مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافاً كَثِيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

Kim Allah’a (onun yolunda) güzel bir kredi (limiti) açarsa, Allah da onun verdiğinin (mükâfatını) kat kat artırır. (İmkânları) Daraltanda genişletende Allah’tır ve siz O'na döndürüleceksiniz. (Bakara:245)



.





ET-TEVVÂB

ET-TEVVÂB

Tevbe edene yönelen

Kullarını tevbeye yönlendiren

Tevbeleri çokça kabul eden

 

Tevbe: özeleştiridir, çıktığın yola geri dönmektir, iradenin içgüdülere galip gelmesidir, bir değişim beyannamesidir, bilincin bilinçsizliği yenmesidir. Et-Tevvâb mubağlağa ile ismi faildir yani: insanın et-Tevvvâb ismini açıklamada kelimeleri biter aciz kalır. Ancak Allah’ın tevbelere mukabelesi bitmez. Kul tevbesiyle Allah’a yönelirken, Allah’ta kuluna rahmet ve mağfireti ile mukabele eder. Tevbe eden kul, tevbesiyle şunları söylemiş olur:

<!--[if !supportLists]-->1-     <!--[endif]-->Ben kulum kusurluyum, Sen Allah’sın kusursuzsun

<!--[if !supportLists]-->2-     <!--[endif]-->Mükemmel olan Sensin, yetersiz olan benim

<!--[if !supportLists]-->3-     <!--[endif]-->Senin rahmet denizinde ruhumu yıkamaya geldim.

<!--[if !supportLists]-->4-     <!--[endif]-->Ya Rabbim! Âdem olmaya niyetliyim, iblis olmaya değil.

 

“Ve dedik ki: “Âdem! Sen ve eşin şu bahçeye yerleşin, orada canınızın çektiği her şeyden serbestçe yiyin, şu ağaca da yaklaşayım demeyin, sonra zalimlerden olursunuz. Fakat Şeytan onların ayaklarını kaydırdı, böylece sahip oldukları müstesna konumdan uzaklaştırdı. Ve biz dedik ki: “Birbirinize düşman olarak çıkıp gidin!” Zira yeryüzünde, geçici bir hayat alanı ve tadımlık bir haz sizi bekliyor!” Fakat Âdem Rabbinden aldığı bir takım kelimelere sığındı (Allah) da onun tevbesini kabul etti: çünkü Tevvâb, Rahîm ancak O’dur.”   (Bakara 2:35-37)

 

Âdem İblis kıssası Kur’an’da farklı bağlamlarda yedi yerde anlatılır ve bir ibret vesikası olarak zikredilir. Âdem yeryüzüne, yaptığı tevbeden sonra ilahi rehberliğin sürekliliği vadiyle misafir edilmiştir. Âdemoğluna tahsis edilen dünya, günahın bedeli değil tevbenin ödülüdür. İşte Hz. Âdem’in günahından duyduğu derin pişmanlıkla söylediği kelimeler yani tevbesi:

 

“ Rabbimiz! Biz kendi kendimize zulmetmişiz; eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, kesinlikle kaybedenler arasına gireriz!” (A’raf 7:23)

 

 Bu kıssa ile herkes kendi ağacını düşünmelidir. Günahlarında ısrarcı olmayıp biran önce kötülüklerden istiğfar edip tevbe ile iyiliğe yönelmelidir.

 

İblis; günahında ısrar ettiği için Şeytan oldu, Âdem günahına tevbe ettiği için adam oldu. (M.İslamoğlu)

 

“Artık durma, tesbih et Rabbini hamd ile birlikte ve O’ndan mağfiret dile; zira O’dur tüm içten tövbeleri kabul eden!” (Nasr110:3)

 

Evet, resimde; tevbenin kök anlamındaki yönelmeyi kulun lafza yönelmesiyle anlattık. Tevbeden sonra Allah’ın da kuluna rahmet ve mağfireti ile yönelmesini, yasak ağacın arkasından doğan nur ile sembolize ettik.

