يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk (Emir ve yasaklarına riayet) ediniz. Umulur ki, böylece kendinizi (İlahi azaptan) korumuş olursunuz. (Bakara:21)



.





KAF SÛRESİ


KAF SÛRESİ

--------------------------------

ق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ

1- Kâf. Mecîd Kurân’a and olsun!

Kaf; hurufu mukattaa harflerindendir. Lafzî herhangi bir manası yoktur. Spekülasyona konu olan hurufu mukattaanın, sözlü kültürün hâkim olduğu bir ortamda yazılı usûlde kitabın konu başlıkları ve alt başlıklarını konu başlığına bağlamak için kullanılan alt madde başlıkları gibi olduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki bir konu kendi içinde 3 alt başlığa ve her başlık müstakil olarak alt başlıklara ayrılıyorsa kitap yazım usûlünde bu alt başlıkların kendisine bağlı üst başlığa ait olduğunu göstermek için onlara kesik harfler verilmesi gerekmektedir.

Kaf sûresindeki ‘Kaf’ kullanımı Kur’an’da bir de Şûra sûresinin başında zikredilir. Ha.mim.ayîn.sîn.kaf. Burada 'Kaf' maddesinin alt kategoriler ile zikredilmesi söz konusudur. Şûra sûresi 24 'Allah'ın sadırlarda olanı bilmesinden bahseder ve isteseydik iç vesvesenin kalbe tesirini yok edip mühürlerdik.' diyerek kaf maddesine değinir. Sadırlarda olanın nasıl bilindiği ve insanı yoldan çıkarabildiği, helak olan kavimler örnekliğinde Kaf sûresinde çok daha ayrıntılı olarak 16. âyet merkezde olmak üzere açıklanır. Yeri geldikçe diğer kesik harflerin hangi başlıkları konusal olarak ifade ettiğinden bahsedeceğiz. Bizim anladığımız bu olmakla birlikte en doğrusunu Allah bilir.      

Vav ifadelerinin hepsi and olsun şeklinde meallendirildi. Maksat  şâhitliktir. (Bkz. Duha:1) Burada mecit Kurân şâhit tutulmaktadır.

Mecid kelimesi, Kuran’ın tamamında dört kez geçer. Allahın bir esması olarak da ifade edilir. EL-MECÎD çok şanlı, şan ve şeref sahibi, şanı pek yüce olan demektir. Allah’ın sözü olan Kur’an da mecittir. “Kurâni’l mecid“ terkibi, “şerefli ve şanlı Kur’an” demektir. Ayrıca Kur’an; düşünerek okuyanı ve bildirdiği gerçekleri inanarak uygulayanı, yüceltip şereflendiren bir kitaptır.

--------------------------------

بَلْ عَجِبُوا أَن جَاءهُمْ مُنذِرٌ مِّنْهُمْفَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ

2-Doğrusu, kendi içlerinden bir uyarıcının gelmesini acayip buldular. Bunun üzerine hakîkati örtenler dediler ki: “Bu acayip bir şeydir.”

Acîb-teaccüb,bir şeyin sebebini bilmediği zaman insana ârız olan hâldir. Türkçesi hayret etmektir. Neyi acayip buldukları bir alttaki âyette açıklanmaktadır.

--------------------------------

أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ذَلِكَ رَجْعٌبَعِيدٌ

3- “Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı?” İşte bu, uzak bir dönüştür.

Bu cümleyi kullanan kişi sadece gözlediği somut veriler ile yorum yapan, beynin sebep ve sonuçtan sorumlu sol beyin küresi ile bir kanaate ulaşmıştır. Zirâ bu tip yarım akılla değerlendirme yapmakta ve sezgisel yan olan sahih niyetten sorumlu sağ beynini hiç kullanmamaktadır. Kur’an zihnin tamamını kullanmanın önemini öne çıkarmakta; tek taraflı ve dengesiz düşünmenin yol açtığı sorunlara kavimlerin helâkı ile değinmektedir. Sadece görünenle değerlendirme yapana sonraki âyet aşağıdaki gibi cevap vermektedir. 

--------------------------------

قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْوَعِندَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ

4- Arzın onlardan ne eksilteceğini biz biliyoruz. Ve katımızda muhafaza eden bir kitap vardır.

“Kitâbun hafîz” terkibi “hem koruyan hem de korunan bir kitap” anlamına gelir. Bu terkip Allah’ın değiştirilemeyen kanunları olan sünnetine bir âtıftır. Zirâ toprağa gömülen cesedin çürümesi Allah’ın koyduğu değişmez bir yasadır. Bu yasaya bakıp yeniden dirilişi inkâr etmek, yasayı kabul edip onu koyanı inkâr etmek gibi bir tezat oluşturur.

