النصِير
Luğavi Çerçeve;
النصِير: ن- ص- ر Maddesinden türemiştir. Mastarı nusret’tir. Manası; yardım etmek, desteklemek ve zafere erdirmek manalarına gelir. En-Nasir ise ismi fail vezninde mübalağa ifade eden bir isimdir. Manası; Eşsiz ve benzersiz yardım eden, destekleyen sonsuz yardımcı, yardımın tek kaynağı manalarına gelir. Kelimenin türevleri;
Nusret; ن- ص- ر maddesinden türeyen bir mastardır. Manası yardım etmektir. “avn” kelimeside yerdım etmek manasına gelir. Fakat “nusret” ile “avn” arasındaki temel fark şudur; Nusret, Mucadele sonucu gelen yardımdır. “Avn”; Mücadele olmaksızın gelen yardıma da “avn” denir. Savaşan birine yardım nusrettir. Savaşmadan yardım isteyen yardım “Avn”dır.
Ensar; ن- ص- ر maddesinden türemiş çoğul bir isimdir. Manası; Yardım ediciler. Mekke’de zulüm ve baskı gören, dinlerini yaşamakta sıkıntı çeken, dinleri uğrunda her şeylerini geride bırakıp Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Müslümanlara candan yardım eden Medinelilere verilen isimdir.
Nasraniyy; İstılahi kullanım olarak; Kendisini Hıristiyanlığa nispet edenlere Nasraniyy denir. Kelime dil açısından ismi mensuptur. Yardım etmeye mensup olanlar manasına gelir. Bu kelimenin kök-anlam bağlantısı kurulursa ya narasa diye bilinen bir yere mensup olanlar anlamına gelir ya da İsa’nın; Allah yolunda bana yardımcılar kimdir? Dediğinde havariler biz Allahın yardımcılarıyız. Sözünde yardım etmeye mensup olan havarilerin ismi olarak kullanılmıştır.
فَلَمَّا أَحَسَّ عِيسَى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ أَنْصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنْصَارُ اللَّهِ آَمَنَّا بِاللَّهِ وَاشْهَدْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ (52)
3.52 - İsa, onların hakikati reddettiklerinin farkına varınca sordu: "Kim Allah yolunda benim yardımcılarım olacak?" Beyazlara bürünmüş olanlar cevap verdi: "Biz, (Allah yolunda) senin yardımcıların olacağız! Biz Allah'a inanırız: Sen de şahit ol, biz O'na teslim olmuşuz!
Nasruddin; Dine yardımcı olan manasına gelir.
Nasrullah; Allah’ın yardımı manasına gelir.
Nazari çerçeve;
“Her esma bir sapmaya cevaptır.” En-nasir esması da yardım hususunda ki tevhidi sapmaya bir cevaptır. Hem El-Veliyy isminden sonra gelmesi hem de El-Veliyy ismi ile beraber gelmesinin büyük hikmetleri vardır.
1; Veliy ismin de ki sapma, kişiyi En-Nasir ismin de ki sapmaya götürür.
2; Veliy isminde tevhit, En-Nasir isminde ki tevhidi sağlar.
3; Veliy’nin merkezinde dostluk vardır.
4; Nasir’in merkezinde yardım ve destek vardır.
İnsan dost olduğuna yardım eder. Fakat bazen insan dost olmadığına da yardım eder. Dost olana yardım, her kişinin işi; dost olmayana yardım, er kişinin işidir. Kişi yardım ettiğini dost edinmek zorunda değildir. Fakat kişi dost edindiğine yardım etmek zorundadır. Dostluk yardımı gerektirir, fakat yardım dostlu gerektirmez. Mesela yolda geçen birine yardım ettiğinizde o’na dost olma zorunluluğunuz yoktur. Fakat dostunuz yolda kaldı mı o’na yardım etme zorunluluğunuz vardır. Çünkü bir dostluğunuz vardır.
