يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan (Allah yolunda) harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir ta kendileridir. (Bakara: 254)



.





EL-İLÂH

EL-İLÂH

Ulûhiyetin kaynağı

Eşsiz ve benzersiz mabud

                                            

“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka İLÂHLAR olsaydı, (gökler ve yer) fesada uğrayıp mahvolurdu.” (Enbiya 21:22)

 

“ O’ndan başka İLÂH yok! Her şey yok olacak, sadece O’nun Zatı baki kalacak.” (Kasas 28:88)


 
               Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
               Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
               Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
               Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..

                                                                    Necip Fazıl Kısakürek.

 

Necip Fazıl Kısakürek üstadın canım İstanbul adlı şiirinde dediği gibi minareler sanki Allah’tan başka ilah yok (La ilahe illallah) diye yükselen şahadet parmakları gibi.

 

La ilahe illallah demek yüzde yüz Allah demektir. Varlık kapısını açmak isteyen bu anahtara sarılmalıdır. (M.İslamoğlu)

Bu resimde; bir akşamüstü üstadın dediği gibi İstanbul’un imanını gösteren şahadet parmaklarından birkaç tanesini çizmeye çalıştık. El-İlah lafzının o lâfzî şeklini de göçmen kuşların uçuş düzenleri ile vermeye çalıştık, Yani her canlı cansız lisanı hal ile La ilahe illallah der.

Tabi ki bunu okuyana…      


الإله

Luğavi Çerçeve;

İlah kelimesinin türevi hakkında üç farklı görüş vardır.

Birinci görüşe göre ilah kelimesi; اَلهَ = E-LE-HE veya E-Lİ-HE kökünden türemiş bir isimdir. Bu görüşe göre ilah kelimesinin kök manası; Hayret etmek, şaşmak ya da şaşırmaktır. ilah; İnsanları hayrete düşüren, esma ve sıfatlarına şaşılıp kalınan demektir. Zira kul O’nun esma ve sıfatları üzerinde düşündüğünde şaşkına döner ve hayretler içinde kalır. Böylelikle insan ondan korktuğu kadar, O’na iştiyak ve sevgi de duyar.  

İkinci görüşe göre ilah kelimesi; وِلاهٌ kökünden türemiş bir isimdir. Baştaki “vav” harfi “elif” harfine dönüştürülerek ilah halini almıştır. Bu kökten türediğini savunan luğatçılara göre ilah kelimesinin kök anlamı; Özlem ve hasret duyulan demektir. Böyle adlandırılmasının sebebi; tüm mahlûkatın O’na özlem duymasıdır. Kâinatta en çok özlem duyulan Allah’tır. Kim ne ye ve hangi şeye en çok özlem duyuyorsa onun ilahı o’dur. İman edenlerin en çok özlem duydukları Allah’a olduğu için onların ilahı tek bir ilah olan, âlemlerin Rabbi Allah’tır.

2.165*************وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِ وَالَّذينَ اٰمَنُوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِ وَلَوْ يَرَى الَّذينَ ظَلَمُوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَميعًا وَاَنَّ اللّٰهَ شَديدُ الْعَذَابِ

2.165 – İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'tan başkasını Allah'a denk tutar, tıpkı Allah'ı severcesine onları severler. Müminlerin Allah'a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir.  Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah'a ait olup, Allah'ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi!

Üçüncü görüşe göre ilah kelimesi; لَاهَ- يَلِيهُ- لَيَاهًا kökünden türemiş bir isimdir. Bu görüşe göre ilah kelimesinin kök manası; ihticap, gizlenme ve örtünme anlamlarına gelir. Bu görüşe göre ilâh; örtülü, görülmez ve ulaşılmaz olandır. Kâinatta tek bir ilah vardır.   O da Allah’tır. İnsanlar Allah’ı göremezler. Görünmeyen bir ilah, tanına bilmesi için O’nun esma ve sıfatlarının bilinmesi gerekir. Bundan dolayı Allah, kendi zatına esmasını perde kılmıştır. İnsanlar Allah’ın zatını değil, esma ve sıfatlarını düşünüp anlamakla sorumludurlar.

