وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ وَاللّهُ رَؤُوفٌ بِالْعِبَادِ

207- Ama insanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için kendisini (hakka) satar (feda eder): Hiç şüphesiz Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir. (Bakara:207)



.





EŞ-ŞÂKİR

EŞ-ŞÂKİR

Şükre mukabele eden

Fiili şükre fiili karşılık veren

 

Şükür; ikram sahibini sena etmek amacıyla verdiği nimeti itiraf etmektir. İkram edene teşekkür etmek ve minnet duymaya şükür diyoruz zıttı ise örtmek yani küfürdür. Nimeti unutmamak şükür unutmak ise küfürdür. Şükürde verilen hamd’de veren öne çıkar. Hamd’i Rabbimizin Zatına yaparız şükrü nimetine yaparız.

 

İnsan bazen varı değil, yoku sayıyor. Rabbimizin verdiğini görmeyen vereceğini de göremez. Çünkü varı saymayan verdiğini görmüyor demektir. Zaten varı saysa yoka sıra gelmeyecektir.“Ve eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız baş edemezsiniz.” (İbrahim 14:34) Bu anlamda şükür nimeti görmektir. Şâkir ismi faildir. Fiili şükre karşılık, sürekli fiili mukabelede bulunan demektir.

Her nimetin şükrü kendi cinsinden olmalıdır işte birkaç örnek;

Adalet vicdanın, tefekkür aklın, muhabbet kalbin, iman batının, İslam zahirin, ibadet kulluğun, tevhit hakikatin, tertil Kur’an’ın, tahkik muhakemenin, vahdet ümmetin, tebliğ hidayetin, nafile farzın şükrüdür. Servetin şükrü infaktır.

 

“Hiç kuşkusuz Safa ile Merve Allah’ın sembollerindendir. Kim hac yâda umre amacıyla Kâbe’yi ziyaret ederse, o ikisi arasında sa’y etmesinde herhangi bir mahzur yoktur. Eğer biri kalkarda emredilenin ötesinde hayır işlerse, iyi bilsin ki Allah Şâkir’dir, Alîm’dir.”                                                                               (Bakara 2:158)

 

Evet, ayette hac veya umre ziyaretinde yapılan sa’y ibadetinden bahsediliyor. “Eğer biri kalkarda emredilenin ötesinde hayır işlerse” yani bu ibadetin şükrünü kendi cinsinden yaparsa; Allah bu nafilenizi ve gayretinizi bilendir ve yaptığınız fiili şükre ziyadesiyle karşılık verendir yani eş-Şâkir olandır eniyor. Hz. İbrahim; O ıssız vadiye yani Kâbe’nin yanı başındaki Sefa ve Merve tepelerinin arasına genç bir anne olan Hacer ve küçük oğlu İsmail’i bırakır. Hacer sordu “Bizi kime emanet ediyorsun? “İbrahim cevapladı: “Allah’a!” Hacer: “Öyleyse sorun yok: O bize yeter.” Dedi ve yavrusuna su bulmak için bu iki tepe arasında koşuşturdu. Hacer yoku değil varı görmüştü. O var Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın yardımı idi. Öyle bir teslimiyet gösterdi ki, onun fiili şükrüne fiili karşılık gecikmedi, Zemzem suyu ile kurtuldular.

Yukarıdaki ayetten çıkarılacak dört şey vardır;

<!--[if !supportLists]-->1-     <!--[endif]-->Hacer kadındır, zencidir ve köledir ancak hacca gelen tüm erkekler ve kadınlar onun adımlarını izlediler.

<!--[if !supportLists]-->2-     <!--[endif]-->Belirleyici olan bireyin şahsi sorumluluğu ile ortaya koyduğu emektir.

<!--[if !supportLists]-->3-     <!--[endif]-->Hacer’in çabası eş-Şâkir olan Allah tarafından fiili bir şükür olarak görülmüştür.

<!--[if !supportLists]-->4-     <!--[endif]-->Hacer’in fiili şükrü Hac ibadetinin bir parçası kılınmıştır. Sa’y ve gayret sadece ilahi ödülü hak eden bir eylem değil aynı zamanda eylem suretinde bahşedilmiş ilahi bir ödüldür.