Allah, dost edindiği kimselere muhakkak yardım edeceğini vaat etmiştir. Fakat Rabbimiz, Rahman olduğu için sadece kendisini dost edinene değil, kendisini dost edinmeyenlerde yardım eder. Bunun en açık kanıtı; İnsanlar, Allah yokmuş gibi yaşadıkları halde Allah; onları yedirir, içirir ve onları hemen helak etmeyip onlara mühlet verir. İnsanların sahip olmuş olduğu tüm imkânlar aslında Allah’ın insanoğluna yardımıdır. Şayet Allah, yardımını insanoğlundan tamamen çekip alıverse hiç kimse bir daha nefes alıp-veremez. İnsanın aldığı nefes, ilahi yardımın en büyük delilidir. Allah birinden yardımını ketsimi o kişi ve ya zümre helak olur. İşte helak olan toplumlar Allah’ın yardımından mahrum kalan toplumlardır. Helak oldukları vakit En-Nasir esması değil, El-Kahhar esması tecelli etmiştir. Kişi dünyada var olduğu müddetçe parçasalda olsa ilahi bir yardıma mazhar olmuş demektir. Çünkü insan var oluşu hasebiyle yardıma muhtaçtır. İnsanoğlu iki şeyden müteşekkil bir varlıktır. Birincisi Ruh, ikincisi ise bedendir. Var olan bu iki şey dünya hayatında bir birine muhtaç olduğu gibi, her birinin de ayrı ayrı ihtiyaç duyduğu şeyler vardır. Beden yerden yani topraktan yaratıldığı için topraktan biten gıdalara ihtiyaç duyar. Ruh ise İlahi bir “nufha” olduğu için gökten gönderilen ilahi besine yani vahye ihtiyaç duyar. Hal böyle iken bedeni doyurmak için gece gündüz çalışan insanoğlu, ruhunu doyurmanın mücadelesini vermez. Ve kişi yerden bitenlere ne kadar değer verirse o kadar yerin dibine batar. Kişi gökten inenlere de ne kadar değer verirse o kadar göğe yükselmiş olur. İnsanoğlu için yerden bitenler, varlığı sürdürmek için bir ihtiyaçtan başka bir şey değildir. Fakat gökten inen sadece dünyadaki varlığı değil aynı zamanda ahretteki varlığı da sürdürmek için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Üç gün su içmeden yaşayan bir insan ne hissediyor ise, Üç gün vahiyden kopan insan o’ndan kat kat fazla şeyler hissetmelidir. Fakat nerede böylesine bir hissediş? Günlerce, aylarca belki yıllarca vahiden uzak yaşadığı halde hiçbir açık hissetmeyen insan, manen zaten açıktan ölmüş gibi kabul edilir. Tekrar dirile bilmesi için cansuyu vahye ihtiyacı vardır. İnsanların tüm bu ihtiyaçlarını gideren Allah olduğu için, Allah mutlak mana da yarattığı tüm kullarına En-Nasir olarak yardım edendir. Allah’ın yardımını kesmesi ve ya yardımını kat kat artırması ise kulun iradesine bağlanmıştır. İnsanoğlu insan olması hasebiyle her yönü ile aciz ve yardıma muhtaç bir varlıktır. Suya, havaya, yemeye ve içmeye muhtaç, sıkıştığında el atılmaya muhtaç, hasta olduğunda bakıma muhtaç, düşmanları olunca korunmaya muhtaç, kimsesi yoksa dosta muhtaç. Kısacası her yönü ile muhtaçlık içerisinde olan insana ihtiyacını en mükemmel bir şekilde, sürekli, eşsiz ve benzersiz giderecek kim olabilir ki? Hiç şüphesiz Allah kullarının ve kâinatın tüm ihtiyaçlarını gidererek onlara yardım eden eşsiz ve benzersiz En-Nasir olandır. İnsanların yardım edici oluşları En-Nasir isminin bir tecellisidir. Bir kul ne kadar yardım sever ise bilsin ki En-Nasir esması da o kul da o kadar tecelli etmiştir. İnsanların yardımcı oluşları kayıtlı, sınırlı ve mecazdır. Hiç kimse Allah gibi eşsiz ve benzersiz, her daim yardım edici olamaz. İnsan, yardımına ihtiyaç duyduğumuz da belki birkaç sefer bize yardım eder ama sürekli hiç kimse kimseye yardımda bulunamaz. İnsan fani bir varlıktır nasıl sonsuz yardım edebilir ki? Sonsuz yardım eden el-Baki ve En-Nasir olan Allah’tır.