Kâinattaki he şey yasalara bağlıdır. Doğum,ölüm ve toprak olma nasıl yasalara bağlıysa yeniden diriliş de yasalara bağlıdır. Zımnî anlam cesetleri çürüten; değişmeyen, korunmuş yasalardır.

--------------------------------

بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ فَهُمْفِي أَمْرٍ مَّرِيجٍ

5- Buna rağmen,onlar kendilerine hak gelince onu yalanladıkları için onlar, karmakarışıklar.

Merîc,Lisanü'l-Arab’da “bomboş, muhtelif, karışık, sıkıntı veren” anlamlarına gelmektedir. Bu kelimenin aslı düzensizlik ve karışıklık demektir. Bu mânada 'meraca emrahum'/'işleri birbirine karıştı' denir. Burada sadece mantıksal bakanların dışardan çok kararlı görünseler de, kalben pek de tatmin olmadıkları ve sürekli yeniden dirilmenin ihtimalinden dolayı yaşadıkları ikilemden bahsedilir.

--------------------------------

أَفَلَمْ يَنظُرُوا إِلَى السَّمَاء فَوْقَهُمْ كَيْفَبَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍ

6- Öyleyse üzerlerindeki semâyı nasıl bina ettiğimize ve onu nasıl süslediğimize bakmıyorlar mı? Ve onun hiçbir çatlağı yoktur.

Mantıksal tatmine ulaşmak isteyenlerin, kâinat kitabını incelemeleri ve yaratılıştaki muazzamlığı sema anlatımı ile göstererek ayrıca sistemdeki dengeyi “çatlak yoktur” şeklinde ifade ederek fark etmeleri istenmektedir.

--------------------------------

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَارَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ

7- Ve yeryüzü; onu döşedik ve oraya ağırlıklar yerleştirdik. Ve orada her çeşit bitkiden güzel çiftler yetiştirdik.

Revâsi, ağır basan oturaklı ağırlıklar demektir. Bu kelime 'r-v-s' kökünden gelir. Bir şeyin sabit olması anlamına da gelir. Kıtalar ve yer kabuğunun kalın kısımları revâsi'dir. Cebel ise daha küçük ağırlıklar olup dağ demektir. Çoğul şekli cibāldir. Bu ikisi birbirine karıştırılmamalıdır. Yer kabuğundaki bu kütle farkları bazı kısımlarda çatlamalara (fay hatlarına) sebep olmakta ve yer altındaki zengin minarelleri yer üstüne çıkarmaktadır. Bu da toprağı beslemeyip bitki örtüsünü çeşitlendirmektedir. 

--------------------------------

تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ

8- Sürekli yönelen bütün kullara basiret ve öğüt olsun diye.

Tebsira,hem gözle görebilme hem de akılla sezebilme kuvveti anlamına gelir. Bunun için gözün görmesine “basar,” aklın sezişine de “basiret” denmiştir. Burada“tebsira” kelimesi, “zikrâ” ile beraber kullanıldığından “tebsira” hissi(duygusal), “zikrâ” da mantıksal bir kavramayı karşılar.

Münib,nevb kökündendir. Nevb; bir şeyin gidip gelmesi, dönüşümlü olması, sıra ile dönmesidir. Sürekli gidip tekrar yuvasına döndüğünden bal arısına da 'nevb'denmiştir. İnabe Allah’a samimi amelle dönüş yapmak demektir. Bu kelime Kur’an’da dünyanın melekûtunu/işleyişini gözlemleyen ve hep Allah’a yönelen Hz İbrahim için de kullanılır.

--------------------------------

وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء مُّبَارَكًافَأَنبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ

9- Ve gökten mübarek su indirdik. Böylece onunla cennetler ve hasat edilen hububat bitirdik.

Habbe;arpa ve buğday gibi yiyecek maddeleri için kullanılır. Hububat kelimesi buradan gelir. Sevgi manâsına gelen 'hub'la aynı köktendir. Sevgi de kalbe atılan tohum gibidir. Yeşerince muhabbet olur.

--------------------------------

وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَّهَا طَلْعٌ نَّضِيدٌ

10- Ve tomurcukları birbirinin üzerine dizilmiş uzayıp giden hurma ağaçları...

Bâsikât; uzun, yüksek şeyler anlamına gelmektedir. Bâsık, yükselme yönünde uzayıp giden şey demektir. Nadıd, salkım taneleri gibi sıraya dizilmiş tomurcuklar demektir. Nahl, hem hurma ağacına hem meyvesine denmektedir.