 

“Eğer siz Allah’a şükreder ve iman ederseniz, Allah size azap edip de ne yapsın? Zira Allah Şâkir’dir, Alîm’dir.”                                                                                                                                        (Nisâ 4:147)

 

Şükür neden imandan önce sayılmıştır? Çünkü nimete şükür insanı imanın kapısına getirir. Nimetin sahibini bilmek ona güvenmektir. O sahibe güvenmek imanın ta kendisidir. 

 

Resmimizde; Hz. Hacer’in binlerce yıl önce yapmış olduğu fiili şükre eş-Şâkir olan Rabbimizin verdiği eşsiz ve benzersiz karşılığı gösterip bir nebze olsun şükrün önemini ve değerini muhataba hatırlatmak istedik. 

الشاكر و الشكور

Lüğavi Çerçeve;

             Eski bir lügat kitabı olan ibn-i manzur’un “lisanul arap” adlı eserin de “Şükür”; “Hayvanın yediği besini, verdiği süt ve semizliği ile belli etmesidir.” Şükür; acziyeti kabul etmek, karşılığını vermek, yapılan iyiliği dile getirmek ve nimetin sahibini övmek demektir. Şükür kelimesinin zıddı, küfürdür. Küfür; üzerini örtmek, gizlemek, görmezlikten gelmek ve hiçe saymaktır bir diğer tarif ile küfür; Allah yokmuş gibi yaşamaktır. Şükür ise; nimeti bilmek, itiraf etmek ve açığa vurmaktır. Şüphesiz bu itiraf yalnızca dil ile olmaz; şükür; Kalpteki imanın eyleme dönüşmesiyle ortaya konulan hayat tarzının adıdır.  Şükür kelimesinin yukarıdaki lügat anlamını biraz daha açılacak olursak; “Şükür”; Beslenen hayvanın, yediklerinin karşılığını ortaya çıkarmasıdır yani yediğine karşılık vermesidir. “Bir tavuğun yumurta vermesi, bir ineğin süt vermesi, bir koyunun yün vermesi ve her üçünün de et vermesi iradesiz varlıkların şükrüdür. Bu anlam örgüsü içerisinde iradeli varlıklarda ki şükür; Allah’ın nimetinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘iman, sevgi ve muhabbet’ olarak, organlarında da ‘itaat ve boyun eğme’ olarak ortaya çıkmasıdır. Şükür, nimet verene kalbin sevgiyle, organların itaatle, dilin ise nimeti vereni övmekle meşgul olmasıdır. Din terminolojisinde “şükür”;  Allah’ın verdiği maddi ve manevi nimetlere karşı kulun bu nimetlere ilahi doğrultuda cevap vermesidir. Yani kalbi ile Allah’a iman, dili ile Allah’ı zikir, eylemleri ile de Allah’a itaat etmesidir. Şükür sadece söz ile olmaz. Çünkü şükür karşılık ister. Nimeti verene şükür kuldan, kulun şükrüne karşılık Eş-Şakir ve Eş-Şekur olan Allah’tandır. Bu manda kul şakirdir. Allah ise “Eş-Şakir” dir. Kul her türlü nimete şükreder, Allah ise kulun şükrüne şükreder. Kul, Allah’ın ikramına iman edip sözlü ve fiili olarak karşılık verirse Allah’a şükretmiş olur. Allah ise kulun bu şükrünü kabul edip ondan hoşlanması ve kulunun şükrüne karşılık ona ebedi cenneti vererek onu ödüllendirmesi ise Allahın kulunun şükrüne şükretmesidir. Şükür tek kelime ile karşılık vermek demektir. Kul nimete ibadetle karşılık vererek şükreder. Allah ise kulunun şükrüne rızası ile karşılık vererek şükreder (Yani kulunun şükrünü kabul eder). İnsanın Allah teşekkürü kulluk, Allahın insana teşekkürü kulun şükrüne şakir oluşudur. Karşılık verenin karşılığını veren Eş-Şakir ve Eş-Şekur olan Allahtır.