Kur’an-i Çerçeve;
Türevleri ile birlikte kur’an-ı Kerim de 159 defa kullanılmış olan En-Nasir, isim formu ile 24 Ayette kullanılmıştır. Genelde veliyy ismi ile birlikte kullanılır. Sadece bir yerde Hadi ismi ile kullanılmıştır. Veliyy ismi ile bu kadar çok kullanılmasının hikmeti şu olsa gerek; Biri size dost olduğunu söylüyorsa size dostluğunun gereği olarak mutlaka yardım etmesi ve elinizden tutması gerekir. Allah’ın nasir ve Mevla oluşu bu sebep iledir. Eğer o dost (Mevla) olamadan yardım etseydi yarattığı kullarını kendisine kul değil, köle yapardı. Fakat Allah gerçek Mevla olduğu için yarattığı insanoğlundan kendisine kul olanı dost edinmiştir. Çünkü dostluk sevgiyi, sevgiyi hürriyeti ve içtenliği gerektirir. Kullukta irade, istek ve muhabbet vardır. Kölelikte ise irade ve istem dışı itaat vardır. Allah öyle bir dosttur ki, yarattığı insanoğlunu kendisine köle değil, kul edinmiştir. Dileseydi tamamını kendisine köle edinirdi. Fakat Allah köleliği değil, insanoğlunun kulluğunu tercih etmiştir. Bu da Allah’ın İnsanoğluna olan en büyük lütfü ve yardımıdır. Allah yarattığı kullarının tamamına yardım ederken, dostluğunu ise sadece inanan kulları ile sürdürmüştür. En-Nasir olan Allah’ın, yeryüzündeki kullarına en büyük yardımı göndermiş olduğu ilahi vahiydir. Bu yardıma karşı kulların yapması gereken en büyük teşekkür ise; “Her nimetin şükrü kendi cinsindendir.” Hakikati gereğince vahye teslim olunmuş bir hayatı yakalayıp, yüce yaratıcıya kul olma şerefine nail olmaktır. Kulluk şerifi; şereflerin en büyüğü ve en izzetlisidir. Bu manda en büyük ilahi yardım; kişinin Allah’a kul olabilmesidir. Yardımın az ve ya çok gelmesi ise Allah ile olan dostluğumuzla alakalıdır. Allah ile olan dostluğumuz ne kadar kuvvetli ise Allah’ın yardımı da o kadar kuvvetlidir. Allah ile olan dostluğumuz ne kadar zayıf ise Allah’ın yardımı da o oranda zayıf gelir. Dost dosta yardım eder. Gerçek dost El-Veliy olan Allah olduğu için hiç şüphesiz yardım edicide O’dur.
بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ (5)
“Yardımı ile dildiğini destekleyen O’dur. O kudret sahibi ve rahmetin kaynağıdır.” (Rum:5)
Yardımı ile dilediğini destekleyen Allah, elbette desteğini keyfi olarak kullanmaz. Çünkü o yaptığı her şeyi hikmetle, planlı ve programlı yapandır. Kime yardım edeceğini de yine kendisi bildirmiştir.
وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (40)
“Ve muhakkak ki Allah, O'nun davasına arka çıkanlara yardım edecektir: çünkü Allah (her şeyi hükmü altında tutan) en yüce iktidar Sahibidir.
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاءُوهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَانْتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ (47)
30.47 - (Ey Muhammed,) senden önceki toplumlara da kendi içlerinden peygamberler göndermiştik ve onlar hakikatin her türlü kanıtını getirmişlerdi ve sonra (müminleri zafere ulaştırmak suretiyle,) kötülük işleyenlerden öcümüzü almıştık, zaten inananlara yardım etmek üstümüze bir haktır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (7)
47.7 - Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.
