أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ

44- (Ey vahyin muhatapları!) Kitabı okuyup durduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? (Bunun yanlış olduğunu) Akıl etmeyecek misiniz? (Bakara:44)



.





EL-ALÎM

EL-'ALÎM

Her şeyi mükemmel bilen

 

“…O karada ve denizde olan-biten her şeyi bilir; hiçbir yaprak düşmez ki O bunu bilmesin; yerin derinliklerinde bir tek tohum, yaş-kuru hiçbir şey yoktur ki O’nun apaçık yasasına dâhil olmasın.” (En’âm 6:59)

 

Eğer bu tek ayet üzerinde derin düşünülürse bu temsili resmin gönül gözüne ne çok şey gösterdiğini anlarız. Eğer anlarsak, her yaprak gördüğümüzde Allah’ı anarız. Sadece yeşil yaprak değil, kuru yaprak gördüğümüzde de anarız. “Şimdi Allah bu yaprakları biliyor; hangi dalda yetişti, hangi rüzgârda savruldu, hangi günün güneşi kuruttu, hangi suyla büyüdü, o suyu hangi bulut toprağa bıraktı, o bulut hangi denizin buharıyla beslendi, hangi mekânları aşıp geldi? Bu ağacın tohumu hangi ağaçtan alındı, bu ağacın atası ta ilk tohumdan bu yana hangi merhaleleri kat etti? Evet, Allah bütün bunları ve daha her yaprak ve her tohum hakkında aklınıza gelen ve asla gelmeyecek olan sayısız sorunun cevabını da biliyor. Allah’ım sen ne kadar çok şey biliyorsun ya rabbim. Sonsuz bilen tek sensin.

 

Tabiatın yaratılmasındaki o muhteşemliğin bilgisini kendinde bulunduran el-Âlîm’in ilmini ilk bakışta anlayamayız. Kendini kamufle eden tabiatın sırlarını anlayabilmek için biraz dikkatli ve derinlemesine bakmalıyız. Lafzı, yapraklar (Ayetler) arasında ilk anda göze çarpmayan dallar gibi resmetmeye bunun için çalıştık.

العليم

علم: A-L-M kökünden türetilen Alîm ismi; bilmek, tanımak ve idrak etmek anlamlarına gelmektedir. EL- Alîm ise ismi; her şeyi her durumda başlangıcını ve sonunu, gizli ve açığını bilen, yerde ve gökte, dünyada ve âhirette, şahadet ve gayb âleminde ilminden hiçbir şey saklı kalamayan, ezel ve ebed arasında bulunan her şeyi ezelî ve ebedî ilmiyle kuşatan, Yüce Allah’ın Esma-ul hünsasından biridir. İsmi fail veznin de olan bu isim ilmi Allah’ın zatına nispet eder. İnsanların bilmesi nispi ve arızidir. Allah'ın bilmesi ise, - bütün isim ve sıfatlarında olduğu gibi - zati’dir. Onun için O'nun bilmesinde dereceler bulunmaz. Onun bir şeyi bilmesi malumata bağlı değil, bilakis malumat O’nun ilmine bağlıdır. Hiç bir şey Allah’ın ilminin dışında değildir. Allah’ın ilmi mutlak ve sınırsız bir ilim olduğu için insanoğlu bu ilahi ilmi idrak etmesi mümkün de değildir. Bu manada kul cahil Allah ise mutlak Alîm’dir.   Kur’an da en çok kullanılan kelimelerden biri de ilim kökünden türeyen kelimelerdir. Kur’an da bir şeyin çokça vurgulanması o şeyin kıymet ve değerine atıfta bulunur. İlim çok değerli olduğu için Kur’an da sıkça vurgulanmıştır. İlim kelimesinin türevleri;

Alamet; İz, belirti ve işaret manasını ifade eder. Alamet kelimesinin ilim kökünden türemesindeki hikmet; her bir alamet ilme ulaştıran bir basamak mesabesindedir. Her alamet ilmin ön basamağıdır. Elin de basamağı olmayanın ilme ulaşması mümkün değildir. İlmin en büyük alameti; harflerdir, kelimelerdir ve bu kelimelerin ifade ettiği manalardır. Her alamet ilme bir basamak, ilim ise Allah’ı tanımaya bir basamaktır.