--------------------------------

رِزْقًا لِّلْعِبَادِ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةًمَّيْتًا كَذَلِكَ الْخُرُوجُ

11- Kullar için rızık olsun diye. Ve onunla ölü beldeye hayat verdik. Çıkış, işte bunun gibidir.

Doğadaki dirilişten insanın hesap vermek üzere diriltilmesine bir geçiş söz konusudur.

--------------------------------

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُالرَّسِّ وَثَمُودُ

12- Onlardan önce Nuh’un kavmi, Ress ashabı ve Semûd da yalanladı.

Nuh kavmi M.Ö 5000'lerde Mezapotanya ovasındaki şehirlerden olan Ur şehrinde yaşadığı düşünülen bir kavimdi. “Ress“, Arapçada “körelmiş kuyu” anlamına gelen bir kelimedir. Ress ashabı, kuyu arkadaşları demektir. Su kaynağı etrafında yerleşen gruplar anlaşılmaktadır. Semûd kavmi nüzûl sürecinde ilk olarak Fecr sûresinde geçmişti. Manası az su kavmi demektir.

--------------------------------

وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ

13- Ve Âd ve Firavun ve Lût’un kardeşleri...

(Âd kavmi ve Firavun için bkz. Fecr:10)

Lût İhvanı (kardeşleri) tabiri, Kur’an’da Hz. Lût’un mensup olduğu kavmi değil,onun aralarında yaşamaya karar verdiği ve peygamberlik göreviyle gönderildiği Sodom şehri sâkinlerini ifade eder. Çünkü Hz. İbrahim’in yeğeni olan Hz. Lût,amcası Hz İbrahim gibi güney Babil’deki Ur şehrinin yerlilerindendi. Allah onu, Sodom ve çevresinde oturan topluma elçi olarak gönderdi. Buradaki “kardeş” anlamına gelen “ihvan” kelimesi, aynı sosyal çevreyi paylaşan insan grubundan kinâyedir.

--------------------------------

وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ كُلٌّكَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ

14- Ve Eyke ashabı, Tubba kavmi… Onların hepsi de elçileri yalanladılar; böylece vaadim hak oldu.

Eyke kelimesi “ağaçları çok sık olan ormanlık bölge” anlamına gelir. Ayrıca Eyke’nin, Tebuk’un eski ismi olduğu da söylenir. “Eshabu’l Eyke” de, Hz.Şuayb’in kendilerine peygamber olarak gönderildiği Medyen halkıdır. Tubba kavmi, Güney Arabistan’ı uzun yıllar yönetmiş ve MS. 4. yüzyılda Habeşliler tarafından devrilmiş olan güçlü Himyer krallarının unvanı veya devletine verilen isimdir. Etrafındaki tüm küçük devletçileri kendilerine bağladıkları için Tubba adını almışlardır. Ashab-ı Ress, ve Ashab-ı Eyke'den arta kalanlar Tubba kavmini oluşturmuş olabilir.

Görüldüğü gibi helâk olan kavimler veya gruplar değişik nüfus yoğunluklarına ve yaşam alanlarına sahiptir. Allah’ın önceden belirlediği vaadi yanlış yerlere yerleşen halkın bu bölgeleri terk etmemeleri durumunda helâk olacakları gerçeğidir.Allah gönderdiği elçilerine bu gaybî bilgiyi vererek yanlışta olan kulların yanlış üzere ölmelerini istememiş ve başlarına gelecek doğal âfeti önceden bildirmiştir. (Bkz. Kur’an Kavramları iman-irade-helak ilişkisi.)

--------------------------------

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْفِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ

15- Yoksa Biz,önceki yaratışta âciz miydik? Bilakis, onlar yeniden yaratılıştan kuşku içindeler.

Ayye, bir işin veya konuşmanın peş peşe gelmesinden dolayı meydana gelen âcizlik anlamına gelir. Bir kimse bir şeyi yapmaktan âciz kalınca, “Aye bihi” denir.Buradaki evvel kelimesi insandan öncesini ifade eder. Zirâ gökler ve yer insandan önce yaratılmıştı.