Allah birine yardım etimi hiç kimse o kişiye galip gelemez;
إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (160)
3.160 - Allah size yardım ederse, hiç kimse sizinle baş edemez; ama ya O sizi terk ederse, kim size yardım edebilir? O halde müminler Allah'a güvensinler!
Allah kimi de yardımsız bırakırsa ona yardım edecek hiçbir güç yoktur.
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا (145) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَاعْتَصَمُوا بِاللَّهِ وَأَخْلَصُوا دِينَهُمْ لِلَّهِ فَأُولَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ وَسَوْفَ يُؤْتِ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا (146) مَا يَفْعَلُ اللَّهُ بِعَذَابِكُمْ إِنْ شَكَرْتُمْ وَآَمَنْتُمْ وَكَانَ اللَّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا (147)
4.145 - Muhakkak ki münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar. (Cehennemin dibindedirler). Asla onlara (azaplarını kaldıracak) bir yardımcı bulamazsın. Ancak yaptıklarından tövbe edip hallerini düzeltenler ve Allah'a (dinine) sarılıp dinlerini (ibadetlerini) Allah için halis kılanlar müstesna... Çünkü bunlar müminlerle beraberdirler. Müminlere ise, Allah pek büyük bir mükâfat verecektir.146-Eğer siz, Allah'ın nimetlerine şükreder ve iman ederseniz, Allah size ne diye azap etsin? Allah şükredenlerin şükrünün karşılığını veren ve her şeyi eşsiz ve benzersiz belendir.147
وَإِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ وَإِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا (73) وَلَوْلَا أَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ إِلَيْهِمْ شَيْئًا قَلِيلًا (74) إِذًا لَأَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيَاةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَصِيرًا (75)
17.73 – Az kalsın O kimseler, Bizim adımıza, vahyettiğimizden başka bir şey ortaya atasın diye seni ayartarak, seni vahyettiğimiz (gerçeklerden) uzaklaştıracaklardı; (Şayet onların dediği gibi yapmış olsaydın) seni candan dost edineceklerdi.74- Eğer sana (bu vahin gerçekliği ile) sebat vermiş olmasaydık, andolsun ki, sen onlara az biraz meyil edecektin. 75-Eğer bunu yapsaydın hayatın ve ölümün kat kat acısını sana tattırırdık. Sonra da bize karşı (seni koruyacak) hiçbir yardımcı bulamazdın.
وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ (120) الَّذِينَ آَتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهِ أُولَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (121)
2.120 - Sen onların inanç sistemine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden memnun olmayacaklardır. De ki: "Dinleyin! Allah'ın rehberliği tek doğru rehberliktir." Ve doğrusu, sana ilim geldikten sonra onların sapık görüşlerini takip etmeye devam edersen ne seni Allah'ın elinden alacak bir kimse bulursun, ne de yardımcı.121- Kendilerine ilahi kelamı emanet ettiklerimiz (ve) ona gereği gibi uyanlar -işte onlardır (gerçekten) iman edenler; hakikati inkâra kalkışanlara gelince- işte onlardır asıl kaybedenler!
وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلًا (27) يَا وَيْلَتَا لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيلًا (28) لَقَدْ أَضَلَّنِي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءَنِي وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْإِنْسَانِ خَذُولًا (29) وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَذَا الْقُرْآَنَ مَهْجُورًا (30) وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ وَكَفَى بِرَبِّكَ هَادِيًا وَنَصِيرًا (31)
25. (27-31) O gün zalim, parmaklarını ısırır "Eyvah! der, keşke O Peygamberle birlikte yol tutsaydım. Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur'ân'dan) beni uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı (işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da) yüzüstü, yalnız bırakır." Peygamber de dedi ki: Ey Rabbim! Şüphesiz ki kavmim bu Kur'ân'ı (bir kenara itip) terk ettiler. İşte (Ey Resulüm, sana Mekke müşrikleri) böylece düşman olduğu gibi, senden önce de her peygamber için mücrimlerden bir düşman kıldık. Bununla beraber (düşmanlarından kurtuluş) yolunu ve (onlara karşı) tek yardımcı (zafer verici) olarak Rabbin sana yeter.