Malum; İlmin meyvesi ve semeresine malum denir. Malumat ise kelimesi, maluma götüren içerik demektir. Bir şeyin malum olabilmesi için malumatının bilinmesi gerekir. Malumatı bilinen bir şeyde ilim olur.

Talimat; İlme ulaştıran vesilelere talimat denir. Kur’an da ki talimatların tamamı, kişiyi var oluş gayesine uygun bir âlim yapmak içindir. Bundan dolayıdır ki; kendini bilen rabbini bilir; kendini unutan rabbini unutur. Vahyin talimatlarıyla inşa olmamış topluluklara Kur’an cahiliye ismini vermiştir.

Muallim; Kişinin ilme ulaşmasına vesile olan, İlim öğreten kişiye muallim denir.

Âlem; Bayrak demektir. Çünkü bayrak bir vatanın simgesidir. Âlemler diyoruz değil mi? Peki neden? Çünkü Tüm âlem Allah’a bir işarettir. Kâinatta zerreden küreye ne varsa hepsi birer âlemdir. Âlemlerden ister görünen, isterse görünmeyen olsun kâinatta her ne varsa Allah’a işaret eden birer alamet hükmünde oldukları için isimleri âlem olmuştur. İnsana düşen âlem üzerinden Allah’a ulaşa bilmekti. Tüm Âlem, Allah deyip dururken gözümüz Allah’a değil, âlem’e takılı kaldı: Ressama değil resim’e âşık olduk. Kâinat Allah’ın esmasını resmedip dururken, insanlık esmaya değil eşyaya âşık oldu. Âşık’ın maşuk ta ki sapması beraberinde şirki doğurdu. İşte şirk; sevgide Allah’ı gereği gibi takdir edememenin acı sonucudur.

Nazari çerçeve;

Kâinatta var olan her şey bir Allah’ın El-Âlim oluşuna işaret eden birer malumat hükmündedir. Tüm varlık varlığıyla şunu haykırır; Allah’ü Teâlâ her şeyi bilir. Var olanları bildiği gibi, var olmayan şeyleri de bilir. Hiçbir hadise Allah'ın ilminden bir lahza dışarı kalamaz. Hiçbir şey O’na karşı kendini gizleyemez. Bizi bildiği gibi, içimizdeki niyetleri de bilir. Onun ilmi sonsuzdur. Eşsiz ve benzersiz bir ilme sahip olan sadece Allah’tır.
Allah'ın bilgisine sınır yoktur. O her şeyi bilir. Allahın ilmi, eşyaya ve ya sebeplere dayanmaz, bilâkis bütün eşya ve sebepler onun ilmine dayanmak zorundadır. Kulun, eşyayı bilmesi, eşyaya tabidir ve onun sayesinde meydana gelir. Allah’ın ilmi ise eşyaya bağlı değildir eşya yok iken de Allah El-Alim idi. Kuranda Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığı ve O'nun her şeyi en ince detayları ile bildiğini belirten birçok âyet-i Kerîme vardır. Olmuşları olduğu gibi, olacakları da, olmuşlar kadar açık ve seçik bilir. Hiç bir şey O’nun ilminin dışında değildir. O’nun ilmini hiçbir şey kuşatamaz. Yaratıklar, onun müsaade ettiği kadar bilgiye sahip olabilirler. Ötesini bilemezler. İnsanların bilgisi tam ve mutlak değildir; istikbali bilmekte tamamen acz içerisindedirler. Oysa Allah'ın bilgisi mekânla kayıtlı olmadığı gibi zamanla da kayıtlı değildir.


“ Allahü Teâlâ gizliyi de aşikâr olanı da Alîm (bilen)'dir." (Haşr Sûresi, 59/22)

Allah'ın zâtı, hiçbir mahlûkuna benzemediği gibi ilmi de mahlûk ilmine benzemez. Ezelî ilim ancak O'nundur ve O'na mahsustur. Olmuş ve olacak her şey O'nun ilminde daima hazırdır. Kayıtlı ve sınırlı, evveli ve âhiri olan ve her şeyi sonradan öğrenen insanoğlu, bu dar, kısıtlı ve sınırlı ilmiyle, Allah'ın ezelî ilminin varlığını ancak kendi kapasitesi kadar bilebilir. Allah’ın ilminin eşsiz ve benzersiz hakikatini asla gerçek manada idrak edemez. İnsanın, iradesi gibi düşünmesi ve hatırlaması da cüzîdir. Bir anda iki şey düşünemez ve hatırlayamaz. Allah'ın ilmi ise küllîdir, "her şeyi birlikte bilir"; mutlaktır, "hiçbir kayıt altına girmez" ve muhittir, "her şeyi içine alır, ihata eder." O’nun ilminde sınır yoktur.