(Rabbimiz) bize nasıl kulluk yapacağımızı göster ve bizi affet! Kuşkusuz sen tevbeleri çokça kabul edensin(Tevvâb), kullarına rahmetle muamele edensi!”(Bakara 2:127)

التَّوَّابُ

ğavi çerçeve;

T-V-B kökünden türemiş olan tevbe kelimesi; asla geri dönmek, pişman olmak, yaptığı günahı bırakıp Allah'a yönelmek manalarını ifade eder. Asıl anlamı rücu etmek, dönmek olan tövbe kelimesinin kökünden türeyen ve Kur'an-ı Kerimde geçen "Tevvab" kelimesi, tövbe işini her daim yapan manalarına gelir. Kullar için kullanıldığı zaman tek başına, Allah için kullanıldığı zaman ‘âlâ’ edatı ile kullanılmaktadır. Böylece “Allah kuluna tevbe etme gücü verdi, kul da tevbe etti” anlamına gelir. Yüce Allah'ın sıfatı olarak "et-Tevvab" ise; günahlardan rucu edip, Allah'a yönelen kişinin tevbesini her daim ve sürekli kabul edip, kulunu affeden manasınadır. Bu itibarla tevbe kul hakkında günahlardan dönmeyi, Yüce Rabbimiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder, yani kul Rabbine döner, Rabbi de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalandırmaktan vazgeçer. İnsan için kullanıldığında “çok tövbe eden”, Allah’a nisbet edildiğinde “tövbeleri çok kabul eden” demektir. İnsana nispetle kullanıldığında her türlü günah ve mâsiyetten itaate dönmeyi anlatır. Buradaki mâsiyet küfür ve inkârdan başlayıp küçük günahlara kadar iner. Kulun dönüşü hem kalp hem fiil açısından gerçekleşir. Kalbin dönüşü Allah’a yönelik olmak üzere saygıya (takvâ) bürünmüş sevgi yoluyla olur ve pişmanlık duygusu, bir daha tekrar etmeme niyetini de kapsar. Tevvab Allah’a nisbet edildiğinde ise kelimenin kök anlamı Allah’ın gazabının rıza ve muhabbete dönüşmesi biçiminde anlaşılır. İşte bu manada Et-Tevvab sıfatı, kulların tevbelerini her yönelişlerinde rahmet ve mağfiretiyle kabul eden demektir. Kulun tövbesi tekerrür ettikçe Tevvâb olan Allah Teâlâ'nın da kabulü tekerrür eder. Tövbe, kula nisbet edildiği zaman arızi olan günah halini bırakıp aslî olan salâh halinde dönmesi demek demektir. Allah Teâlâ'ya nispet edildiği zaman da, tali olan gazap nazarından aslî olan rahmet nazarına dönmek manasını ifade eder. ET-Tevvab mübalağalı bir ismi faildir. Bu yönü ile manası; Allah kulun günahının büyüklüğüne, çeşidine ve şekline bakmaksızın kulun her daim dönüşünü kabul eden, kulu kendisine döndüğünde o da kuluna dönen demektir. İsmi fail oluşu ile de; Kendisine her yönelenin yönelişini kabul etmeyi ilke edinin manalarına gelir. İşlenen hiçbir günah Allah’ın afv ve mağfiretinden daha büyük olamaz. Yeter ki kul günahından vazgeçsin, hiç şüphesiz Allah’ı tevvabur-rahim olarak görecektir.

Nazari çerçeve;