          الشكور; Şekûr ism-i şerifi, شَكَرَ  fiilinden türemiş mübalağalı ismi faildir. Mübalağalı ismi failler, bir varlıkta bir özelliğin çok fazla bulunduğunu ve bir kimsenin bir şeyi çok fazla yaptığını gösteren isimlerdir.  شَكَرَ  fiilinin ism-i faili iseالشاكر  “Şâkir” dir. Şâkir de Şekûr gibi Allah-u Teâlâ’nın bir ismi şerifidir. Bu iki isim arasındaki mana farkı şudur: Şâkir denildiğinde, bire on, belki bire yüz karşılık veren manası anlaşılır. Fakat Şekûr dendiğinde, eşsiz, benzersiz ve sınırsız karşılık veren manası anlaşılır. Hem Şâkir ismi hem de Şekûr ismi insanlar için de kullanılır. İnsanlar için kullanılan esmalar mutlak değil mukayyettir. Çünkü Allah’a Adnan kullar Rablerinin terbiyesinden geçmişlerdir. “Her kim kimin terbiyesinden geçmişse onun ahlakını alır.” Hakikatince Rabbe adanan kullar elbette rablerinin esması ile de ahlaklanırlar. Bu ism-i şerifler insana atfen kullanıldığında o insanın çok şükredici bir kul olduğu ifade edilmiş olur, mesela, “Abdullah şâkirdir.” denilse; bundan, Abdullah’ın şükreden bir kul olduğu anlaşılır. Eğer “Abdullah şekûrdur.” denilse; bundan da Abdullah’ın çok fazla şükreden bir kul olduğu anlaşılmış olur. Kula atfedildiğinde, “şükreden ve çok fazla şükreden” manasına gelen bu isimler, Allah’a atfedildiğinde, “Dünya hayatı ile sınırlı ibadetlere çok karşılık veren, dünya ile sınırlı olan az amellere eşsiz ve benzersiz ikram ile karşılıkta bulunan” manasına gelmektedir. Az ibadet demek ibadetlerin tümünün cennetin karşılığında ne kadar az bir amel olduğunu ifade etmek içindir. Evet, Allah Şekûr’dur. Azıcık amele, ebedi Cennet’i ihsan eder. Ufacık bir itaate, yüksek dereceleri ikram eder. Halisane bir tövbeyle kulun bütün günahlarını affeder. Bazen olur ki, kulun ihlâsla sadaka olarak verdiği bir hurma tanesine bedel, kuluna en büyük ilahi hediye olan hidayeti lütfeder.

Nazari çerçeve;