Bütün hayat sahiplerinin, muhtaç oldukları rızıkları layık bir tarzda, münasip bir vakitte ve umulmadık bir yerden vermek, ancak her şeyi kuşatan bir ilim ile olur. Çünkü rızkı gönderen, rızka muhtaç olanları bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını görecek; sonra rızkını layık bir tarzda verebilir. Mesela süt ile besleyen yavrulara, suya muhtaç bitkilere gereğince yardım eden, elbette o yavruları tanır, ihtiyaçlarını bilir, o bitkileri görür ve yağmurun onlara ne kadar lüzumlu olduğunu bilir ve sonra yağmurunu gerektiği kadar, gerektiği miktarda gönderir. O halde rızkı mükemmel olarak verilen her bir mahlûk Allah’ın ilim sıfatına şahadet etmektedir.

Eşyaya ayrı ayrı muntazam ve hikmetli suretler vermek ancak bir ilm-i muhit ile mümkündür.
Mesela deveye bakalım: Devenin hörgücü depo gibidir. Günlerce bu depodaki rızık ile idare edebilir. Üç hafta su içmeden yaşayabilir. Ayakları geniştir. Kumda batmadan koşabilir.

Göz kapaklarındaki kirpikler ağ gibidir. En şiddetli kum fırtınalarında bile gözleri kum ile dolmaz.

Burnu öyle bir şekilde yaratılmıştır ki, en korkunç fırtınalarda bile rahatça nefes alabilir.

Üst dudağı yarıktır. Bu da dikenli çöl bitkilerini kolayca yemesini sağlar.

Uzun boynu yerden 3 metre yükseklikteki yaprakları bile yemesine imkân tanır.

Dizler, bir boynuz kadar sert ve kalın bir zardan oluşan nasırla kaplıdır. Bu nasırlar hayvan kumlara yattığında onu aşırı sıcak olan zeminden ve yaralanmalardan korur.

Kalın kürkü sayesinde yazın (+) 50 dereceye varan sıcağına, kışın ise (-) 50 dereceye kadar ulaşan soğuğuna dayanabilir. Ve daha bunlar gibi birçok özellik…

Devenin vücudunda hadsiz şekiller ve imkânlar düşünülebilirken, hayatının devamı için en mükemmel sureti ve şekli vermek, her şeyi bilen bir zatın ilmini ispat eder. Mesela, devenin bütün özellikleri olmakla birlikte sadece ayakları atın ayakları gibi olsaydı, çölde 1 km. bile gidemezdi. O zaman diğer özelliklerinin bir önemi kalır mıydı? Veya gözü ağlı olmasaydı fırtınalarda tek bir adım bile atamazdı. Dudakları yarık olmasa beslenemezdi. Görüldüğü gibi devede var olan bu birçok özellik bize bir Âlim-i mutlak-ı gösteriyor. Hadsiz imkânlar içinde en güzel sureti, en mükemmel vücudu, en layık sıfatları vermek ancak bir ilm-i muhit ile olabilir. İlminde muhit olan sadece Allah’tır. Şimdi filleri, balıkları, kuşları, böcekleri, bitkileri ve diğer mahlûkatı deveye kıyas edin ve Allahın nihayetsiz ilmini bir derece tefekkür edin.