           İlah kelimesinin yukarıda anlattığımız üç görüş etrafında manalandırdığımızda; tutkunu ve düşkünü olmak, şaşırıp kalmak, ısınmak, yönelmek, özlem duymak, alışmak, aşırı sevgiden dolayı yönelmek, kulluk etmek manalarına gelir. Araplar;” أله فلان” dediklerinde; Filan kişi ibadet etti, kulluk etti derler. Arapların bu kullanımdan yola çıkarak diyebiliriz ki ilah; “Mabudu bil hak’tır. İbadet edilen, kulluk edilen ve itaat edilendir. Sözün özü ilah; "kendisine ibadet edilen mabut, kudret ve kuvveti önünde huşu ile boyun eğilip, ibadet ve itaat etme gereği duyulan, her şeyden çok sevilen, ta'zim edilen kutsal güç" anlamına gelir. Tapınılan, kendisine ibadet edilen, üstün sayılan, sevgide eşsiz, mutlak itaat edilen bütün varlıkların ortak adı "ilâh"tır. İlâh kelimesinin çoğulu; آلهة =İlahlardır. İlah kelimesi hep nekira olarak kullanılmıştır. Kur’an da belirlilik=marife takısı ile hiç kullanılmamıştır. Genel ekseriyetle de hep çoğul sığası ile kullanılmış olup, tekil sığası ile kullanımı çok azdır. Bunun hikmeti şudur; Çoğul sığası ile kullanılması, İnsanların ekserisinin Allah ile beraber başka ilahlar edindiklerine bir işarettir. Nekira olarak kullanılması ise; Herkesin kendine göre bir ilahının var olduğunu gösterir. Kimisi parayı kutsayarak ilah edinmiştir. Parası ile Allah’ın emirleri karşı karşıya geldiğinde parasını ve çıkarını tercih etmişlerdir. Bir diğere ise Allah ile beraber makamı ilah edinmiştir. Söz konusu siyaset, makam ve mevki olunca Allah’ı ve O’nun emirlerini çok rahat bir şekilde satıp koltuklarını satın almışlardır. Bir başkaları ise Allah ile beraber nefislerini, heva ve heveslerini ilah edinmişlerdir. Bu kimseler için Allah’ın ve O’nun emirlerinin hiçbir önemi yoktur. Bunlar sadece nerde akşam orada sabah etmenin derdini taşıyorlar. “ Nefsini ilah edineni gördün mü? Şimdi o’na sen mi vekil olacaksın?” hakikati işte bunu anlatıyor.

Nazari Çerçeve;