''Onlar gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakla yorulmayan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kâdir olduğunu görmüyorlar mı? Evet, şüphesiz ki, O’nun her şeye gücü yeter.'' (Ahkâf 33)

Lebs,karıştırıp kuşkuya düşürmek demektir. Nitelikler ve sıfatlar konusunda kullanılır. Bu kelime örtü, elbise anlamına gelen 'libas' kökünden gelir. Bu manâda “lebs” kelimesi, “hakikati sübjektif yargılarla örtüp şüpheye düşürmek”anlamına gelir diyebiliriz. Kur’an yeniden dirilişte sürekli ilk yaratılışı referans göstererek bir ikna sürecine girer. Zirâ hakikati örtme eğilimindekiler ilk yaratılışı perdeleme eğilimindedir. Bu yüzden libas kökünden lebs kullanılmıştır. Ancak insan, içindeki duygu ve düşünceleri ne kadar perdelemeye çalışsa da Allah ona şah damarından daha yakındır.

--------------------------------

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَاتُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

16- Ve doğrusu insanı Biz yarattık. Ve nefsininona ne vesveseler vereceğini biz biliriz. Ve Biz, ona şah damarından dahayakınız.

Bağlam Allah’ın insanın duygu ve düşüncelerinden haberdar olması, arzu ve isteklerini bilmesi ve yaradılış bakımından kötülük potansiyeli ile ilgilidir. ''Ben yakınım!'' yerine ''Biz yakınız!'' denmesi Hâlık olan Allah’ın yarattığını bilme sebeplerinin çokluğuna ve aynı zamanda saygınlık ve büyüklüğüne bir âtıf olabilir.

Vesvese;alçak bir sesle, fısıltı ile gizli bir düşünce aşılamak, bir işe, eyleme yöneltmek demektir. Vesvese, kulağa takılan küpenin kulakta hafif hareketinden doğan sese denir. Aslında küpenin kulağa yakınlığı sebebiyle çok hafif bile olsa çıkardığı sesin kulak tarafından duyulması, algılanması gibi. Bu âyette fısıltının fiil olarak ifade edilmesi bu dürtülerin sürekli, değişken ve kestirilemeyen yapısına delâlet eder. Dikkat edilirse burada üç unsur vardır: Birinci unsur kişinin kendisi, ikincisi ona vesvese veren iç ses, üçüncüsü bunun Allah tarafından bilinmesidir.

Hablulverid terkibindeki “habl” kelimesi, “ip, bağ ve damar”; “hablul verid“,“vücûtta kalın halat gibi uzanan şah damarı” demektir. Şah damarları, beynin sağ ve sol kısımları için temiz ve kirli kanı taşıyan, sağlı sollu kalın damarların ismidir.

--------------------------------

إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِالْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ

17- Zirâ, sağda ve solda görüşler yerleşmiştir, farklı iki eğilim…

Telakki,görüş ve anlayış; mütelakki, görüşleri kabul eden, şahsî nazarıyla bakan; telakkiyât, şahsî anlayış ve görüşler manasındadır.

Ka’îd; oturmak, geri kalmak, gözetlemek, oturaklı olmak anlamlarına gelen 'k-a-d' kökünden gelir. Genel olarak bu âyetteki anlamı için, gözetleyen, tespit eden,kaydeden mânaları verilmiştir. Sağdaki ve soldakinden maksadın  iki melek olduğu da söylenmiştir. Fakat önceki ve sonraki âyetlerden anlıyoruz ki burada melek ifadesi yer almamaktadır. Bu âyetin içinde olduğu pasajla beraber değerlendirdiğimizde insanın sağında ve solunda karşılıklı konuşlanmış ve şah damarlarla beslenenin beynin sağ ve sol yarım küreleri olduğu anlaşılmaktadır.

Bu iki yarım küre iki farklı çalışma prensibine sahiptir. Şöyle ki sağ beyin,görsel ve işitsel konularla ilgilenir. İnsan, sezgilerinde beyninin sağ tarafını kullanır. Aynı zamanda sağ beyin lobu, vücûdun sol tarafını yönetir. Görme ve duyma yoluyla öğrenir. Gerçeküstü hayaller kurar, mecaz anlamlarla ilgilenir. Sol beyin, matematiksel işlemlerde başarılıdır. Sebep-sonuç ilişkisini iyi kurar ve analitik düşünme becerisine sahiptir. Kelime, sayı ve sembollerle ilgilenir. Sol beyin lobu, vücûdun sağ tarafını yönetir. Karşılıklı bir çaprazlama söz konusudur.

Bu özellikleri şöyle bir örnekle anlatalım. Bir genç eğer beynin sol tarafı ile düşünerek evleneceği kişiyi belirliyorsa buna sağ beyin küresi itiraz edecektir. Zira sağ daha duygusaldır. Bazen de hiç mantıklı olmayan bir adayı,sağ beyin lobu hissi davranarak isteyebilmektedir. İşte bu anda kişi bir ikilem yaşar. Ya sol tarafı ya da sağ tarafı dinleyecektir. Bu iki tellaki, sürekli görüşler ileri sürerek istediğini yaptırmak ister. İşte iç vesvese denilen sürekli sesler, bu duygu ve düşüncelerdir. Bizim anladığımız bu olmakla birlikte en doğrusunu Allah bilir.