Soru; “Yol gösterici ve yardımcı olarak Allah yeter.” Ayetinde Nasir isminin Hadiy ismi ile beraber gelmesinin hikmeti nedir?
Cevap; Eğer yolu gösteren yardım etmezse kişi yolun sonuna varamaz. Mesela; birine bilmediğimiz bir yolu sorsak, sorduğumuz kişi bize yolu tarif edip gösterir. Fakat eğer yolu gidecek gücümüz ve imkânımız yoksa bize yardım etmediği takdirde biz, gösterilen ve tarif edilen yolun sonuna varamayız. İşte Allah hem yolu gösterir, hem de o yolu yürüyebileceğimiz imkânları verir. Yol gösterdim git ne halin varsa gör demez. Hepimiz bir yolcuyuz. Dünya bir durak, son durak ahrettir. Yürürdüğümüz bu yolda En-Nasir olan Allah bize yardım ederek bize bir vahiy göndermiş ve bu ilahi vahyin kılavuzluğunda bu yoldaki zor ve sıkıntılı patikaları tarif etmiş bu yolda bizden önce yürüyen peygamberleri de bize tecrübe edinelim diye bize örnek olarak anlatmıştır. Bu tozlu ve dikenli patikalı yollarında yürüye bilmemiz için bizi irade ve akıl gibi iki büyük nimetle destekleyip yardım etmiştir. Her kim irade ve akılını vahin kılavuzluğunda kullanırsa hiç şüphesiz ki varacağı yer cennettir. Ama her kim ki bu iki nimeti gereği gibi kullanmaz ise onunda varacağı yer cehennemdir. Suçlu yolu gösterip her türlü yardım nimetini indirende mi? Yoksa indirdiği nimeti hiçe sayıp esfelesafilini boylayan mı? Bundan dolayı Allah ahirette sadece müminlerin yardımcısıdır. Kâfir ve zalimlere yardım etmez. Çünkü dost, dosta ihanet etmez. İhanet edilen yerde dostluk kalmaz. İman edenler Allah ile olan dostluklarına sadık kaldıkları için, Allah; hem dünyada hem ahrette onlara dosttur. Fakat inkâr edenler ilahi dostluğa ihanet ettikleri için Allah; onlarla olan dostluğunu bitirmiştir. Artık onların ahirette hiçbir dost ve yardımcıları yoktur;
ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آَمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ (11)
47.11 - Bu böyledir. Çünkü Allah iman edenlerin dostu (yardımcısı)dur. Hakikati hiçe sayanların ise hiçbir dostu yoktur.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ لَا يُقْضَى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَا كَذَلِكَ نَجْزِي كُلَّ كَفُورٍ (36) وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَاءَكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ نَصِيرٍ (37)
35.36 - Hakkı inkâra şartlanmış olanlara gelince; onları bir cehennem ateşi beklemektedir; (orada) ne hayatlarına son verilip öldürülürler, ne de içine atıldıkları o (ateşin) azabı hafifletilir. İşte biz şükürden uzak duranları böyle cezalandırırız. 37-Onlar orada, (cehennemde): "Rabbimiz! Bizi bu (azap)tan kurtar! Bundan sonra artık (eskiden) yaptıklarımızdan farklı iyi şeyler yapacağız!" diye feryat ederler. (O zaman onlara şöyle cevap vereceğiz:) "Size (orada,) düşünmek isteyen herkesin düşünebileceği kadar uzun bir ömür vermedik mi? Ve (üstelik) size bir uyarıcı da gelmişti. Öyleyse, (yaptığınız kötülüklerin meyvelerini) şimdi tadın bakalım! Zalimler hiçbir yardımcı bulamayacaklardır!"
أَمْ مَنْ هَذَا الَّذِي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمَنِ إِنِ الْكَافِرُونَ إِلَّا فِي غُرُورٍ (20)
67.20 - Rahman’ın azabından sizi kurtaracak kimdir? Yoksa şu ordunuz mu? (Sizi kurtaracak! Ben size azap dilersem, sizi benden kim kurtarabilir?) Kâfirler, ancak bir aldanma içindedirler.