         İnsanın fıtratında kendilerinden üst bir varlığa yalvarma ve o’nu ilah edinme ihtiyacı her zaman var olmuştur. Her insan bir şeyi ve ya şeyleri muhakkak ilah edinir. Kimi tek bir ilah olan “mabudu bil hak= Allah’ı, kimisi nefsini, kimisi makamı, kimisi parayı, kimisi dünyayı ve kimisi de bir azizi ilah edinir.  İnsanlar fıtrattan gelen ilâh edinme ihtiyacını sadece Allah'a yöneltmeleri gerekir. Bu ilah edinme ihtiyaçlarını doğru yöne kanalize edebilmeleri için Allah, insana İslam fıtratı vermiş ve onları peygamberler ile beraber vahiyle desteklemiştir. Varlığın gayesi Allah’ı bilemek değil, varlığın gayesi Allah’ı tek bir ilah olarak bilmektir. İşte tevhitte budur. Eğer insan fıtratında olan bu ilah edinme ihtiyacını doğru yöne kanalize etmez ise “tabiat boşluk kabul etmez” hakikatince muhakkak o boşluğu sahte ilahlar ve sahte mabutlar dolduracaktır. İşte insanı şirke ve küfre götürende budur. Hayat ise tamamen tevhit ve şirk üzerine kurulmuş bir mücadeleden ibarettir. İnsanın varlığı bu mücadeleye bağlıdır. Kişide bu mücadele varsa varlığının bir anlamı var demektir. Eğer kişide bu mücadele derdi yoksa varlığının da hiçbir anlamı yoktur. Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın ilahlığından ziyade O’nun tek bir ilâh oluşu üzerinde çok yoğun bir şekilde durmaktadır. Çünkü insanların Allah’ın ilah oluşu ile bir sorunu yok. Fakat insanların Allah’ın tek bir ilah oluşu ile ilgili sorunları vardır. İnsanların pek çoğu, ya doğrudan doğruya ALLAH 'tan başka ilahlar ediniyorlar veya Allah'ın ilahlığına teorik olarak inanırken, pratik olarak hayatlarında ALLAH 'tan başkalarının ilahlığına teslim oluyorlar. Yani Allah tek ilahtır sözü o insanların dillerinde var, fakat hayatlarında yok. “Sizin ilahınız tek bir ilahtır.” Sözü onların hayatlarını belirlemiyor, onların hayatları ilahlarını belirliyor. Yani ilah güneşi ayı ve koca kozmik kâinatın ilah’ı olsun ama benim paramın ve ya hayatımın ilah’ı olmasın. Paramın ve hayatımın ilah’ı ben olayım yani Allah kainatın tek yaratıcısı olsun, fakat iş paraya, makama, maddeye gelince işimize nasıl geliyor ise öyle yapalım söz konusu kazanç olunca ister faiz ister, ister tefe tüfe olsun hiç önemli değil yeter ki kazanalım diyen bir düşünce Allah'ı yerlerin ilah’ı olarak görmüyor. Bu düşünce sadece Allah'ı göklerin ilah’ı olarak görüyor. İşte ilah konusunda, vahyin her zaman değindiği asıl temel sorun Allah ilah oluşu değil, tek ilah oluşudur. Hükmü sadece göklere de geçen; dünyaya, insanlara, yönetime, sosyal ve siyasal hayata, eve, işe ve aşa... karışmayan bir ALLAH inancı. Yani sadece göklerin ilah’ı. Hâlbuki Allah; göklerin, yerin ve tüm âlemlerin rabbidir. İlah’ı hayattan koparanlar ya hayatı ilahlaştırır ya da hayata ilahlık taslar. Bu temel hakikatler ışığında herhangi birini ilah edinmiş olmak için, onu ey Allah’ım diyerek çağırma gerek yok.  ALLAH 'tan başkalarının sözlerine, ALLAH 'ın dinine uyup uymadığını hiç hesaba katılmadan itaat etmek, hükümle ilgili konularda isteyerek ALLAH 'tan başkalarının hükmünü özümsemek onları ilah olarak kabul etmektir. Kâinatta Tek ilâh bir ilah vardır, O da Allah’tır. Kendinden başka kulluk edilecek, sevilecek, ibadet edilecek başka hiç bir ilâh yoktur. Cahiliye döneminde, gerek Mekke müşrikleri gerek yahûdi ve hristiyanlar Allah'ın ilah olduğuna inanıyorlardı; Fakat onlar Allah'ın ilâhlık vasıflarını başkalarına da yakıştırarak, Allah'a karşı en büyük zulüm olan şirk cürmünü işlemişlerdir. Peygamberimiz Mekke sokaklarında dolaşıp insanları davet ettiği kelimeyi tevhit " لاَاِلَه اِلاَّ اَللهُ  Allah’tan başka ilah yoktur" hakikati idi. Bu ifadeden de müşriklerin Allah’ı ilah kabul ettikleri, fakat diğer ortak koştuklarını reddedip sadece Allah’a yönelmeye davet edildikleri zaman bundan yüz çevirdikleri apaçık anlaşılmaktadır. Kur’an inzal edildiği dönemde Araplarının şirke düşmelerine sebep Allah’ın ilahlığını yok saymaları değil, bilakis O’nun ilahlığının yanında başka ilahlar tanımaları idi. Müşrikler putlara taş olarak değil, içinde var olduğuna inandıkları ilahi güçten istifade için tapıyorlardı. Dolayısıyla "La ilahe illallah" (Allah'tan başka ilah yoktur) demek, onları reddetmek anlamına geliyordu. Bu da onlara çok ağır gelmişti. Çünkü manevi güç sahibi olduğuna inandıkları putlarını, en az Allah’ı sevdikleri gibi seviyorlardı. Kur’an: "İnsanlardan bazıları vardır ki; Allah'tan başka O'na şerikler (ortaklar) koşarlar ve Allah’ı sever gibi onları severler, "(Bakara 165) demektedir.

          Tüm kâinat varlığı ile birden fazla ilâhın mümkün olmadığını haykırır. Birden fazla ilâh inancı, kâinatın var oluşu ve işleyişindeki nizama ters düşer. Evrenin varlık ve nizamındaki mükemmellik, Allah'ın tek ilâh olmasının bir delilidir. Allah bu konuda şöyle buyurur:

23.91*************مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذًا لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَ

23.91 - Allah asla çocuk edinmemiştir,  O'nunla beraber başka bir ilahta yoktur: (çünkü eğer başka herhangi bir ilah) olsaydı, her ilah kendi yarattığı âlemi kendinden yana çeker ve şüphesiz her biri diğerine baskın çıkmaya çalışırdı! Sınırsız kudret ve yüceliğiyle Allah, onların tasavvur ve tanımlama yoluyla yakıştırdıkları şeylerden mutlak olarak uzaktır.