               “Şükür” kavramı Kur’an-i bir kavramdır. Fakat Kur’an’ın diğer kavramları gibi anlam kaymasına uğramıştır. Tarihsel süreç içerisinde başına gelmedik kaza kalmamıştır. Kur’an’ın lafzını değiştiremeyenler; Kur’an-i kavramlar bozulmadan, İslami anlayışın bozulamayacağını bildikleri için Kur’an-ı lâfzen değil manen tarif etmeye kalkışmışlardır. Bu emelleri doğrultusunda içini boşaltıp, kendilerince doldurmaya çalıştıkları kavramlardan biride şükür kavramıdır. Şu hakikat unutulmamalıdır ki; Dini kavramlar doğru anlaşılmadan “din” doğru anlaşılamaz. Çünkü Bir dilin temelini oluşturan harflerdir, kelimelerdir ve kelamdır. Kelamın oluşumu kelimelere, kelimelerin oluşumu ise harflere bağlıdır.  Kelimesiz kelam olmadığı gibi, kelamsız da dil olmaz, dilsiz de düşünce olmaz. Her düşüncenin kendine göre muhakkak bir dili ve hayat bulduğu bir iklimi vardır. Kelimeler bir dilin kalbidir. Dil ise bu kalbin sıhhati oranında sıhhat bulur ve ya hastalanır. Dinin doğru anlaşılması da, din dilinin doğru anlaşılması ile orantılıdır. Yani din dilindeki kelimler de yaşanacak sapma, dindeki sapmayı doğurur. Şükrü kavramını doğru bir zemine oturtamayanlar şükretmeleri gerekirken, küfrederler. Kâinatta şükredenlerin şükrüne baktığımızda iki varlığın şükrettiğini görürüz. Biri iradesiz varlıkların şükrü, diğeri ise iradeli varlıkların şükrüdür. Şükür; karşılık vermek demektir. Bu manda iradesiz varlıkların şükrü var oluşlarına karşılık vermeleridir. Güneşin şükrü (var oluşuna karşılık vermesi) ısı ve ışık kaynağı olmasıdır. Ay ve güneşin şükrü insanlar için vakit tayin etmeleridir. Arının şükrü bal vermesidir. Varlığın şükrü insana hizmet etmesidir. İradeli varlık olan insanın şükrü ise Allah’a kul olmasıdır. Aslında tad almak, lezzet duymak duygusu iradesiz şükrün her insanda bulunan fıtrî seviyesidir. Fıtrî olan bu duyunun iradeli olarak kalbe, dile ve fiile dönüşmesi ise istenen şükür. Çünkü şükür karşılık vermektir. Yoktan var ettiği insanın Allah’a şükrü; kulun var oluş gayesi doğrultusunda hareket etmesidir. Yani kul dünya hayatında yaşarken Allah yokmuş gibi yaşamamalıdır. Eşyaya bakarken eşyayı değil, Eşyanın arkasındaki mükemmel yaratıcıyı göre bilmelidir. Şükredenler eşyanın arkasındaki eşsiz ve benzersiz sanatkârı elbette görürler. Şükredemeyenler eşyaya gömülüp giderler. Nimet verilen kimse, nimetten çok, nimet vereni hatırlamalıdır. Bu hakikat nimetlerden yararlanmaktan çok daha önemlidir, Allah kullarına nimet verdiğinde kul, yüce yaratıcı tarafından adam yerine konulduğunu unutmamalıdır. O halde kula düşen şükrederek adam gibi adam olmayı unutmamasıdır. İnsanların çoğu Allah’ın ne verdiğine bakıyor. Çok azı ise Allah’a şükrettiği için şükür edebilme nimetine bakar.

                Tüm nimetlerin tek sahibi olan Allah, büyüklüğünden ve bize değer verdiğinden dolayı devamlı şükredilmeye lâyıktır. Yapılan şükre gereğince karşılık veren ve şükredenin şükrünü asla zayi etmeyen Eş-Şakir olan Allah’tır. Şükür, en büyük sadakat makamıdır. Şükredemeyenlerin sadakati yoktur. Allah, insanlar için çeşit çeşit nimetler yaratmış, onlara yol gösterici olarak peygamberler gönderip kitaplar indirmiştir. Kendileri için kulaklar, gözler ve kalp var etmiş, ayrıca doğru yol üzere olsunlar, hem dünyada hem de ahirette mutluluk ve saadet kazansınlar diye kullarına bir takım ilahi emirler koymuştur. Bütün bunların karşılığında insana düşen O'nun yolunda yürümek ve emirlerinin dışına çıkmamaktır. İşte şükür budur. Şükür kulun faydasınadır, Allah’ın değil. Allah'ın insanlardan şükredenlerden olmalarını istemesi insanlar içindir. Yoksa Allah, insanların hamd ve şükrüne muhtaç olmadığı gibi, insanların küfürleri de Allah’a hiç bir zarar verecek değildir. Hamdeden, şükreden kendi iyiliği için şükreder, hem dünyada, hem âhirette gerçek saadete erer. Allah, Eş-Şakir oluşu ile şükredenlerin şükrünün karşılığında nimetlerini artırır ve şükredeni hem bu dünyada hem ahrette mükâfatlandırır. Allah’ın Eş-Şakir oluşu işte budur. İnsanlar Allah’a kulluk ile şükreder, Allah da kullarının şükrüne karşı Eş-Şekur olarak tecelli eder. Kulluk, şükre "şirk" katmamanın adıdır.