        Kâinattaki mizan ve denge Allah’ın Alîm ismine işaret eder.
Çünkü ölçü ve denge ile yaratmak ancak ilim ile olur. Şimdi mahlûkatı bir kenara bırakarak sadece insana bakalım ve bu mizanın ne derece hassas olduğunu bir derece anlayalım: Vücudumuzda altmışa yakın element bulunmaktadır. Vücudumuzda belli ölçülerde demir, magnezyum ve krom gibi elementler bulunmaktadır ki, bunların azlığı veya çokluğu hastalıklara sebep olur. Mesela, bakır kan yapıcı özelliğe sahiptir. Eksikliğinde sinir hastalıkları baş gösterir. Magnezyum beyin fonksiyonlarını işlettirir. Eksikliğinde davranış bozuklukları gözükür. Vücudun herhangi bir yerinde elementlerin yığılması ise hormonsal bozuklukları meydana getirir. İşte bu denge ve hassas mizan ancak ve ancak bir ilm-i muhitin tecellisi iledir. Bu dengeyi gördükten sonra bu ilm-i muhiti inkâr etmek, ancak akıldan istifa etmek ile mümkündür.

Saniyede 4 insan ve günde yaklaşık 350.000 insan yaratılıyor. Her birine göz, kulak, dil gibi onlarca cihaz takılıyor. Ve insanın yaratıldığı o saniyede mikroplardan, bakterilerden, karıncalardan, sineklerden, böceklerden tutun da kuşlara, balıklara ve diğer canlılara kadar hadsiz fertler, aynı o saniyede yaratılıyor. Hâlbuki çabuk olan, ani bir surette yaratılan ve basit bir maddeden oluşan şeyler, gayet basit, şekilsiz ve sanatsız olması lazım gelirken, bakıyoruz ki, yaratılan her şey güzel bir sanatla, nakışlarla süslenmiş bir tarzda ve mükemmel bir şekilde yaratılıyor. İşte bu yaratılış, Allah’ın âlim isminin kemalini bizlere gösteriyor.

İnanan kimselerin Allah’ın El-Âlîm olduğunu bilmesi; gereğince amel etmesi içindir. Kul, yaptığı her şeyin Allah tarafından bilindiğinin şuurunu her an hissetmeli ve ona göre davranmalıdır. Allah değil yaptıklarımızı, içimizden geçirdiklerimizi dahi bilmektedir. "Bilin ki, Allah içinizden geçeni bilir. (O halde) Ondan sakının." (Bakara, 2/235) Bu düşünce ile hareket eden kul günahlardan uzaklaşır ve Allah’a kul olmanın huzurunu, mutluluğunu tatmış olur. Allah’ı El-Âlim olarak bilmek kişiyi izzetli kılar. İnsan kendisine ihsan edilen o cüzî ilmiyle Allah'ın Alîm ismini tanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve manalı yaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendinde olandan bile haberdar değilken, insanın bu kadar geniş bir sahada ilmiyle dolaşması, onun için büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğu gibi, kendini okumaktan aciz mahlûkları da okumakla vazifelidir.

Kulun ilim sayesinde elde ettiği şeref bir yönü ile de; ilmin, Allah sıfatlarından oluşu sebebiyledir. En şerefli ilim, malûmu (bilineni) en şerefli olandır. Bilinmişlerin en şereflisi şüphe yok ki, Allah-ü Zülcelâl’dır. Bunun için marifetullah, marifetlerin en efdali olmuştur. Bununla beraber eşyayı bilmek de, Allah'ın işlerini bilmeye yahut kulu Allah'a yaklaştıracak yolu bilmeye veya marifetullah’a ulaştıracak herhangi bir hususa sebep ve vesile olduğu için şerefli sayılmıştır.

Kur’an-i Çerçeve;

“İlm” kökü, çeşitli türevleriyle birlikte Kur’an’da 854 yerde kullanılmıştır. Bu kullanışlar, hem insana vahiy edilmiş hakikat ilmine ve hem de insanın bilme melekesiyle kazandığı dünyevî ilme işaret etmektedir. Kur’an da ilim kelimesinin bu kadar çok kullanılmasından dolayı ilmin ne kadar önemli ve ne kadar değerli bir hazine olduğunu anlıyoruz. Yediğimiz yemeklerin, içtiğimiz içeceklerin, giydiğimiz elbiselerin, evlerimizin, bineklerimizin hepsinin yapılması, kazanıl­ması, harcanması ilimle olmaktadır. Rabbimizin ilmiyle insanlık ailesinin ilmini kıyasla­mak için bilgisayar çağını yakalayan insanın keşfettikleri ve ilim diye sevindikleri, Rabbimizin milyonlarca yıl önce yarattığıdır. İnsan yaratmıyor, yaratılanı keşfediyor. Kendi vücudunda bir hücre yaratamadığı gibi daha vücu­dundaki hücrelerin sayımını tamamlayamamıştır. Kur'an'ı indiren Allah'tır. Tabiatı yaratan Allah'tır. O'nun indirdiğini ve yarattığını anlamaya çalışmak ibadettir.