Yani, her ilâh başka bir şey dilerdi. Her ilâh diğerinden farklı bir şey yapmak, bağımsız olduğunu ve egemenliğini göstermek isterdi. Bunun sonucunda da bütün kâinat fesada uğrar ve yerle bir olurdu. Hâlbuki kâinatta muazzam bir düzen vardır. Öyleyse bütün kâinata hükmeden ilâh tektir ki, O da Allah'tır. Bütün evren, içindeki varlıklarla birlikte, gücü her şeye yeten, bilgisi her şeyi kuşatan bir İlâh'ın kontrolündedir. İşte insanlar bu İlâh'a yönelirler, O'na duâ ederler, O’na sığınır, Ondan yardım ister ve O’na boyun bükerler. Korkuları bu İlâh'tandır, güvenleri de bu İlâh'adır. Bu İlâh'a her şeyleri ile bağlıdırlar, O'nu her şeyden çok severler. Elbette bu ilâh âlemlerin Rabbi tek bir ilah olan Allah'tır. Kâinatta Allah ile beraber bir ilah olmadığı gibi Allah’tan daha alt ilahlarda olamaz. İnsanlardan kimileri Allah’ı en büyük ilah olarak kabul ederken, Allah’ın hemen altında da Allah’ın astları olarak ilahlar tanımışlardır. Bizler "Lâ ilâhe illâllah" kelimesini kalben kabul edip bunun gereğini haykırdığımızda aslında Allah'tan başka hiç bir ilâh olmadığını haykırdığımız gibi aynı zamanda Allah’ın altında ve Allah’ın astları olduğunu iddia ettikleri tüm ilahları reddediyoruz. Çünkü "Lâ ilâhe illâllah" başındaki “lam” Arapçada cinsten hükmü nefiy etmek için kullanılan “La” dır. Manası; İlah cinsinden ve adedinden ne varsa ister O’na denk, ister O’na ast, isterse O’na alt ilahlar olsun hiç fark etmez, ilah cinsinin tamamını nefiy ediyorum demektir. Çünkü iman edenler kâinatın tek bir güç tarafından idare edildiğinin ve O’nun tarafından yönetildiğinin şuuru içindedirler. Bunun sonucunda da tüm sentetik ve suni ilahları önce reddeder. Sonra tek bir ilahı kabul ederler. الا الله “illa Allah” demeden önce  “La İlahe” deriz. ”لا اله “ La ilahe” kelimesi Arapçada “yoktur” ve “kesinlikle kabul etmem, reddederim” anlamlarına gelir. Yani bizim imanımız, ret ve inkâr ile başlamaktadır. Öncelikle kalbimizi “La” süpürgesi ile süpürüp tüm sahte ilahlardan temizlememiz gerekir. Adeta bir süpürme operasyonu gerçekleştiriyoruz. Unutmamalıyız ki iman, ancak tertemiz bir kalpte yeşerir. Eğer kişi reddetmeden iman ederse bu şirk olur. İşte insanların en temel problemi de budur. “İnsanların çoğu şirk koşmadıkça iman etmezler.” Hakikati bunu ifade etmektedir. İmanımızı sağlam bir temel üzerine oturtmazsak, ahrete de “Çalışıp da boşa yorulmuş” kimseler zümresine gireriz. İnsanlardan kimileri reddetmeden tasdik ettikleri için; Bir yandan hayatlarında ilah olarak Allah varken, diğer yandan Allah ile beraber nefislerini, paralarını, çıkarlarını, hayatlarını, makamlarını ve azizlerini de ilah olarak kabul ederler. Çoğu bunun farkında bile değildir. İnsanlardan kimileri de, hiç bir ilah’a inanmadığını iddia ederler. Fakat bu kimseler zora düştüklerinde sığındıkları, bağlandıkları, yardım istedikleri, her şeyden çok sevdikleri, her şeyden büyük saydıkları birleri mutlaka vardır. İşte o kimseler ve ya o 'şey' onun için bir ilah’tır. Kur'ân-ı Kerim çok ilginç bir örnek veriyor: Bir takım insanlar kendi görüşlerini, kendi isteklerini, kendi emirlerini en üstün ve doğru görürler. Bırakın bir dinin emrine uymayı, toplumda geçerli olan hiç bir kural onları bağlamaz. Bu tip insanlar, kendi keyiflerine uyarlar. Kendi hevâlarından (arzularından) başka kutsal, kendi isteklerinden ve görüşlerinden üstün güç ve doğru kabul etmezler. İşte bu tür insanlar için Kur'ân-ı Kerim;

25.43*************اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰیهُ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكيلًا

 "Gördün mü o kendi hevâsını (istek ve arzularını) ilâh edinen kimseyi. Şimdi onun üzerine sen mi bekçi olacaksın?" (Furkan, 43) demektedir.