--------------------------------

مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌعَتِيدٌ

18- Bir söz söylenmez ki, onun yanında hazır gözetenler olmasın.

Kişi,sağ ve sol anlayışlardan birini belirler ve tasavvurda şekillenen düşünce sözle dışarı yansır. Amele dönüşen düşüncelerin neden ve niçinini bilen, hem kişinin kendisi hem de her dâim gözeten er-Rakîb olan Allah’tır. Bkz. Nisa:1- Ahzab:52

--------------------------------

وَجَاءتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَمَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ

19-Ve ölüm sarhoşluğu hak ile geldi. İşte senin ondan kaçtığın şey budur.

Neden ölüm anı değil de ölüm sarhoşluğu? Zirâ ölüm anında sağ ve sol beyin lobları kontrol eden sürücüler(saik), artık kontrollerini ve fonksiyonlarını kaybetmeye başlar.

--------------------------------

 

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ

20- Ve sûra üflendi. İşte bu vaad edilen gündür.

Vaad edilen, yani yapılan uyarılarda bahsedilen sorgu ve ceza günüdür.

--------------------------------

وَجَاءتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّعَهَا سَائِقٌ وَشَهِيدٌ

21- Ve bütün nefisler beraberinde bir sâik ve bir şâhit ile gelir.

Sâik, toplamak anlamına gelen 'sevk' kökünden gelir. İsmifâil oluşuyla toplayan, yönlendiren ve süren anlamına gelir. Modern Arapçada şoföre denir. Her sorumlu canın bir sâik (sürücü) ve şâhit eşliğinde yüce divana getirileceği ifade edilir. Sâik,bedeni yönlendiren unsurlar olan sağ ve solda yerleşmiş duygu ve düşüncelerdir. Şâhit ise, sâikin yönlendirdiği azalardır. (Bkz. Yasin:65) Bazı bedenleri iyilikler, bazı bedenleri de kötülükler yönlendirir. Asıl soru şu: İmtihan dünyasında bizi yönlendiren sâik nefsani isteklerimiz mi, yoksa takvamız mı?

--------------------------------

 

لَقَدْ كُنتَ فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَافَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَاءكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ

22- “And olsun ki sen bundan gaflet içindeydin. İşte senden perdeni kaldırdık. Artık bugün senin görüşün keskindir.”

Keşefe, açıldı demektir. İnsanın üzerindeki elbisenin açılmasında bu kelime kullanılır. Ğıtâ, bir şeyin üzerine konan kapak ve benzeri örtüdür. Ğıtâ altındakini gizlemeyi gerektirir. Setr engellemek; ğıta gizlemek ve perdelemektir. İmtihan gereği bir mü’min gayba hakkıyla iman etmelidir ki imtihan perdesi kalktığında mahcup olmasın.

--------------------------------

وَقَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ

23- Ve onun yakınında olan  der ki: “İşte bu, benim yanımda hazır olan şeydir.”

Âyetteki canlılar için 'men değil ma' kullanılması, yanında hazır olanın tekrar yaratılan azaları olmasıdır. Aynı kullanım Adiyat 9'da şöyledir: “Bilmez mi ki, kabirlerde olan şeyler çıkarılıp diriltildiğinde...” “Men fil kubûr” denmemiş, cansız varlıklar için kullanılan “mâ fil kubûr” denmiştir.

Bir ömür boyu kötülükte kullandığı azalarının aleyhinde şâhitliği şöyle okumaktayız: “Bugün onların ağızlarını mühürleriz. Kazanmış olduklarını(yaptıklarını) Bize, onların elleri anlatır, ayakları şâhitlik eder.” Yasin:65

--------------------------------

أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ

24 Bütün inatçı kâfirleri cehenneme atın!”

Keffâr, inkâr veya nankörlükte alabildiğine ileri giden demektir. Elkıyâ, fırlatıp atmak anlamına geliyor. ‘Anîd; katında, yanında demektir. Muanid, yanındaki şeyle övünen kişidir. Fikrini inatla savunup beğenen kişiye 'deanid' denir. Bu manâlarda âyetlere karşı inatçı kesilmek, hakikatlere karşı yanında/indinde olan ön yargılarını ısrarla bırakmak istemeyenlerdir. Hayır; çünkü o, âyetlerimize karşı inatçıydı. (Müddessir:16) Peki âyetlere karşı inatçı olmak hangi davranışla kendini gösterir?