“İnsana kalemi öğreten, kitabı öğreten, Kur'an'ı öğreten, isimleri öğreten, harp sanayini öğreten, Süleyman'a (s.a.v.) kuşdilini öğreten, bilen­lerle bilmeyenlerin denk olmadığını bildiren” Allah'tır. “Her ilim sahibinin üstünde daha âlim biri vardır”  diyen Allah’tır. Tüm bu ayetler ilimin ne kadar değerli ve önemli olduğunu anlatmaktadır.

Kur’an’daki ilim kavramı, ezelden ebede kadar nihai gerçeklikleri ifade eder. Allah’ın esması olarak insanı ve diğer varlıkları kuşatan, varlıkla birlikte yürüyen ve sonuçta Allah’a varan bir süreçtir. O maddi ve manevi alanı kuşatır. Kaynak olarak Allah’ı gösterir ama bunun yanında insan aklına ve o aklın ürünlerine de değer verir. Bu yüzden Kur’an, Allah’ın bildirdiklerine ilim derken, insanın bildiklerine de ilim demektedir. Kur’an’ın ilim kavramını hem bilgi, hem de bilim olarak anlayanlar da vardır. Ancak bilgi, ilim kelimesinden daha geniş anlamda kullanılıyor. Bilgi, bilinen bir şey, yani malumattır. Bilinen şeylerin doğru veya yanlış olma ihtimalleri vardır. Böyle bir bilgi Kur’an’ın “kesin doğru” “dünya ve ahiret için faydalı” anlamındaki ilim gibi değildir. Bilgi, ilim seviyesinde olabileceği gibi, zan, şüphe, tereddüt veya cehalet seviyesinde de olabilir.

“Alîm” ismi Kur’an da çok geniş kapsamlı bir isim-sıfat olarak Allah’a izafe edilmiştir.     El-Alîm ismi; Kur’an da 153 defa müstakil bir ismi olarak zikredilir. Müstakil isim olarak geçtiği ayetlerden bir kısmı:

 “Allah zalimleri bilendir.” (Bakara 95)

“Allah bozguncuları bilendir.” (Ali İmran 63)

 “Allah muttakileri (takva sahiplerini) bilendir.” (Ali İmran 115)

 “Allah göğüslerin içinde olanları bilendir.” (Ali İmran 154)

 “Allah insanların yaptığı amelleri bilendir.” (Bakara 283)

 “Allah göklerde ve yerde olanlar ve söylenen sözleri bilendir.” (Maide 97, Enbiya 4)

“Allah her şeyi bilendir.” (Bakara 29) 156

El- Alîm ismi, Kur’an da şu esmalar ile beraber zikredilmiştir: El-Hakim, El-Vasi, El-Semi‟, Eş-şakir, El-Halîm, El-Aziz, El-Hallak, El-Kadir, El-Fettâh ve El-Habir. Kur’an’ı kerimde Allahın eşsiz ve benzersiz Alîm oluşu şu ayetle anlatılmıştır;

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَا إِلَّا هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الْأَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ

«Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah'ın bilgisi dâhilin de, Levh-i Mahfuz'da) olmasın.» (Enâm Sûresi, 59)

Allah’ın ilminin sonsuzluğu şöyle tarif edilir;

“De ki: Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenir. Yardım için bir o kadarını daha getirsek yine yetmez.” (Kehf/109) “Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, denizlerde mürekkep, arkasından yedi deniz( daha mürekkep olup) ona yardım etse de (Allah’ın kelimeleri yazılsa), yine, (bunlar tükenir), Allah’ın kelimeleri tükenmez. Allah öyle üstündür, öyle hikmet sahibidir. “ (Lokman/27)

 Alîm isminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar:

1-Rabbimiz bizi nasıl eksiksiz bir şekilde yaratmışsa, getirdiği nizam da aynen öyle eksiksiz ve mükemmel bir nizamdır.