Kur’an-i Çerçeve;

     Kur’an-i çerçevede ilah kavramını doğru algılayabilmemiz için Mekke de yaşayan insanların nasıl birden fazla ilah edindiklerini görmemiz gerekir.  Mekke müşrikleri putperestliği, ilk defa Huzaa kabilesinden Mekke’nin lideri olduğu rivayet edilen Amr b. Luhay ile tanımıştır. Tutulduğu hastalığın tedavisi için Suriye’nin Belka kaplıcalarına gitmiş ve tedavi olmuştur. Oradaki kişilerin puta taptığını görür. Neden böyle yaptıklarını sorduğunda onlar: "Bunlar ibadet ettiğimiz ilahlarımızdır. Onlardan yağmur isteriz yağdırırlar, yardım isteriz yardım ederler, medet isteriz hemen imdadımıza koşarlar" derler. Onların bu söyledikleri o’nun da hoşuna gider ve kendisine bir put verilmesini rica eder. Oradan aldığı "hubel" isimli putu Mekke’ye getirir. Daha sonra insanları bu puta ibadet etmeye çağırır. Hubel Mekke’ye ortalama miladi 310 yılında gelmiştir. O dönem Mekkeliler Allah’ı tanıyorlar ve kim olduğunu biliyorlardı. Allah’ın göklerin hâkimi olduğunu ve kendilerinin ise yeryüzünün hâkimleri olduklarını iddia ediyorlardı. Allahın yeryüzüne müdahale etmesini gerekli ve lüzumlu görmüyorlardı, çünkü kendileri oraya hâkimdiler(!) Onlar yemin ettiklerinde Allahın adına yemin ediyorlardı; "Vallahi, Billahi derlerdi." Hatta Kur’an da:" Deki: 'Yeri ve göğü yaratan, gökten size su indiren kimdir ?" diye sorarsan diyecekler ki: "Allah'tır"  diyerek onların Allah’a inandıklarını açık bir şekilde ifade ediyor. Mekke müşriklerinin sorunu Allah’ın var oluşu ve ya ilah oluşu değil, bilakis onların temel sorunu Allah’ın tek bir ilah oluşu idi. Allah ile beraber başka ilahlar edinmelerinin temel sebebi de şudur; Mekke’nin önde gelenleri birçok ilahın varlığına kendi çıkarları ve menfaatleri olduğu için inanırlardı. Fakat Mekke’nin avam insanları ise bu önder olarak gördükleri kimselere tabi olarak Allah ile beraber birçok ilahlar edinmişlerdi. Önder olanlar, avam insanları şu gerekçelerle birçok ilah edinmelerine sebep olmuşlardır.

1) Cahiliye insanları kendileri için ilah olduğuna kanaat getirdikleri varlıkların, şiddet ve sıkıntı anlarında koruyucuları olduklarına, onların civarına sığındıklarında ahdi bozmaktan meydana gelecek mesuliyetten ve korkulardan kendilerini koruyacaklarını zannediyorlardı. Kendilerini korumak içinde o ilahlaştırdıkları nesneleri çağırıyorlardı. Hâlbuki çağırdıklarının, onların çağırmalarından bile haberleri yok idi.

46.5*************وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَجيبُ لَهُ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ

46.5 - Allah'ı bırakıp onlara ne şimdi, ne de Kıyamet Günü cevap veremeyecek olan ve kendilerine yalvarıldığının bile farkında olmayanlara yalvarıp yakarandan daha sapık kim olabilir?

 

2) İlahları sadece putlar, melekler ve cinler değildi. Aynı zamanda onlar daha önce ölen Salih kimseleri de ibadet edilenler zümresine dâhil etmişlerdi. Bu ölen kimseleri Mekkeli müşrikler  ilah edindiklerine kur’an şöyle atıfta bulunur.