--------------------------------

مَّنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُّرِيبٍ

25- “Hayra mâni olan, haddi aşan, şüpheci…”

--------------------------------

الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَفَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ

26- “O, Allah ile beraber başka ilâh edindi. Öyleyse onları şiddetli azabın içine atın!”

Nefsini ilahlaştıran bu tip, hayırlar yapmadığı gibi onların yapılmasına da engel olmaktadır.

--------------------------------

قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُوَلَكِن كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ

27- Onun yakını derki: “Rabbimiz onu ben azdırmadım, fakat o uzak bir dalâlet içindeydi.”

Bu pasajlardaki söz akışından ve 27–28. âyetlerin ifadelerinden açıkça anlaşılıyor ki, karîn‘den maksat, dünyada o kişinin uyum içinde olduğu arkadaşıdır. Ve o kişi ile dostu, Allah’ın mahkemesinde birbirleri ile atışıp tartışacaklardır.

--------------------------------

قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُإِلَيْكُم بِالْوَعِيدِ

28- “Yanımda tartışmayın. Size daha önce vaadimi bildirmiştim.” der.

Mahkeme esnasında kötülükleri ortaya dökülen kişi, şeytansı arkadaşların peşini bırakmadığından yakınarak asıl cezanın uyduklarına verilmesini, kendini yoldan çıkaranların cezasının kendi cezasından daha fazla olmasını talep edecektir.

Şeytan,emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaad etti. Ve ben de size vaad ettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim.Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zâlimlere acı azap vardır.” (İbrahim:22)

--------------------------------

مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَابِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ

29- “Yanımda söz değiştirilmez. Ve Ben, kullarıma zulmedici değilim.”

Tebdil, değiştirmek demektir. Yalnız bu kelime 'tahvil ve tağyir' kelimesinden farklı olarak eskisini kaldırıp yerine başka bir şey koymak anlamına gelir. (Bkz. İnsan:28, Fâtır:43)

Kavl; söz, düşünce, görüş ve hüküm anlamlarına gelse de bizce burada kast edilen prensiptir. Yani “Benim katımda kararımı değiştirme prensibi yoktur.” anlamına gelir.

--------------------------------

 

يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِوَتَقُولُ هَلْ مِن مَّزِيدٍ

30- O gün cehenneme: “Doldun mu?” deriz. Ve o: “Daha fazlası var mı?” der.

Cehennem kelimesinin aslı Arapça değildir. Diğer dillerden Arapçaya intikal etmiştir. Aslının Farsça (cihnem) veya İbranice (derin kuyu)den geldiği söylenir.Kur’an-ı Kerim’de cehennem kelimesi 77 yerde zikredilir. Bu âyette cehennemin konuşması, onun iradeli bir yaratık olmasından dolayı değil, cehennem bekçileri olan Mâlik ve Zebani isimli görevlilerin verdiği cevap olarak anlaşılmalıdır. Dilimizde “Hapishane dilekçemize cevap verdi.” cümlesindeki mecazımürsel kullanımında olduğu gibi. Bir üsteki âyette vaadin değişmeyeceğinin teyit edilmesi, cehennemin kötülere uygun potansiyeline bir âtıf söz konusudur.

--------------------------------

 

وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَبَعِيدٍ

31- Ve cennet, muttakîler için uzak olmaksızın yaklaştırıldı.

Uzlifet kelimesi 'ezlefe'nin meçhûlüdür. Yaklaştırıldı, yakınlaştırıldı anlamına gelir. Zülüf, gözün önüne gelen saça denir. 3. âyette ödül ve cezayı uzak görerek sorumsuzca yaşayanlara bir cevap hükmünde cennetin bir ikram ve hediye olarak takvalı olanlara sunulmasından bahsedilir.

--------------------------------

هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ

32- İşte size vaad olunan şey budur. Bütün evvab, hafîz olanlar için.

Evvâb, bir tür dönüştür. Evb ancak iradesi olan canlıların dönüşü için kullanılır. Rucû ise hepsini kapsar. Bu kelime de çokça dönen, çokça yönelen anlamına gelir. Günahlardan pişman olup çokça dönmeve istiğfar etmeyi; tefekkür ile Allah’a çokça dönmeyi, yönelmeyi ifade eder.(krş Sâd:44, İsrâ:25) Hafîz, çokça koruyan demektir. Allah’a verdiği kulluk sözünü koruyan, kendini günahtan muhafaza eden; hayr, iyilik ve paylaşma gibi değerlerini her durumda koruyan demektir. Her ikisi de mübalâğa kalıbında birer sıfat olan 'Evvâb ve Hafîz' kelimeleri birlikte “çokça yönelen ve çokça muhafaza eden” anlamına gelir. Bu kelimelerin ifade ettiği mânalar, aynı zamanda daha önce geçmiş olan “muttakî” kelimesinin de tefsiri mahiyetindedir. Zirâ muttakî kötülüklerden sakınarak iyiliğe yönelen ve bu hâlini koruyanlardır.

