Allah, insanlığın ilk atası olan Hz. Adem ile eşi Havva’yı yarattıktan sonra cennete koydu. O cennette yasaklanmış bir ağacın dışında her şeyden yiyebiliyorlardı.(Araf/19) Orada yaşarken İblis’ten sakınmalarını onlara öğütlemişti.(Araf/117) Çünkü tüm melekler secde ettiği halde İblis secde etmemişti.
Elbette ki Allah’ın insanoğluna olan bu ikramı ve İblisin bu tavrı, onu insanlara karşı düşmanlığa sürükleyecekti. Nitekim öyle de oldu. İblis cennette onlara vesvese vererek, yasaklanmış ağaçtan yemelerini ve cennetten çıkarılmalarını sağladı.
Hz. Adem ile Havva’nın konulduğu cennet mü’minlere vaadedilen cennet miydi yoksa başka bir cennet miydi? İşin doğrusu önemli olmadığı için bunun tartışmasına girmiyoruz. Ama şu kesin bir gerçektir ki, onların konuldukları cennetteki hayat yüksek ve sorunsuz bir hayattı.
“Ey Adem, dedik. Bu İblis hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra yorulur ve sıkıntı çekersin!”(Taha/117)
Ayette Hz. Adem ve Havva’ya dolaylı olarak, buradaki hayatın sorunsuz ve rahat olduğu, cennetten çıkarıldkları takdirde yorucu ve sıkıntılı bir hayatın kendilerini beklediği vurgulanıyor. Daha sonraki ayetlerde ise konuldukları cennette yaşadıkları hayatın mahiyetine dair bilgiler veriliyor.
“Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın.”(Taha/118,119)
Ne var ki uyarılara rağmen şeytanın vesvesesine kapılan Hz. Adem ve Havva, yasaklanan ağaçtan yiyerek cennetteki hayatı kaybediyorlar. İşledikleri günah rahatlarının bozulmasına sebep oluyor ve neticede cennetten çıkarılıyorlar. Allah bu durumu şöyle anlatıyor:
“Allah dedi ki; birbirinize düşman olarak oradan inin! Artık benden size bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa, o sapmaz ve sıkıntıya düşmez”(Taha/123)
Ayette, Allah Adem ve Havva’yı cennetten çıkarırken ihbitû diyerek “Hubut” kelimesini kullanıyor. Şüphesiz bir şeyi anlatırken Allah’ın kullandığı kelimeler çok önemlidir. Buradaki “Hubut” kelimesi sözlükte “bir şeyin yukarıdan aşağıya inişini ve düşmesini ifade ediyor. Cennet hayatından dünya hayatına geçiş ifade edilirken kullanılan hubut kelimesi bizim tenzil-i rütbe dediğimiz aşağı bir konuma indirildiğimizi ifade ediyor.
Hani dışarıda rahat yaşarken hapishaneye giren adam hakkında da “düşmek” tabirini kullanırız ya! “Filan hapishaneye düşmüş” deriz. İnanın bizim cennetten dünya hayatına inerken Allah’ın kullandığı “hubut” kelimesi, tam da birinin hapishaneye girişini ifade etmek için türkçede kullandığımız “düşmek” kelimesinin aynısıdır. Yani anlıyacağınız o ki; biz bu hayata düşmüşüz!
Düştüğümüz ve şu an yaşamakta olduğumuz bu hayata Kur’an “Dünya hayatı” diyor. Çok ilginçtir ki bu hayat isimlendirilirken kullanılan kelime de bize bir şeyler anlatıyor. Şöyle ki:
“Dünya” kelimesi Arap dilbilimcilerine göre “yakınlık ve yakın olma” anlamındaki dünüv kökünden, yahut “alçaklık, bayağılık, değersizlik” anlamına gelen denaet kökünden türetilmiş olan edna kelimesinin müennes (dişi) kalıbındaki ism-i tafdilidir. Dünya kelimesi Kur’anda genellikle “hayatüddünya” şeklinde sıfat tamlaması olarak kullanılır. Yani dünya kelimesi şu yaşadığımız hayatın sıfatı olarak kullanılmıştır.
Buna göre dünya kelimesi “en yakın” veya “en değersiz” anlamına gelir. Bu dünya hayatı ahirete göre bize daha yakın ve Allah’ın mü’minlere ahirette vaadettiği cennet hayatına göre de daha değersiz olduğu için “dünya” kelimesini bu hayatın iki ayrı sıfatı olarak her iki anlamıyla birlikte anlamak en güzeli olsa gerek.
Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden anlaşıldı ki, bu dünya hayatı değersiz ve alçak bir hayattır. Ve biz cennette işlediğimiz günahtan dolayı bu hayata düşmüşüz. Demek ki, günahlar insanı alçaltıyor ve düşürüyor. Demek ki bu dünya hayatı, bizim düştüğümüz yerdir.
İnsan düştüğü yeri sever mi?
Mesela, bir tuzağa düştünüz, sever misiniz?
Hapishaneye düştünüz, sever misiniz?
Bir zalimin eline düştünüz, sever misiniz?
Bir çukura düştünüz, sever misiniz?…
İnsan düştüğü yeri severse ne olur?
Yerinde kullanılmayan sevgiye yazık değil mi?
İnsan düştüğü yeri severse orada kalmaz mı?
Peki o zaman düştüğü yeri seven aşağılık olmaz mı?
Aşağılık olmayı seven ve aşağıda kalan biri nasıl tekrar yücelebilir?…
Allah bizim aşağılık olmamamız için düştüğümüz yere düşkün olmamızı istemiyor.
“Şüphesiz ki, onları hayata karşı insanların en düşkünü bulursun, hatta müşriklerden de düşkün olduklarını görürsün. Her biri arzu eder ki bin sene yaşatılsa!… Oysa uzun ömürlü olmak onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah onların neler yaptıklarını görüyor.”(Bakara/96)
Allah tam tersine bizi düştüğümüz yerden kaldırmak ve yüceltmek istiyor. Daha doğrusu bize rahmet etmek istiyor.
“Allah dedi ki; birbirinize düşman olarak oradan inin! Artık benden size bir hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa, o sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Kim de benim bu uyarıcı mesajlarımdan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz”(Taha/123,124)
Allah insanı düştüğü yerden kaldırıp tekrar yüceltmek ve yüce bir hayatın içine sokmak için bizlere Kur’anı göndermiş. Bu Kur’an onu hakkıyla okuyan ve ona inanarak amel eden insanlarda hayata yukarıdan bakıp onu anlayacak bir bakış açısı oluşturuyor.
Bilindiği gibi bir insan bir şeye yandan değil yukarıdan bakarsa, o şeyi tam olarak görme ve dolayısıyla anlama imkanı kazanır.
Ayrıca bu Kur’an kendi mensuplarında çok yüce hedefler oluşturarak bu aşağı(lık) dünyanın onları gereksiz yere meşgul etmesine ve telef etmesine müsade etmez.
Öyleyse düştüğümüz yerden bizi kaldıracak kitaba sımsıkı sarılalım. Onunla ilişkimiz Allah’ın istediği, Hz. Muhammed’in gösterdiği şekilde olsun. Çünkü bu kitap sahibinin inayetiyle indiği günden bugüne kadar nice fertleri ve toplumları düştükleri yerden kaldırmış ve aziz eylemiştir. Buna tarih şahitlik etmektedir. Bundan sonra da şahitlik etmeye devem edecektir Allah’ın izniyle! Yeter ki biz yücelerden (semadan) düştüğümüz yere(dünyaya) uzatılan ipe(hablullah’a) elimizi uzatalım.
Hasan Eker