16.20*************وَالَّذينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْأً وَهُمْ يُخْلَقُونَ. 16.21*************اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَاءٍ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ. 16.22*************اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَالَّذينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

16.20 -21-22:  Allah'tan başka o yalvarıp yakardıklarınıza gelince -bunların kendileri yaratılmış varlıklar olduklarına göre- hiçbir şey yaratamazlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine şuurları da yoktur. Sizin ilahınız bir tek ilahtır.". Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkârcıdır ve onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır.

Yine Nuh suresinde anlatılan beş put; geçmiş zamanda yaşamış beş veli zat idi.

71.23*************وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا

71.23 - çünkü onlar (kendilerine uyanlara): 'İlahlarınızı sakın bırakmayın (onlara sımsıkı sırılın)! Ne Vedd, ne Suva', ne Yeğus, ne Ye'uk ve ne de Nesr'i terk etmeyin!' demişlerdi.

7.194*************اِنَّ الَّذينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجيبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ

7.194 – Allah’tan başka çağırıp, sığındığınız şeylerin hepsi, hiç şüphe yok ki tıpkı sizler gibi yaratılmış kullardır: eğer doğru sözlü kimselerdenseniz, haydi onları çağırın da dualarınıza(çağrılarınıza) icabet etsinler!

               Yukarıda anlatılan bu beş şahıs geçmiş sadece geçmişte Nuh kavminin ilahlaştırdıkları kimseler olarak kalmamış aynı zamanda Mekke müşrikleri de bu putları kutsayarak ilahlaştırmışlardı. Buharinin rivayetin de İbn-i Abbas yukarıda okuduğumuz ayetin yorumunda diyor ki; Önceleri Nuh kavmine ait olan bu putlar, sonradan Arapların putları haline geldi. Vedd; Kelb kabilesinin Dumetu’l Cendel’deki putuydu. Suva’; Huzeylin pututdu. Yeğus; önceleri Murat kabilesinin putuydu, daha sonra Sebe ile birlikte Cevf’te yer alan Beni Ğatif’in putu oldu. Ye’ük; Hemadan’ın putuydu. Nesr’e gelince;  o da Zil-Kale soyundan gelen Himyerlilerin putuydu. Bunlar Nuh kavmine ait Salih insanların isimleriydi. Onlar öldükleri zaman, Şeytan onların toplumuna, onların hayatta iken oturdukları mekânları kutsal adak yeri edinmelerini fısıldadı. Her birinin adını o kutsadıkları mekânlara verdiler. Ta ki o nesillerde gelip geçti. Mekânlar kutsandıkça kutsandı. Sonuçta insanlar kutsadıkları bu mekânlara büyük bir saygı ile eğilerek girmeye başladılar ve o mekânlarda bulunanlardan yardım istemeye başladılar ve buraları birer ibadethane’ye dönderdiler.

3) Zanlarınca ilahları onların niyazını işiten ve onlara yardım etmeye güçleri yeten varlıklardı.

36.74*************وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ

“Yardım görürler umuduyla, onlar Allah'tan başka ilahlar edindiler. "(Yasin 74)

4) Allah ile beraber başka ilah edinmelerinin bir sebebi de; ilahlık yakıştırdıkları kimselerin yanında izzet ve sevgi aramalarıydı.

وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آَلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا (81) كَلَّا سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِدًّا

19.81 - Çünkü böyleleri, kendilerine güç ve statü (kaynağı) olurlar diye, Allah'tan başka varlıkları ilah edinirler. 82 - Fakat hayır! Bu (tapınma nesneleri Hesap Günü'nde) kendilerine yöneltilen tapınmaları tanımayacaklar ve tapınanların karşısında yer alacaklar!

29.25*************وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَانًا مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًا وَمَاْوٰیكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِرينَ

29.25 - (İbrâhim kavmine) dedi ki: "Siz dünyâ hayâtında birbirinizi sevmek için Allâh'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. (O putlara tapmanız, dünyâda aranızda bir sevgi meydana gelmesine sebep olsa bile) daha sonra kıyâmet gününde birbirinizi inkâr eder ve birbirinizi la'netlersiniz. Varacağınız yer de ateştir ve hiçbir yardımcınız da yoktur.