--------------------------------

 

مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاءبِقَلْبٍ مُّنِيبٍ

33- Gayb ile Rahman'a haşyet duyan münîb bir kalple gelenlere.

Haşyet, havf’tan farklıdır. Havf ta korkulanın büyüklüğü, haşyette ise korkanın küçüklüğüne dikkat çekilir. Haşyetteki korku, merhametten mahrumiyet endişesinden kaynaklanan bilinçli bir korkudur.

Gayb; gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek,gözden kaybolmak anlamında “gâbe” fiilinden mastar veya gizlenen, hazırda olmayan şey mânasında isim veya sıfat olarak kullanılır. Rağıb gaybı, “duyular çerçevesine girmeyen şey” tarzında açıklamıştır.

Kalb-i münîb tamlamasındaki münîb kelimesi 8. âyette geçmişti. Bu kelimenin kalbe izafeti işin devamlılığını gösterir. Kavrayışının dışında olduğu hâlde merhametin kaynağından uzak düşme endişesini sürekli taşıyan bir kalp ile gelenlere ''Oraya selametle girin. İşte bu, ölümsüzlük günüdür.'' şeklinde muamele edilecektir.

--------------------------------

 

ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ

34- Oraya selametle girin. İşte bu, ölümsüzlük günüdür.

Huld “dışarı çıkmadan sürekli evde kalmak”anlamına gelir. Araplar değişimi ve bozulması uzun zaman alan her şeyi “hulud”sıfatı ile niteler. Havalid, sacın üzerine konduğu taşlara denilir. Bu, taşın ateş karşısındaki hâlini uzun süre korumasından dolayıdır. ‘Yevmul hulûd’ yaşlanmanın ve ölmenin olmadığı gündür.

--------------------------------

لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ

35- Orada onlar için diledikleri şey vardır. Ve yanımızda daha fazlası da vardır.

Mezîd; ziyade, ilâve, fazlası (artısı)demektir. Yani, cennet ehline kendi istediklerine ilâve olarak, onların düşünemedikleri, bilemedikleri, elde etme arzusunu akıllarına getiremedikleri nimetlerin verileceği söylenmektedir.

--------------------------------

وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّمِنْهُم بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِن مَّحِيصٍ

36- Ve biz bunlardan önce onlardan tutumca daha şiddetli nice toplulukları helâk ettik de beldelerde geziyorlardı. Bir sığınak var mı?

“Helâk”in sözlük anlamı, mahvolmak, yok olmak, yıkıma uğramaktır. Burada tutum, beden ve sıhhat olarak çok daha kuvvetli ve sağlıklı nice neslin zaman karşısındaki çaresizlikleri hatırlatılmakta ve ölümden kaçamadıkları vurgulanmaktadır.

--------------------------------

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَن كَانَ لَهُقَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ

37- Muhakkak ki bunda kalbi olan veya ilka edilenleri işitebilen ve şâhit olan kişiler için mutlaka öğüt vardır.

Kalp,duygu ve düşünce merkezidir. İlka, kalbe yukarıdan bırakılan bilgidir ki bu vahyin sembolüdür. İşitmek, ilka edilenin yorumlanıp anlaşılmasıdır. Şehâdet; ilka edilen ile çevrenin, hayatın, var oluşun gözlemlenmesi sonucu hakîkati anlama sürecidir. 

--------------------------------

وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَوَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٍ

38- Ve and olsun ki, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattık ve bize bir bezginlik dokunmadı.

Sittetieyyam terkibi, “altı gün, altı devre, altı aşama” anlamına gelir. Bu terkip, Kur’an’ın tamamında “yedi kez” geçer. Nüzûl sırasına göre de ilk defa bu âyette kullanılır. Bu aşamaları dünyanın ateş topu olması, soğumaya geçip yerkabuğunun oluşması, sonra atmosferin şekillenmeye başlaması, suların ve iklimlerin oluşması, ardından ilk canlılığın suda şekillenmeye başlaması, bitki örtüsü ve canlıların dünyaya yayılması olarak özetleyebiliriz. Bu aşamalar birbirine bağlı 6 farklı aşamayı ifade etmektedir.