İlâhi kader tecellisinde yaratılan insan imtihan gereği, kendisine nefis verilmiş, bunun yanında, irade ve akıl ile donatılmış ve kendisinden bu donanımları kullanarak, iyiyi ve kötüyü ayırt etmesi istenmiştir. İnsan iyiye ve kötüye meyyal, iyilik kadar kötülük işleyebilme potan siline sahip bir varlık olarak yaratılmıştır. Mademki, dünya imtihan dünyasıdır ve mademki insan kulluk yapmak üzere yaratılmıştır; o halde insanın bu çift kutuplu eksenin sıfır noktasında, her iki tarafa meyilli halde yaratılması imtihanın bir gereğidir. İnsanoğlu taşıdığı niyeti, yaptığı fiilleri, düşünceleri, yaşayış ve davranışları ile üstünlük ifade eden kemal ile aşağılık ifade eden zeval arasında bir yer işgal eder. Bu bakımdan insan; kendi iradesi ile hem iyilik yaparak üstün insan, kâmil insan mertebesine ilerleyebilme, hem hep kötülük yaparak aşağı insan, esfele safilin seviyesine yönelme ve ya sıfır noktası çevresinde hem iyiye hem kötüye gidip, gelebilme özelliği taşımaktadır. Tevbe açısından baktığımız zaman insan, kötü bir istikamette giderken tamamı ile dönüş yapıp, iç aleminde tevbe ile gerçekleşen bir inkılabı (devrimi) gerçekleştirip, iyiye doğru yönelerek kemal yoluna girebilir. Öte yandan günah ile sevap arasında gidip, gelen kişi günahtan vazgeçerek hep sevaba yönelebilir. Bu iki oluşumun tersi de olabilir. İyiye yönelme olayı; temelde insanın görünenden çok görünmeyen, iç âleminden, kalbinden kaynaklanan yanları, iç boyutları vardır. Tevbe kalpte, iç boyutta meydana gelen bir takım gerçek ve samimi oluşumlardır. Tevbe; Allah (c.c.) ile kişi arasında yapılan içten bir antlaşmadır. Tevbe bir öz eleştiridir. Dolayısıyla tövbe eden birisi kendisini içten bir öz eleştiriye tabi tutuyor demektir. Kendindeki değişimi içten bir duyguyla onaylamaktadır. Gözlerden damlayan birkaç damla gözyaşı tövbedeki içtenliğin fiili işaretidir. Böyle içten, kesin dönüşe tövbe-i Nasuh (Samimi tevbe) denir. Zaten gerçek tevbe de ancak böyle mertçe yapılan tebedir.  Samimi ve mertçe yapılan bir tevbenin temelinde, yapılan günaha kalp ile derin bir pişmanlık duymak yatmaktadır. Böyle tevbe eden bir insan;

1– Yaptıklarının kötülüğünü kavrayıp ruhunda bu yaptıklarının kötülüğünü hisseder.

2– Yaptığı olumsuzluklardan samimi pişmanlık duyar.

3– Olumsuzluklardan vazgeçip bir daha yapmamağa karar verir.

4- İç âleminde hissetiği bu samimi dönüşünü dış âlemdeki fiil ve eylemleri ile ispatlar.

İşte tevbe insanın iç âleminde kötü duygularından kötü istek ve arzularından kurtularak yerine iyilerin ve iyilik duygularının yerleşip, bu duyguların Salih amellerle yeşermesidir. Bundan dolayı kişi, davranışlarını düzeltip iyi hareket ve fiillerde bulunmayı kendisine ahlak edinmesi tevbenin dış boyutudur.

Şu halde Tevbe; İnsanın günahı silip, sevabı özüne yani ruhuna nakış nakış işlemesidir.

Tevbe; Geçici, basit, neticesi boş istek ve arzuların esaretinden kurtulup, sonsuz zevklere, üstün duygulara, sonsuz ve uçsuz bucaksız derin hallerin hürriyetine doğru ilk adımı atıştır.

Tevbe; hırsı tevekkülde, tamah’ı kanatta, ihtirası rızada, kini merhamette, nefreti muhabbette, ifrat ve tefriti müsamahada, bencilliği diğerkâmlıkta, düşmanlığı dostlukta bitirme şuuruna erişmenin ilk basamağıdır.

Tevbe; kulu şeytanın hâkimiyetinden, nefsin esaretinden kurtarıp, Allah’a (cc) teslimiyetle yakınlaşma idrakine ilk adımı atıştır.

Tevbe; kişinin günaha esaretten, sevabın hürriyetine yönelmesidir.

Tevbe; yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda bir öz eleştiri, sürekli dua ve istiğfar ederek temizlenme gayretidir.

Tevbe eden kişi, tevbesinde samimi olup, günahlara tekrar dönmemesi için şu üç şeyi yerine getirmesi gerekir:

1- Kötü arkadaşlarını ve günah işlediği ve ya işleyebileceği kötü çevreyi terk etmelidir.

2- Günahını hatırlayınca Allah'tan hemen utanmalı, istiğfarda bulunmalı ve günah ateşini gözyaşları ile söndürmelidir.

3- Ölümü çokça tefekkür edip ölüme her an hazırlıklı olmalıdır.