5) İlahlarının kendilerini sadece bu dünya da değil, aynı zaman da ahrette de kurtaracaklarına inanıyorlardı. Çünkü Mekke müşrikleri içinde ahirete inan insanlar taifesi olduğu gibi ahiret inancı olmayan insanlarda vardı.  Ahiret inancı olan insanlar Allah’tan başka ilahlar edinirken şöyle diyorlardı;

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلَاءِ شُفَعَاؤُنَا عِنْدَ اللَّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللَّهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (18)

10.18 - Allah'la beraber, kendilerine ne bir yarar ne de zarar verebilecek durumda olmayan şeylere veya varlıklara kulluk edip, "Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir." diyorlar. De ki: "Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber verebileceğinizi sanıyorsunuz? (Yoo,) kudret ve egemenliğinde sınırsız olan O'dur, ve insanların O'na, ilahlığında ortak yakıştırdıkları her şeyden sonsuzcasına yücedir.

تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ (1) إِنَّا أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ (2) أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ (3)

39.1 -2-3;  Bu ilahi kelamın indirilişi, güç ve hikmet Sahibi olan Allah'tandır. Hakikati ortaya koyan bu vahyi sana indiren biziz. Öyleyse içten bir inançla Allah'a bağlanarak yalnız O'na kulluk et! Halis inancın yalnız Allah'a yönelmesi gerekmez mi? O'ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, "Biz bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" (derler). Şüphesiz Allah, (Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir, çünkü Allah, (kendi kendine) yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz!

Mekke’de cahilliye döneminde yaşayan Araplar; ilah’ın manasının ne olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Çünkü ilah kelimesi sürekli dillerinde dolaşıyordu. Bunun için onlara "Allah’tan başka ilah yoktur" denildiğinde, ne denmek istenildiğini, neleri ret ve ne ye davet olunduklarını gayet iyi biliyorlardı. Bundan dolayı da bu kelimeyi kabule yanaşmıyorlardı. Peygamberimizin;

صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ دَخَلَ الْجَنَّةَ فَقَالَ إِنَّمَا كَانَ هَذَا فِي أَوَّلِ الْإِسْلَامِ قَبْلَ نُزُولِ الْفَرَائِضِ وَالْأَمْرِ وَالنَّهْيِ

“ Her kim Lailahe illallah” derse cennete girer.” Hakikatini haykırırken onların Allah’ın dışındaki tüm sahte ilahlarını terk edip tek bir Allah’a yönelmelerini istiyordu. Kelimeyi tevhit bir bedel ister. Yoksa bu kelimeyi sadece lâfzen söylemek insanı kurtuluşa erdirmez. Eğer öyle olsaydı Mekke müşrikleri bu kadar savaş gerek duymadan bu kelimeyi söyler ve hayatlarına devam ederlerdi. Fakat onlar bu kelimenin onlardan ne istediğini çok iyi bildikleri için söylemeye de yanaşmıyorlardı.

                    Kur'ân da ilâh kelimesi 141 defa kullanılmıştır. Bunlardan 121 tekil, 2’si ikil, 18 çoğul formda kullanılmıştır. Kur'ân'da; Allah'ın isim-sıfatı olarak kullanılmış olan "ilâh" kelimesi hep nekre olarak zikredilmiş "el-ilah" şeklinde marife olarak hiç kullanılmamıştır. Sadece çoğul formunda bir tek yerde marife olarak kullanılmıştır. İlah kelimesi, kelimeyi tevhit içinde Kur'ân'da;"Lâ ilâhe illâllâh" “Allâh'tan başka ilâh yoktur” şeklinde iki defa kullanılmıştır. (Saffat;35-Muhammed,19) Kur’an Allah’ın ilah oluşundan ziyade tek ilah oluşu üzerinde durur. Çünkü insanların temel sorunu Allah’ın ilah oluşu değil, Allah tek bir ilah oluşundadır. Kur'ân-ı Kerim'in ifadesi ile yer, gök ve ikisinde olan her şey, bir olan Allah'ındır. Yoktan var eden yalnızca O'dur. Bütün nimetler O'nun elindedir. Sonsuz güç ve kuvvet yalnızca O'nundur. Bütün işler O'nun elindedir. Yerde ve gökte olan her şey isteyerek veya istemeyerek O'na boyun eğer. Her şey O'nu tesbih eder (O'na ibadet eder, O'nu zikreder). Yerde ve gökte yalnızca O'nun hükmü geçer. O'nun bir benzeri ve eşi yoktur. Hiç bir şey onun bir benzeri olmadığı gibi, O’nun dengi olamaz. O'nun Rabliğinin, ilâhlığının ve mabudu bil hak oluşunun ortağı yoktur. O hiç bir şeye muhtaç değildir. Ama her şey O’na muhtaçtır. Yardım edici sadece O'dur. O,yegâne 'ilâh'tır. O'ndan başka ilâh yoktur. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim Allah'tan başkasının ilahlığını ret ve tek olan Allah'ın ulûhiyetinin ispatı için getirdiği bu deliller tüm selim akıl sahipleri için ikan edici ilahi delillerdir. Bu delillerin ilk de Allah’ın tek eşsiz ve benzersiz ilah olduğu hakikatidir. Bu hakikat Kur’an da şöyle anlatılır.

