وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ

48- Artık şu günden korkun ki; O gün, Hiç kimse bir başkası adına zerre kadar bir şey yapamaz ve hiç kimseden şefaat kabul edilmez ve hiç kimseye karşılık fidye de alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez. (Bakara:48)



.





EN-NÛR

EN-NÛR

Sonsuz, eşsiz, benzersiz, aydınlatan

Tüm varlığın ışık ve enerji kaynağı olan

 

 Nûr, kaynağı görünmeyen fakat hedefini görünür kılan çok özel ışık demetidir. Eşyayı görünür kılan ve onun gerçeğini gösteren ışık manalarına da gelir. Nûr ışıktır, nar ateştir, yani; Celâl nâr tecellisi, Cemâl nûr tecellisidir. İlahi isimler tabiatı gereği müteşâbihtirler. Allah ise zatı itibariyle mutlak ğaybtır. İnsan aklı mutlak ğaybı idrak edemez bu yüzden esma zorunlu olarak mecazdır. Nur ismi bildiğimiz gördüğümüz ışık değildir. Zaten gördüğümüz ışık ışığın küçük bir bölümüdür. Kur’an’da bu benzetmeler sonsuz manaları olan mecazlardır. En-Nûr olan Allah gönül gözünü vahiy ile aydınlatır. Göz için ışık neyse, gönül için vahiyde odur. Rabbimiz gönül gözü görsün diye vahiy ışığını indirmiştir.

 

Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun sembolü, içinde kandil bulunan bir ışık mahalli gibidir. O kandil kristal bir fanus içindedir. Öyle bir fanus ki, sanki inci gibi (parıldayan) bir gezegen. O kandil doğuya da batıya da ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından elde edilmiş bir yakıtla tutuşturulur. Öyle ışıltılı bir yağ ki, neredeyse ateş değmeden bile ışık saçacak: nûr üstüne nûrdur! Allah, isteyeni nurunun (peşine takarak) doğru yola iletmeyi diler.                                                                                                                                       (Nûr 24:35)

 

Kur’an’da en-Nûr esmasının Allah’a isnatla tek geldiği ayet bu ayettir. Bu muhteşem ayetin bizlere ne dediğini bir nebze anlayabilirsek en-Nûr olan Allah’ın güzel esmasıyla münevver (aydınlanmış) oluruz.

 

Yukarıdaki ayetin nuzul sebebi olarak, İbn-i Abbas (r.a) tan nakledilen bir rivayette henüz Müslüman olmamış Dihyetu’l-Kelbi isimli kervan sahibi cuma vakti Medine’ye girer. Kervanda o zamanın en revaçta icadı olan kandil ve zeytinyağından yapılan kandil yağı bulunmaktadır. Allah Resulü hutbedeyken kervanın sesini duyan cemaat bir anda mescidi boşaltır mescitte 7-8 kişi kalır. Bu olay üzerine Nûr suresi 35. Ayet nazil olur ayetin devamında “nice yiğitler vardır ki, onları ne ticaret ne de bir (başka) kazanç kapısı Allah’ı anmaktan, namazı hakkını vererek eda etmekten ve arınmak için verilmesi gerekeni vermekten alıkoyabilir; onlar kalplerin ve gözlerin dehşetle döndüğü günden korkarlar.” (Nûr 24:37) Bu olay bir kez daha yaşanmıştır. Cuma suresi 11. Ayet iner ve üslup Nur:35 teki gibi mecazi değil doğrudan mü’minleri uyarır tarzda olmuştur.

  

Nûr ismi Medine’de ki İslam cemaati üzerinden tüm dünyaya tüm zamanlara şunu diyor; Vahyin manevi ışığını, dünyanın maddi ışığına satmayın. Evet, resmimizde; bu gerçeği kişinin arkasında bıraktığı kandille anlatmaya çalıştık. Allah göklerin ve yerin Nûru dur. Bu, hakikatin söz meleğine binip ,insan idrakine doğru birkaç kat alçalmasıdır. Burada manevi bir merkezden varlığın kuşatılması ele alınmaktadır. Ayetteki Nûr lafzının maddi değil manevi olduğu açıktır. Ayet, vahyin aşkın ve dünyevi olmayan kaynağına bir atıftır. Ayet ‘Alîm ismiyle bitiyor, yani; ilim aklın nurudur, iman da kalbin nurudur. İlim ve iman akleden kalpte buluşursa o insan Nûr isminden pay almıştır.

Resimde kaynağı belli olmayan ilahi nuru, pencere şeklini verdiğimiz mus’haf’ın içinden geçirerek Münir (Nurlanmış) bir âdemoğlunu mescidin içinde resmettik. Anlatımın sembolik bir çizim olması Nûr 35 de ki mecazi anlatımdan ilhamladır.

 
Eklenme Tarihi : 31.05.2013 14:03:24
Okunma Sayısı : 7838