İnsanları helâk eden; Günah işlerken tevbe ederim diyerek tevbeyi geciktirmeleridir.

Kur’an-i çerçeve;

Kur’an, ‘tevbe’ kelimesini türevleriyle birlikte 87 yerde kullanmaktadır. ET-Tevvâb Allah’ın bir ismi olarak dokuz âyette rahîm, bir âyette hakîm ismiyle, bir âyette de tek başına olmak üzere toplam onbir ayette müstakil isim olarak kullanılmıştır. İslâm göre; hiç günah işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum düşüncesi yoktur. Bilakis günah işlediğinde işlediği günahı savunmayıp, günahını itiraf eden, acziyetini kabul eden ve Allah’tan bağışlanma dileyen bir toplum düşüncesi vardır. İnsanın fıtratındaki hakikatte budur. Bundan dolayı İslâm, gerçekçi bir dindir, çünkü İslam fıtrat dinidir. İnsan beşer, bazen şaşar. Konuştuğunda insanın dili sürçtüğü gibi, yürüyen insanın az da olsa ayağının kaydığı görüldüğü gibi, hatasız kul, günahsız insan olmaz. Dinin emri; Kişi içine düştüğü günahları tekrar etmesi ve günahından dolayı bağışlanma dilemesidir. Asıl olan günahsızlık değil, günah işlediğinde kulun hemen düştüğü yerden ayağa kalkmasını bilmesidir. Bizler insanız. İnsanoğlu melek değildir, fakat insanoğlu şeytan da değildir. İnsanoğlu günah işleyebilir, günah işlemeyen meleklerdir. Fakat insanoğlu günahında ısrar etmez. Zira günahta ısrar eden şeytanlar ve şeytanlaşmış insanlardır. İşte Âdemi yani adamı şeytandan ayıran temel farkta budur. Âdem düştü, fakat düştüğü yerden kalkmasını bildi. Şeytan düştü, fakat düştüğü yerden kalmak yerine bilakis diretti, büyüklük tasladı ve aşağıların aşağısına itildi. Kur’an bu hakikati şöyle dile getirir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآَدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ (11) قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ (12) قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَنْ تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ (13) قَالَ أَنْظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (14) قَالَ إِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرِينَ (15) قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ (16) ثُمَّ لَآَتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَائِلِهِمْ وَلَا تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ (17) قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْءُومًا مَدْحُورًا لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ أَجْمَعِينَ (18) وَيَا آَدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ (19) فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْآَتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلَّا أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ (20) وَقَاسَمَهُمَا إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحِينَ (21) فَدَلَّاهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْآَتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُلْ لَكُمَا إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبِينٌ (22) قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ (23) قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الْأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ (24) قَالَ فِيهَا تَحْيَوْنَ وَفِيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ (25) يَا بَنِي آَدَمَ قَدْ أَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْآَتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَى ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آَيَاتِ اللَّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ (26) يَا بَنِي آَدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْآَتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ لِلَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ (27) وَإِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَا آَبَاءَنَا وَاللَّهُ أَمَرَنَا بِهَا قُلْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاءِ أَتَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (28) قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ وَأَقِيمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ (29) فَرِيقًا هَدَى وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ (30)

 

Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Allah): "Madem öyle, haydi in o bulunduğun (konum) dan; çünkü orada (o bulunduğun konumda) büyüklük taslaman yakışık almaz! Çık git artık; gerçekten, aşağılanmış kimselerden oldun sen!" (İblis): “Bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver!” dedi. Allah: “Sen (zaten) mühlet verilenlerdensin.” buyurdu. (İblis): "Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Birçoklarını şükreder bulamayacaksın." (Allâh) şöyle buyurdu: "Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun ki onlardan sana kim uyarsa (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım (azdıran sizler de, size uyup yoldan çıkan insanlar da cehenneme gireceksiniz)!" Ve (Sana gelince) Ey Âdem, sen ve eşin, bu bahçeye yerleşin ve gönlünüz neyi çekerse yiyin; ama sakın şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalim kimselerden olursunuz! Derken şeytan, kendilerine örtülmüş olan ayıp yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve: «Rabbiniz size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti.» dedi. Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?" Dediler ki: "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız." (Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır. Orda yaşayacak, orda ölecek ve oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız." Ey Âdemoğulları! Size yücelerden, hem çıplaklığınızı örtesiniz diye, hem de bir görkem-güzellik nesnesi olarak giyim kuşam (yapma bilgisini) bahşettik; ama Allaha karşı sorumluluk bilinci örtüsü her şeyin üstündedir. İşte bunda (da) ilahi mesajlar vardır ki, insanoğlu belki ders alır. Ey Âdemoğulları, şeytan, ana babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belâya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanların dostları yaptık. Ve (bunun içindir ki) ne zaman utanç verici bir iş işleseler, "biz atalarımızı da bu işi yapar bulduk; hem, Allah emretmiştir bunu bize" derler hemen. De ki: "Bakın, Allah asla utanç ve tiksinti veren işleri emretmez. Siz, yoksa hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir şeyi mi Allaha yakıştırıyorsunuz?" De ki: "Benim Rabbim (yalnızca) doğru olanın yapılmasını emretmiştir ve (O sizden) kulluğunuzu göstermek üzere giriştiğiniz her türlü eylemde bütün varlığınızı ortaya koymanızı ve içten bir inançla yalnız ve sadece Ona bağlanarak Kendisine yalvarıp yakarmanızı (ister). Başlangıçta nasıl sizi yaratan Oysa döneceğiniz kimse de yine O dur. O, (sizden) bazılarını doğru yola yönelterek onurlandıracak; ama bazıları(nız) için de doğru yoldan sapmak kaçınılmaz olacak: Çünkü bakın, onlar Allah’ı bırakıp (kendi) kötü dürtülerini kendilerine dost edinecekler, hem de böylelikle doğru yolu bulmuş olduklarını sanarak!"

Kur’an da Tevvab isminin geçtiği ayetler;

فَتَلَقَّى آَدَمُ مِنْ رَبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (37)

Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı (onlarla amel edip Rabbine yalvardı, O da) bunun üzerine onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeyi çok kabul eden (kulunun günâhından geçen) dir, çok esirgeyendir.(Bakara:37)

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (54)

Mûsâ kavmine demişti ki: "Ey kavmim, sizler, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz; gelin Yaratıcınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. (Bu sûretle O), sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O, öyle bağışlayıcı, öyle merhametlidir. (Bakara:54)

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (127) رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (128)

İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin" "Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara:127-128)

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ (159) إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَأُولَئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (160)

İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya), işte onlara hem Allâh la'net eder, hem bütün la'net edebilenler la'net eder. Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara159-160)

وَآَخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَآَخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللَّهُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (102) خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلَاتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (103) أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (104)

Bir de, iyi davranışlarını kötü olanlarla karıştırdıktan sonra günahlarının farkında olan başkaları (var): Allah'ın onların tevbelerini kabul etmesi umulabilir. Çünkü Allah, hiç şüphesiz, çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır. Bunun içindir ki, (ey Peygamber, bundan sonra artık) onların mallarından Allah için sundukları şeyleri kabul et, ki belki bunu yapmakla onların salah bulmalarına, arınmalarına önayak olursun. Ve onlar için dua et; çünkü senin duan onlar için bir huzur (vesilesi) olacaktır. (Ve bütün bunların da üstünde bil ki,) Allah her şeyin, herkesin özünü bilen mutlak bilgi sahibi olarak olup biten her şeyi işitmektedir. Bilmiyorlar mı ki, kullarının tevbelerini kabul eden Allah'tır; O'nun için sunulan şeyleri kabul eden de O. (Evet, bilmiyorlar mı ki kendisine yürekten yönelen, sığınan herkesi) acıması, esirgemesiyle kuşatıp tevbeleri kabul eden Allah'tır? (Tevbe:102-103-104)

وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا أَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللَّهِ إِلَّا إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (118)