Her esma bir sapmaya cevaptır. En-Nasir esmasında ki sapmadaki sapma; Mutlak manada bir yardımı yaratıcıdan değil, yaratılmışlardan beklemektir. İnsanların bu esmada ki temel sorunu Allah’ı En-Nasir olarak tanımama değil, Bilakis Allah’ı En-Nasir olarak tanımalarına rağmen Allah’ın dışındaki bir takım güçlere ve azizlere En-Nasir ismini ve manasını yakıştırmalarıdır. Bu hakikat kur’an da şöyle anlatılır;
أَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ (191) وَلَا يَسْتَطِيعُونَ لَهُمْ نَصْرًا وَلَا أَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ (192) وَإِنْ تَدْعُوهُمْ إِلَى الْهُدَى لَا يَتَّبِعُوكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ أَدَعَوْتُمُوهُمْ أَمْ أَنْتُمْ صَامِتُونَ (193) إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُوا لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (194) أَلَهُمْ أَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا أَمْ لَهُمْ آَذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا قُلِ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ كِيدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ (195) إِنَّ وَلِيِّيَ اللَّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ (196)
7.191-196: Peki, bunlar hiçbir şey yaratmayan, tersine kendileri yaratılmış bulunan varlıklara mı Allah’a şerik koşuyorlar. Ne onlara ne de kendi kendilerine bir yardımda bulunamayacak olan varlıklara mı? Yol göstermeleri için yakarsanız size cevap verecek durumda olmayan varlıklara mı? Onlara ister yakarın, ister karşılarında susun, sizin için fark eden bir şey olmaz. Allahtan başka çağırıp, sığındığınız şeylerin hepsi, hiç şüphe yok ki tıpkı sizler gibi yaratılmış varlıklardır: eğer doğru sözlü kimselerdenseniz, haydi onları çağırın da dualarınıza icabet etsinler! Yürüyecek ayakları mı var peki onların? Tutacak elleri mi? Görecek gözleri, işitecek kulakları mı var? De ki: "Haydi, Allaha ortak olarak gördüğünüz bütün o varlıkları çağırın, bana karşı elinizden geleni ardınıza koymayın ve böylece bana göz açtırmayın! Doğrusu benim koruyucum bu kitabı indiren Allah’tır; çünkü Odur dürüst olanların koruyucusu.
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آَلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ (74) لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ (75)
36.74 - Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir.
وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ اللَّهِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ (5) وَإِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ أَعْدَاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِرِينَ (6)
46.5 - Allah'ı bırakıp onlara Kıyamet Gününe kadar cevap veremeyecek olan ve kendilerine yalvarıldığının bile farkında olmayanlara yalvarıp yakarandan daha sapık kim olabilir? 6 - Bütün insanlar (yargılanmak için) toplandıkları zaman, (tapındıkları güçler, azizler) onlara (ibadet edenlere, dua edip, yardım isteyenlere) düşman kesilecekler ve onların tapınmalarını (kendilerinden yardım istemlerini) şiddetle reddedecekler!