                   "Şükür" mertebesi, mertebelerin en yücesidir. Şükür mertebesi, "Rıza" mertebesinin de üstündedir ve (hatta daha) fazladır. Rıza, şükrün içinde yer almaktadır. Çünkü şükür, rızasız olmaz. Allah'a hizmetçi muamelesi yapar gibi "şükürler olsun-teşekkür ederim" demeyin, İhsan ettiği nimetleri yerli yerince kullanarak şükür edin, teşekkür edin. Bu da nimeti vereni bilmek, tanımak ve anlamakla mümkün olur. Bu manada esma-ül Hüsna Allah’ı bilmek tanımak ve anlamak adına yapılmış olan en büyük şükürdür. Yine şükür elde edilen her türlü nimetten dolayı sevinç duyma, nimete karşılık olarak yapılması gereken teşekkürü, dil, beden ve kalp ile yerine getirme suretiyle olur. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Verilen nimetin şükrü; o nimeti iyi ve güzel şeylerde kullanmak, onu günaha götüren şeylerden uzak tutmakla olur. Bu manada Şükür, Allah'ın verdiği nimet ile Allah'a isyan etmemektir. Şükrün ölçüsü kanaat etmek, iktisatlı olmak, rızka rıza göstermek ve memnuniyet duymaktır. Kanaat etmeyip hırs göstermek, helâl ya da haram aramayıp, rast gele kazanç elde etmeye kalkmak şükürsüzlüğün (nankörlüğün) ölçüsüdür. Şükre sebep olan şey nimetin ulaşmasıdır. Nimetse lezzet almaya sebep olan şeydir. Lezzet ise ilim, hikmet ve marifet gibi manevi veya yiyecek, giyecek gibi maddi olur. Avamın şükrü maddi nimetlere, mukarreblerin şükrü ise manevi nimetleredir. Peygamberimiz bu bilinçte olduğu için; geceleri ayağa kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılar ibadet ederdi. Kendisine; ‘Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affettiği halde niye kendini bu kadar yoruyorsun denildiğinde: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını verdi. İşte mukarreblerin şükür anlayışı budur.  Allah’ın Eş-Şakir olarak bir kula tecellisi, nimetinin etkisini kulun dilinde itiraf ve övgü, kalbinde muhabbet, organlarında da itaat olarak gözükmesidir. Şükredemeyen, şükrü aklına getirmeyen, belki sadece şükrü hayvanî fıtrî seviyede kalan insanlara bakıldığında şükredebilmenin de ayrıca bir şükrü gerektirdiği anlaşılmış olur.  Bu manda her şükür bir şükrü gerektirir. Her şükür; bir önceki şükrün şükrüdür. İman kalbin şükrü, İslam da imanın şükrüdür. İslam’ın şükrü, Salih ameldir. Salih amelin şükrü, dua, dua’nın şükrü, ihlâstır. İhlâsın şükrü sevgi ve muhabbettir. Muhabbetin şükrü ise Kur’an’ı tertil üzere okuyup yaşamaktır. Tertilin şükrü tilavettir. Tilaveti olmayanın tertili, tertili olmayanın muhabbeti, muhabbeti olmayanın ihlâsı, ihlâsı olmayanın duası, duası olmayanın ameli, ameli olmayanın Müslümanlığı, Müslümanlığı olmayanın imanı, imanı olmayanında manen kalbi yoktur. Böyle kimseler Allah katında ölüdürler. Bizi imanımızla yaşatan Allah’a sonsuz şükürler olsun.  

Kur’an-i Çerçeve;

