُمَّكَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْابِالْمَرْحَمَةِ

17-Sonra iman eden kimselerden olmaktır ve sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.

Sümme, sonra demektir. 13. âyetten 16. âyete kadar olan ahlâkî sorumlulukların olmadığı bir kimsenin, yani yetimi itip kakan, insanları yoksul ve muhtaç hâle düşüren, günahlar kazanmalarına sebep olan hevâ ve şeytanın esâretine mahkûm ederek insanları maddî-manevî köleleştirenlerin iman edenlerden olamayacağı çok açık bir dille ifade edilmiştir. Zirâ iman, bir süreç olup akabeyi aşmayı göze alamayanların ulaşamayacağı bir değerdir.

Âyetteki sabrı tavsiye, akabeyi çıkmanın en önemli şartı iken merhameti tavsiye de etrafındaki muhtaçlara merhametli olmaktır.

Öncelik sabır ve merhametle sarp yokuş olan ahlâkî/insanî sorumlukları yerine getirerek iman sürecine girmek ve devamında insanların da bu şekilde yapmasını sağlamak için tavsiyeleşmektir. Tavsiyeleşmek iki yönlüdür.. (Bkz. Asır:3)

----------------

أُوْلَئِكَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ

18-İşte onlar ashabı meymenedir.

Meymene, yemin kelimelerinden türemiştir. “Sağ el” yani “sağ ashabı” anlamına gelir. Araplari çin “sağ el”, kuvvet ve şerefin sembolüdür. “Fulânun minnî bi’l-yemin”, ‘o benim sağ kolumdur’ manasındadır. Bu ifade dilimizde de sağduyu sahipleri olarak kullanılmaktadır.

----------------

وَالَّذِينَكَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ

19-Ve âyetlerimizi örtenler, onlar ashabı meşemedir.

Meş’eme, şu’m kelimesinden türemiş olup sözlüklerde şu’ma “sol el” olarak belirtilmiştir. Zirâ Araplarda“sol el”, zayıflığın ve zilletin simgesidir. Bunlar bir yönü/tarafı anlatmasından ziyâde iyilerin erdem ile edindiği gücü ve izzeti, kötülerin zillet ve itibarsızlıklarını anlatan deyimsel ifadelerdir.

Özetle ashâbul meymene sağduyularını aktif kullanan, iyilikleri ile güç ve izzet kazanan erdem arkadaşlığı iken; ashâbul meş’eme, yaptıkları kötülük ve zulümlerle akıbetlerinizayıflatan, zillete mahkûm olacak olan zulüm ortaklığıdır. Dünyada her zaman iyiler, erdemliler kazanmıyor gibi görünse de iyilik her zaman kazanacaktır.(Bk. Vâkı’a:27 ve 41) Kötülerin kötülükleri içten içe yanan ve yapana yapışan bir kor gibidir.

----------------

عَلَيْهِمْنَارٌ مُّؤْصَدَةٌ

20-Onların üzerinde yapışmış bir kordur.

Mu’sade, “Kapıyı kapattım,kilitledim.” ifadesinden gelmiştir ve “kilitlenmiş, sımsıkı kapatılmış”demektir. Arapçada bir kapıyı iyice kapadığında, “evsadtu’l-bâbe” veya“âsadtu’lbâbe” denir. (Ferrâ, Zeccâc) Türkçedeki ''Müsaade var mı?'' sözünün de buradan geldiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple buradaki ''kilitlenme'' ifadesi,ilk etapta yapanın yanına kalmış gibi görünen kötülüklerin cezâî müeyyidesinin peşlerini bırakmadığını anlatan '' korun yapışıp ilerde onu yakacağı'' mecazı ile ifade edilmesidir. (Benzer bir kullanım için Bkz. Humeze:8)

Beled sûresinden bizim anladığımız bu olmakla birlikte en doğrusunu Allah bilir.

 
Eklenme Tarihi : 10.1.2019 16:36:29
Okunma Sayısı : 3701