--------------------------------

فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْبِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ

39- Artık söyledikleri şeylere sabret ve Rabbini hamd ile tesbih et. Güneşin doğuşundan önce ve güneşin batışından önce.

Sabretmek nefsani isteklere karşı dirençli olmaktır. Bu da ancak iç disiplini oluşturacak nefsi terbiye ile olur. Tesbih; sürekli tekrar ile elde edilen talim ve yaradılış amacına ulaşma eğitimidir. Güneşin hareketlerine göre hamd/övgü ile yapılan tesbih, bildiğimiz namaz ibadeti olarak anlaşılabilir.

--------------------------------

وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَالسُّجُودِ

40- Ve artık gecenin bir kısmında O’nu tesbih et ve secdelerin arkasından…

Gündüz yapılan namaz ibadetine gece yapılanın da eklenmesi, her an olabilecek ve zamanını bilmediğimiz ölüm anında, Allah’ı anmaktan gaflet içinde olmamayı sağlayacaktır. “Ve ölüm sana gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (Hicr:99)

--------------------------------

وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنمَّكَانٍ قَرِيبٍ

41- Ve yakın bir yerden seslenenin sesleneceği güne kulak ver.

Burada sözü edilen çağrı, insanın daima göz önünde bulundurmak zorunda olduğu ölüm çağrısıdır. Çağıran ise şah damarından yakın olandır.

--------------------------------

يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ذَلِكَيَوْمُ الْخُرُوجِ

42- O gün hak olan sayhayı işitirler. İşte bu, çıkış günüdür.

Sayha,sesin en yüksek hâlidir. Burada sur borusunu ifade etmektedir. “Sûra üfürülür.Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rabblerine doğru akın akın gitmektedirler.” Yasin:51

--------------------------------

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَاالْمَصِيرُ

43- Muhakkak ki Biz; Biz diriltiriz ve Biz öldürürüz. Ve dönüş Bize’dir.

--------------------------------

يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًاذَلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ

44- O gün arz yarılıp onlardan hızla ayrılır. İşte bu haşr, Bizim için kolaydır.

Şekka, bir şeyde meydana gelen yarıktır. Sırâan, hızlı anlamına gelir. Hem cisimler hem fiiller için kullanılır. Türkçemize geçmiş olan sür’at, seri kelimeleri bu köktendir. Haşr kelimesi ilk olarak “huşirat” kalıbında Tekvir sûresinde geçmiştir. Bu kelime kısaca “toplanmak” demektir. Kıyamet günü insanların,hesap ve ceza için toplandıkları gün olduğundan dolayı o güne “haşr günü”denilmiştir. O alana da mahşer denmiştir. Topraktan dirilme ve toplanmanın sürat ve kolaylığı ifade edilerek muhatabın yeniden dirilişi zor ve uzak görme ön yargısı kırılmak istenmektedir. Tabiî ki bu bir tekliftir, zorlama söz konusu değildir ve olmamalıdır.

--------------------------------

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَعَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ

45- Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine, cebbar değilsin. Öyleyse Benim vaadimden korkanlara Kurân ile öğüt ver.

'Nahnua’lemu bi mâ yekûlûne/Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliyoruz.'ifadesi hem inananlara bir teselli hem de hakîkati karartmaya çalışanlara bir tehdit içerir. Ancak bu tehdit fiili bir zorlamaya dönüşürse davet edeni bir cebbara dönüştüreceği de hatırlatılmaktadır.

Cebir zor kullanarak istediğini yaptırmaktır. Böylelikle istediğini yaptırana cebbar denir. Cebbâr, 'cebir'den mübalağalı ismifaildir. Yani çok cebredici, istediğini yapmaya mecbur bırakan demektir. Cebbâr ismi, Haşr sûresinde Allah için de kullanılır. Oradaki manası herkese ve her şeye istediğini yaptırabilme,boyun büktürebilme gücü kendinde olan demektir. Zaten kâinatta dev kütleli yıldızlardan tutun da gözle görünmeyen mikroskobik canlıya kadar her şey el-Cebbar olan Allah’ın belirlediği yasalara boyun bükmek zorundadır. İnsanın ölüm karşısındaki çaresizliği el-Cebbar olan Allah’ın boyun büktüren kudretindendir. Bu vaadi ancak Kurân’ın yönlendirmesi ile çevresini gözlemleyen, bilgiye dayalı korkusu olanlar anlayacaktır.

Kaf sûresinden bizim anladığımız bu olmakla birlikte en doğrusunu Allah bilir.

--------------------------------

 
Eklenme Tarihi : 30.12.2018 13:25:10
Okunma Sayısı : 5573