Ve (yine acıyıp esirgeyerek, inananların içinden) bozguncu telkinlere kapılan o üç (grup insana) da teveccüh etti; o kadar ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara (çok) dar gelmeye başladı ve içleri daraldı da Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anladılar; ve bunun üzerine O da yine merhametle onlara yöneldi, ki pişmanlık duyup tevbe etsinler: çünkü, (kendisine yürekten yönelen, sığınan herkesi) acıması, esirgemesiyle kuşatıp tevbeleri kabul eden yalnızca Allah'tır. (Tevbe:118)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ (12)

Ey inananlar, zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günâhtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeği sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah'tan korkun, şüphesiz Allâh, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. ( Hucurat:12)

وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ حَكِيمٌ (10)  

Ya Allâh'ın size lutfu ve rahmeti olmasaydı ve Allâh, tevbeleri çok kabul eden ve hikmet sâhibi olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur:10)

Soru; Tevvab isminin neden rahman ismi ile değil, rahim ismi ile beraber zikredilmiştir?

Cevap; Rahman ve Rahim ismi arasındaki en büyük fark, Rahman ismi kulun iradesine bakmaksızın kuluna rahmet yağdıran, Rahim ise kulunun iradesine göre kuluna rahmet yağdıran demektir. Tevbe ancak kulun iradesi ile gerçekleşen bir durumdur. Bundan dolayı tevvaburrahim olarak gelmiştir. Yani; kul iradesini ortaya komadıkça Allah kulunu affetmez.

Kur’an da tevbe kavramı;

1 - Tevbede pişmanlık duyguları ve samimiyet esastır. “ Ey iman edenler! Samimi bir pismanlık duygusu ile Allah’a dönun.” 66/8

2 – Allah’ın (cc) öncelikle kabul edeceği tevbe; bilmeden yapılan kötülüğün hemen ardından yapılan tevbedir. “ Allah’ın kabul edeceği tovbe, ancak bilmeden kötülük edip te sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir. İste Allah bunların tevbesini kabul eder.”4/17

3 – Kötülükleri yapıp yapıp ta ölüm gelip çatınca, gözlerinin önüne ahiret halleri gelmeye başlayan kimsenin yapacağı tevbe kabul edilmez. “ Yoksa kötülükleri yapıp yapıp ta içlerinden birine olum gelip çatınca << ben simdi tevbe ettim >> diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi kabul edilecek değildir.” 4/18

4 – Cehennemin en alt katına layık olan, asla yardımcı da bulamayacak olan münafıklardan

 a)Samimiyetle pişman olarak tevbe edip, b) hallerini düzeltenler, c) Bundan sonra da ibadetlerini sade Allah (cc) icin yapanlar müminlerle aynı haklara sahip olurlar. “ Şüphe yok ki münafıklar cehennemim en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edip hallerini düzelten, Allah’a sımsıkı sarılıp dinlerini yalnız O’nun için yapanlar başkadır. İste bunlar müminlerle beraberdir.” 4/145-146

5 – Müminlerden de kim bilmeden bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edipte kendisini ıslah ederse onu Allah (cc) bağışlar, çünkü Allah (cc) Merhamet etmeyi kendine yazmıştır. “ Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe eder de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”6/54 Diğer ayetler 7/153 – 16/119 – 20/82

6 – Allah’a (cc) sirk koşan, haksız yere adam öldüren ve zina edenler önce tevbe etmeli, sonra iman etmeli, sonra Salih amel islemelidir. “ Ve onlar ki, Allah ile beraber baska bir tanrıya yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapanlar günahının cezasını bulur. Kıyamet günü azabı kat kat artırılır. Ve onda alçaltılmış olarak devamlı kalır. Ancak tevbe edip ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah Gafurdur, Rahimdir.”25/68-69-70

7 – Günahtan sonra tevbe etmemek zulümdür. “ İmandan sonra fasıklık ne kotu bir isimdir. Kim de tevbe etmezse iste onlar zalimlerin kendisidir.”49/11

8 – Bütün bunarlın yanında Allah (cc) dilediği kullarının tevbesini kabul eder. “ Sonra Allah bunun ardından yine dilediğinin tovbesini kabul eder. Zira Allah bağışlayan esirgeyendir.”9/27

9 - Allah (cc) tovbe edenleri sever. “ Muhakkak Allah çok çok tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” 2/222

 

 
Eklenme Tarihi : 31.05.2013 14:17:51
Okunma Sayısı : 16367