            Yüce Rabbimiz göndermiş olduğu son ilahi mesajda insanları şükretmeye davet etmektedir. Ona şükredersek bize Eş-Şekur olarak tecelli edip şükrümüzün karşılığında verdiği nimetlerini artıracağını da müjdelemektedir. O hâlde onun sevgisini kazanmanın, maddi ve manevi nimetlere sahip olmanın yolu ona gereği gibi şükretmekten geçer. Kur’an-ı Kerim, şükür hakikati üzerinde çok yoğun bir şekilde durmuştur. Şükür kavramı, imanın bir gereği ve müminlerin temel görevi olarak anlatılmıştır. Nitekim birçok ayette inananlar, aynı zamanda “şükredenler” olarak nitelendirilmiştir. Şükür kelimesinin zıt anlamlısı olan “küfür” sözcüğü de, yine bir müminin asla yapmayacağı bir davranış olarak nitelendirilmiştir. Şükrün akidevi karşılığı; İman, ahlaki karşılığı ise teşekkürdür. Küfrün akidevi karşılığı hakikati hiçe saymak, ahlaki karşılığı ise “nankörlük” tür. Şükrün Kur’an’da bu kadar önemle vurgulanmasının sebebi, şükür; imanın ve tevhidin önemli unsurlarından biri olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kadar önemli olan şükür kavramı, imana eşdeğer kabul edilirken sadece bir söze indirgemek şükür kavramını katletmek olur. Şükür kavramını katletmeden ilahi vahyin ışında anlamaya çalışırsak karşımıza iki türlü şükrün çıktığını görürüz. Birici şükür şekli; İradesiz varlıkların şükrü, İkinci şükür şekli ise; İradeli varlıkların şükrüdür. İşte kur’an-ı insandan istediği ikinci şükür yani iradeli şükürdür. Çünkü İradeli şükür, aynı zamanda iradesiz şükrün de şükrüdür. Bu manda iradesizlerin yapmış olduğu şükre şükretmek ancak iradeli şükürle olur. Kur’an’ın şükre bakışı şöyledir;

وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ

31.14 - (Allah diyor ki:) 'Biz, insana, anne babasına karşı iyi davranmasını emrettik: annesi onu nice acılara katlanarak karnında taşıdı ve çocuğun annesine bağımlılığı iki yıl sürdü; (öyleyse, ey insanoğlu!) Bana ve anne babana şükret, (unutma ki) bütün yollar sonunda Allah’a ulaşır.

17.23*************وَقَضٰى رَبُّكَ اَلَّا تَعْبُدُوا اِلَّا اِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ وَلَا تَنْهَرْهُمَا وَقُلْ لَهُمَا قَوْلًا كَريمًا 17.24*************وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانى صَغيرًا

17.23 - Çünkü Rabbin, başkasına değil, yalnızca O'na kulluk etmenizi ve ana babaya iyi davranmanızı emir buyurmuştur. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa, onlara sakın "öf!" demeyesin; onları azarlamayasın; onlara saygılı, yüceltici sözler söyleyesin. Ve onlara alçak gönüllüce ve acıyıp esirgeyerek kol kanat geresin ve "Ey Rabbim!" diyesin, "Onların beni küçükken sevgi ve şefkatle besleyip büyüttükleri gibi, Sen de onlara merhamet eyle!"
                Ayetlerde görüldüğü gibi Rabbimiz, kendisi ile birlikte anne ve babaya da şükredilmesini emretmiştir. Bize düşen, önce bu ayetlerden ana ve babaya şükretmenin ne anlama geldiğini anlamak ve sonra da buradan hareketle Allah’a şükretmenin ne demek olduğunu doğru şekilde tespit etmektir. Bunun için “şükür”ün bir “karşılık ödeme” olduğu unutulmadan, yukarıda verdiğimiz İsra suresinin 24. ayetindeki “Onlar beni küçükten nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet et.” ifadesine dikkat etmek yeterlidir. Burada Rabbimiz, çocukları küçükken ana-babanın onlara yaptığı koruma, kollama ve terbiye hizmetlerine işaret etmiştir. O hâlde ana babaya şükür de, aynı cinsten bir karşılık olarak onların korunması, kollanması, hoş tutulması şeklinde olmalı, lâfla geçiştirilmemelidir. Ana babaya yapılacak şükür böyle tespit edilince, Allah’a yapılacak şükrün; Allah’ın verdiği nimetleri O’nun yolunda kullanmak ve O’nun rızası için uygun yerlere sarf edip değerlendirmek olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu sonuca göre de artık, Kur’an’da geçen şükür ayetlerinin, özellikle de “Hâlâ şükretmeyecekler mi”, “Umulur ki şükredersiniz” ifadelerinin gereği olarak; bir köşeye oturup “Çok şükür ya Rabbi” demek yerine, lütfedilen nimetlerdeki Allah’ın hakkını vermek ve nimetleri Allah’ın öngördüğü tarzda ve yolda harcamak gerektiği anlaşılmalıdır. Şükretmenin ne kadar önemli bir konu olduğuna bir delil de, İblis’in Kur’an’da ibretlik olarak nakledilen şu sözleridir: “İblis: ‘Öyle ise beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları (insanları) saptırmak için senin doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların birçoğunu şükredenlerden bulamayacaksın’ dedi.” (7/A’râf, 16-17) Âyette ifade edildiği gibi, şeytan, insanın şükürden uzaklaşmasını, kendisi için büyük bir başarı olarak görüyor. Şeytanın hedefinin insanları şükürden alıkoymak olduğuna göre, şükretmeyen insanın nasıl bir dalâlet içinde olduğu anlaşılır.