Rabbimiz yaratmış olduğu bizlerin nasıl bir hayata ihtiyaç duyduğunu en iyi bilendir. Bunun için bize hayat rehberi olarak Kur’an’ı indirmiş ve Rasulünü göndermiştir. Bizleri tam bir ilimle yaratmış ama başıboş bırakmamış, kontrolünden uzaklaştırmamıştır. Mutluluğumuz için birtakım helal ve haramlar çizmiş, cennet yolunun ölçülerini belirlemiştir.

“Yaratan, yarattığını bilmez mi?” (Mülk 14)

2-Bizler, ilmin kaynağının Allah olduğunu bilmeliyiz.

İlim öğrenmek istiyorsak Kur’an’a yönelmeliyiz. Hayatımız ilimle dolsun, hiçbir anımız boş geçmesin istiyorsak Kur’an’la beraberliğimizi artırmalıyız. Diğer ilimler bizim için Kur’an ilminden önce geliyorsa o zaman hayatımızda bir dengesizlik oluşacaktır. Diğer ilimler, ancak Kur’an daha iyi anlaşılması için öğrenilir. Kur’an’dan uzaklaştırsın diye değil.

Bazıları, “Kur’an’ı anlamak için oniki tane ana bilim, yetmiş tane de ara bilim  bilmenin gerektiğini” söylüyorlar. Bu insanlar açıkça, “Sizin Kur’an okumanıza, bilinçlenmenize gerek yok, sizler bilinçlenirseniz bizim saltanatımız sarsılır” demektedirler. Acaba sahabeler kaç tane ana ve ara bilim dalı biliyorlardı? Oysa onlar önce Kur’an’la tanıştılar. Allah’ın ilmiyle donatıldılar. Sonra da Allah onları yeryüzünün vârisleri kıldı.

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“Anlamı düşünülmeden okunan Kur’an’da hayır yoktur. İlimsiz, cahilce yapılan ibadette de hayır yoktur.

3-Öğrendiğimiz ilimler takvamızı, Allah’a karşı saygımızı ve korkumuzu artırmalıdır.

İlim öğrendikçe günahlarını daha basit gören, samimiyetini kaybeden, her yanlışına dinden bir kılıf uyduran kimseler gibi olmamalıyız. Rasulullah (s.a.v) ve ashabı öğrendiklerini, Allah’tan daha çok korkmaya ve O’na daha çok saygı duymaya vesile olsun diye öğreniyorlardı. Öğrenmekle kalmayıp ilmi gönüllerine sindiriyor, hayatlarının her bölümünde yaşamaya çalışıyorlardı.

“Kulları içinde ancak Alîmler, Allah’tan korkarlar..” (Fatır 28)

Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler, çok ağlardınız,.”261

4-İnsan her konuda sınırlı olduğu gibi, ilim konusunda da sınırlıdır.

Allah, sırf ilim elde etmek için yola düşen bir insanı Cennet’e giden yola yöneltir. Melekler ilim yolcusundan razı olurlar ve kanatlarını onun için açarlar. Göklerde ve yerdeki tüm canlılar, denizlerdeki balıklar bile âlim için af ve mağfiret dilerler. Âlimin abide üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır; şu kadar var ki, peygamberler dinar ve dirhem miras bırakmazlar; peygamberler ilmi miras bırakırlar. Kim bu ilimden bir şeyler elde ederse, gerçekten büyük bir mirasa konmuş demektir”.

5-Mal arttıkça yükünüz artar. İlim arttıkça yükünüz hafifler. Mal dağıtılınca azalır, ilim dağıtıldıkça çoğalır. Yemeğe doyulur, ilime doyulmaz. Siz malı korursunuz, ilim ise sizi korur.

El-Âlim olan Allah’a dua;

Ey ğaybların âlimi!

Ey ilmi her şeyi kuşatan! Ey en gizli ve en bilinmez sırları bilen, Ey ilmi geçmiş ve gelecek her şeyi ihata eden! Ey dağların ağırlıklarını, denizlerin ölçüsünü, yağmur damlalarının adetini, ağaçların yapraklarının sayısını, gecenin kararttığı ve gündüzün aydınlattığı her şeyin adetini bilen!

 
Eklenme Tarihi : 01.06.2013 02:19:13
Okunma Sayısı : 17301