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (110)

18.110 - De ki: "Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana vahiy olundu ki; sizin İlahınız bir Tek ilahtır. Öyleyse, artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koysun ve Rabbine özgü kullukta hiç kimseyi, hiçbir şeyi (O'na) ortak koşmasın!"

21.108*************قُلْ اِنَّمَا يُوحٰى اِلَیَّ اَنَّمَا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

21.108 - De ki: "Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık tüm benliğiniz ile O’na teslim oldunuz değil mi?

41.6*************قُلْ اِنَّمَا اَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰى اِلَیَّ اَنَّمَا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَقيمُوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِكينَ

41.6 - De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahiy ediliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Allah'a ortak koşanların vay hâline!"

11.54*************اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰیكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُوءٍ قَالَ اِنّى اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُوا اَنّى بَریءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ

11.54 - (54-55) Biz sadece şunu söyleriz: "Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış." Hûd, dedi ki: "İşte ben Allah'ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın."

22.73*************يَا اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ اِنَّ الَّذينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْپًا لَا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ

22.73 - Ey İnsanlar! (İşte) size bir misal veriliyor; onu dinleyin şimdi: sizin Allah'tan başka yalvarıp yakardığınız bütün o (düzmece) varlıklar, hepsi bir araya gelseler dahi, bir sinek bile yaratamazlar (değil mi?); hatta bir sinek onlardan bir şey kapacak olsa, onu bile geri alamazlar! Başvurup isteyen de, başvurulan ve istenen de ne kadar güçsüz!...

فَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آَخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبِينَ (213)

26.213 - Sakın Allah ile beraber diğer bir ilahı daha çağırma. (Sonra) azaba uğrayanlardan olursun.

الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آَخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ (26) قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَكِنْ كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (27) قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُمْ بِالْوَعِيدِ (28) مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ (29)

50.26 - Allah'ın yanı sıra başka ilahlar edinenleri. O halde atın bunları şiddetli azabın içine!" Onun yakın dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu kışkırtıp azdırmadım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi." (Allah buyurur:) "Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim." Huzurumda siz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.

6.71*************قُلْ اَنَدْعُو مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰینَا اللّٰهُ كَالَّذِى اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطينُ فِى الْاَرْضِ حَيْرَانَ لَهُ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَا قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰى وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمينَ

6.71 - De ki: "Allah'tan başka, bize ne yarar, ne zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Ve Allâh bizi doğru yola ilettikten sonra, ökçelerimiz üzerinde (eski durumumuza) döndürülüp; şeytânların ayartarak şaşkın bir halde çölde bıraktıkları; arkadaşlarının ise "Bize gel!" diye doğru yola çağırdıkları kimse gibi (şaşkın bir duruma) mı düşelim?" De ki: gerçek hidayet Allah’ın gösterdiği hidayettir. "Yol gösterme, ancak Allâh'ın yol göstermesidir. Bize, âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir."

60.4*************قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فى اِبْرٰهيمَ وَالَّذينَ مَعَهُ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰؤُا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰهيمَ لِاَبيهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَیْءٍ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَصيرُ

60.4 - Gerçekten İbrahim'de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örnek vardı: Onlar kendi (putperest) toplumlarına şöyle seslenmişlerdi: "Kesinlikle biz sizden de Allah'tan başka bütün o taptıklarınızdan da uzağız; sizin inandığınız her şeyi inkar ediyoruz; sizinle bizim aramızda, Tek Allah'a inanacağınız zamana kadar sürecek bir düşmanlık ve nefret vardır!" Tek istisna, İbrahim'in, babasına: "Senin için (Allah'tan) bağışlama dileyeceğim ama senin adına Allah'tan herhangi bir şey elde etmek benim elimde değil" demesiydi. (Ve İbrahim ile ona uyanlar,) "Ey Rabbimiz!" diye yalvardılar, "Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz çünkü bütün yolların varışı Sanadır.

 
Eklenme Tarihi : 01.06.2013 02:39:47
Okunma Sayısı : 13596