2.158*************اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّٰهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَليمٌ

2.158 - (O halde) unutmayın, Safa ve Merve, Allah tarafından konulmuş sembollerdendir; böylece hac veya umre için Mabede gelen birinin bu ikisi arasında gidip gelmesinde bir mahzur yoktur. Zira eğer kişi, yapılması gerekenden daha çok iyilik yaparsa bilsin ki Allah, şükre bol karşılık verendir, her şeyi bilendir.

Hac vazifelerini yerine getirirken Safa ve Merve arsında “say” yapan kadim Müslümanlar, İslam’dan öncede bu iki tepe arasında say yapıyorlardı. Fakat Müslüman olduktan sonra acaba bu yaptıkları sayın doğu olup olmadığının endişesini taşıyorlardı. Çünkü onlar Müslüman olduktan sonra dinlerini yaşamada öyle titiz davranıyorlardı ki İslam’dan sonra da yapılan “say” eyleminin bir şirk olup olmadığının endişesini taşıyorlardı. Allah, onların bu endişesini gidermek üzerine bu ayeti indirerek safa ve Merve’nin ilahi sembollerden olduğu hatırlatılmış ve onlarda gönül rahatlığı ile say yapmışlardır. Ayetin sonu şöyle bitmektedir: Kim gönülden gelerek kendisine farz kılınmayan (Tetevv’u) ibadetleri yaparsa hiş şüphesiz ki Allah’ı Şakir ve Âlim olarak bulacaktır. Yani Allah, insanların gönülden gelerek fazladan yapmış oldukları iyilikleri elbette bilir ve gereken karşılığı da elbette verir.

4.147*************مَا يَفْعَلُ اللّٰهُ بِعَذَابِكُمْ اِنْ شَكَرْتُمْ وَاٰمَنْتُمْ وَكَانَ اللّٰهُ شَاكِرًا عَليمًا

4.147 - Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size ne diye azap etsin ki? Allah, şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.

Azap olmamanın iki temel şartı var. 1: Şükretmek 2: İman etmek. Bu ayette şükür ve iman kavramları, iman ve Salih amel kavramları gibi ele alınmıştır. Yani bu ayette Salih amelin yerini şükür almıştır. Demek ki Salih amel işlemek şükretmektir. Şükredenler Salih amel işleyenlerdir. Salih ameli olmayanın lâfzen şükrünün kendisini kurtaramayacağını bu hakikatten anlaması gerekir. İman öncesi yapılan iyi davranışlar insanı bu dünyada imanın kapısına kadar getirir. Artık bu kapıdan içeri girip iki dünya saadetini kazanmak ve ya bu kapıdan yüz çevirip iki dünyada rezil olmak insanın iradesine kalmıştır.

7.144*************قَالَ يَا مُوسٰى اِنِّى اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتى وَبِكَلَامى فَخُذْ مَا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرينَ

7.144 - (Allah): "Ey Musa" dedi, "(sana) ayetler vahyederek ve (seninle) konuşarak sana insanların arasında üstün bir yer ayırdım; sana bahşettiklerime sıkı sıkı sarıl ve şükreden kimselerden ol!"