Okuduğumuz üç farklı surenin ayetlerinden açıkça anlaşılan şudur ki; İnsanların temel sorunu Allah’ın yokluğu ve ya inkârı değil, bilakis Allah’ın varlığının yanında bir başkalarına da Allah’a ait olan vasıfları yakıştırmalarıdır. Zaten şirk ancak böyle olur. Çünkü şirk ortaklık demektir. Bir yerde ortaklı varsa orada hissedarlık var demektir. Bu ortaklıkta isterse Allah, şirketin en büyük hissedarı olsun %99, isterse en küçük hissedarı olsun %1 sonuç değişmez. İşte böyle oluşturulmuş din inancına şirk denir. Tevhitte ise şirket yoktur. Teklik vardır. O tek olan ise sadece Allah’tır. Tüm konularda söz söyleme ve idare etme yetkisine sahip tek ilahtır. İnsanların böyle tevhit inancına sahip olarak yaşamaları ve tevhit üzere ölmeleri En-Nasir olan Allah’ın yardımı iledir. Bu tevhit mücadelesinde kişinin sonuç olarak elde edeceği zafer ise en büyük zaferdir. Bundan dolayı dünya hayatı tevhit ve şirk mücadelesinden başka bir şey değildir. Hakikati idrak eden insan için hayat iman ve cihattır. Zafer ise Allah’tandır. Zafere götüren tüm başarıların kaynağı En-Nasir olan Allah’tır. Zafere götüren bir başarıyı Allah’tan koparmak, başarıyı ilahlaştırmaktır. Böyle bir başarı; zafer değil, sadece kazanımdır. Zafer olabilmesi için başarının Allah’a dayandırılması gerekir. Aksi takdirde kişi kendi irade ve becerisini Allah’tan kopardığı için kendisini ilahlaştırır. Karun; kazandıklarını kendinden bilmesi, elde ettiklerini Allah’tan koparması kendisindeki bilgiyi ilahlaştırmasıdır. Yine aynı şekilde ampulü ilk bulan, suyun kaldırma gücünü keşfeden, yer çekim kuvvetini bulan insanlar kazandıkları bu başarıyı Allah’tan kopardıkları için bu bir zafer değil, sadece bir buluştur. Kişi buluşunu, kazanımlarını zafere döndürmek istiyorsa En-Nasir olan Allah’a dayanmalıdır. Allah’ın yardımı ve fethi geldiğinde en büyük zaferi elde etmiş olacaktır. İnan insanlar bu manda başarılarını Allah’tan koparmadıkları için hedeflerine başarıyı ve ya zaferi değil, bilakis hedefine ilahi rızayı koymaktadırlar. “Zafer seferin bir meyvesidir.” hakikati gereğince zafer odaklı değil sefer odaklı çalışırlar. Bize düşen sefir-i olmaktır. Varacağımız yere bizi vardıracak olan ise En-Nasir olan Allah’tır. Varacağımız yere bizi En-Nasir olan Allah, vardırdığında da nasıl bir zafer ahlakı taşımamız gerektiğini de zafer yani nasır suresinde şöyle dile getirmiştir.
إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ (1) وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا (2) فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
110.1 - Allah'ın yardımı ve zafer geldiğinde ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, Rabbinin sınırsız şanını yücelt, O'na hamdet ve O'ndan mağfiret dile çünkü O, her zaman tövbeleri kabul edendir.
Müslüman’ın zafer ahlakı dünyada böyle olduğu gibi, ahrette de böyledir. Dünyadaki en büyük zafer Müslüman olarak can verebilmektir. Ahirette ki; en büyük zafer Allah’ın rızasına nail olup cenneti kazana bilmektir. Cennet En-Nasir olan Allah’ın ahitteki en büyük tecellisidir. Cennet gibi bir nimeti kazanan Müslüman zafer ahlakıyla şu sözleri sarf eder;
وَالَّذِينَ آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا أُولَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (42) وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَا أَنْ هَدَانَا اللَّهُ لَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُوا أَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (43)
7.42 - İnanıp (imanın gereği olarak) iyi işler yapanlar -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz- İşte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır. Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek.
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ (34) الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوبٌ (35)
35.34 - Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir." Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz.
وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاءُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ (73) وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَأَوْرَثَنَا الْأَرْضَ نَتَبَوَّأُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَاءُ فَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ (74)
39.73 - Rablerine karşı sorumluluk bilinci duyanlar da bölük bölük cennete gönderileceklerdir; oraya vardıklarında kapılarının ardına kadar açık olduğunu görecekler ve muhafızlar onlara, "Selam size! Hoş geldiniz! İşte buyurun, içinde temelli kalacağınız bu (cennete) girin!" diyecekler. Onlar da: "Bize verdiği sözü yerine getiren ve bu (esenlik) alanını yaptıklarımızın karşılığı olarak bize bağışlayan, böylece cennette dilediğimiz şekilde yerleşmemizi sağlayan Allah'a hamdolsun!" diyeceklerdir. Ve (Allah yolunda) çaba sarf edenlerin mükâfatı ne yüce, ne üstün olacaktır.