Yüce Rabbimizin Musa’ya şükredenlerden ol demsinin sebebi, O’nu insanlık içinden seçmesi onunla konuşması ve ona ilahi vahiy vermesidir. Fakat bu üç özellik arasından “sana verdiğimize sımsıkı tutun ve şükredenlerden ol” demesi. Kişinin ilahi vahye sımsıkı tutunarak ancak şükredenlerden olabileceğini vurgulamış olmaktadır. Kitaba tutunmak demek; Mushaf’a değil, kur’an-ın kendisine olmalıdır. Mushaf’a tutunmak şekle tutunmaktır. Kur’an’a tutunmak ise manaya ve maksada tutunmaktır.

إِنَّ الَّذِينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللَّهِ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ (29) لِيُوَفِّيَهُمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدَهُمْ مِنْ فَضْلِهِ إِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ (30)

35.29-30; Allah'ın vahyine (şeksiz şüphesiz) uyanlar, namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli / açık başkaları için harcayanlar; işte ancak bunlar hiç kesintiye uğramayacak bir kazanç umabilirler.  Allah, onların hak ettiği karşılığı eksiksiz verir ve onu lütfüyle daha da arttırır. Allah, şüphesiz çok bağışlayıcıdır ve şükrün karşılığını anında verendir.

35.34*************وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذى اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ

35.34 - ve şöyle derler: "Bütün övgüler bize acı ve üzüntü tattırmayan Allah'a mahsustur. Rabbimiz gerçekten çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını eşsiz ve benzersiz verendir.

64.17************* فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنْفِقُوا خَيْرًا لِأَنْفُسِكُمْ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (16) انْ تُقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّٰهُ شَكُورٌ حَليمٌ

64.16-17; O halde, elinizden geldiği kadar Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, (O'nu) dinleyin ve itaat edin. Ve kendi iyiliğiniz için karşılıksız harcamada bulunun, böylece açgözlülüklerinden kurtulmuş olanlar; işte onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar! Eğer Allah'a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr'dur (şükrü kabul edip çok ihsan eden), Halim'dir (cezayı vermekte acele etmeyendir).

“Rabbiniz şöyle buyurmuştur: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size (nimetimi, mükâfatımı) artırırım ve andolsun eğer küfrederseniz (veya nankörlük yaparsanız), şüphesiz benim azabım pek şiddetlidir.” (14/ İbrahim, 7)

"Siz, hiç bir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi." (16/Nahl, 78)

"Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki Allah müstağnîdir, her türlü övgüye lâyıktır." (31/Lokman, 12)

“...Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!” (34/Sebe’, 13)

“Şayet nankörlük ederseniz (küfrederseniz), artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için buna rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (faydanız) için ondan razı olur…” (39/Zümer, 7)

Şakir ve Şekur isimlerinin tecellisi;

1: İlkönce insan, ibadetlerine karşı kendine verilecek olan mükâfatları Allah’ın Şekûr isminin bir tecellisi bilmeli ve bu sayede övünme ve kibirden kurtularak tevazu sahibi olmalıdır.

2: Allah’ın bu esması ile ahlâklanıp, kendisine iyilik yapanlara karşı cömertçe muamele etmeli ve az iyiliğe, gücü nispetinde çok karşılık vermelidir.

3: Şükrün imanı bir gereklilik olduğunu asla unutmamalıdır.

4: Şükür sadece dil ile değil, aynı zamanda öncelikle kalp ile, sonra dil ile sonrada tüm beden ile yapılmalıdır.

5: Her şükür bir şükrü gerektirdiğini hiçbir zaman unutmamlıdır.

6: Şükrederken Allah’ın avucuna ne koyduğuna değil, gönlüne ne koyduğuna bakmalı.

7: Şükreden Şakir, şükretmeyen ğafildir.

8: İradesiz şükrün şükrü, iradeli şükürdür. İrademizle şükretme adına Ya Şakir ya Allah;

Sana gereğince şükür edebilmeyi bize nasip eyle.

 
Eklenme Tarihi : 31.05.2013 14:13:27
Okunma Sayısı : 14131