KALEM SURESİ
نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ
1. Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına and olsun!
Rabbimiz “Nûn’a” ve “kaleme” yemin ile başlamaktadır. "Kalem’’, içinde şüphe olmayan ilahî bilgiye bir âtıftır. Kalem, söz ile yazı arasındaki elçidir. Tıpkı hatip ile muhatap arasında hitabı taşıyan elçi/resul gibi, kalem de kelamın elçisidir. “Nûn”harfi, içine mürekkep konan hokkaya benzer. Bu bakımdan kalemle irtibatlıdır. ‘’Kalem’’; vahyi kelama dönüştüren resule, “Nun”; kaynağa atıfla yapılan yemin, şahitlik ve dikkat çekme manasına da gelebilir. Kur’an’ın Allah kelamı oluşuna delil satır satır ortaya koyduğu afak ve enfus ayetleri ile olan uyumdur. (Allahuâlem)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ
2. Mecnûn değilsin, Rabbinin nimeti sayesinde.
Mecnûn; cinlerle irtibatlı olan, cinlerin yönlendirdiğine inanılan irâdesi zayıflamış kişidir. Kalemin yazdığı sözler şahittir ki elçi bunları görünmeyen bilinmeyen duygu ve düşünce, kuruntu ve zanlarla uydurmadı. Kalem elçidir satır satır yazılanlara karşı çıkanlar elçiyi suçlamaktadır, halbuki elçiye zeval olmaz.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَاِنَّ لَكَ لَاَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍۚ
3. Ve muhakkak ki senin için kesintisiz bir mükâfat var.
İftira atanlara karşı elçi motive edilmektedir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ
4. Ve muhakkak ki sen azîm bir ahlak üzerindesin.
Azîm; azametli, kararlı ve her durumda duruşunu bozmayan manasına gelmektedir. Bu davanın sorumluluğunu üstlenenlerde azimli bir karakter ahlak haline gelmelidir. Allah’u Te’ala kınamacının kınamasından korkmayan her durumda inandığı, güvendiği değerlerden taviz vermeyen, azimli,kararlı, omurgalı şahsiyetleri Risalet görevinin gönüllüleri olarak seçmektedir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ
5. Göreceksin,onlar da görecekler!
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ
6. Hanginizin meftûn olduğunu.
Meftûn; fitne ve belâya tutulmuş, şaşkın manasına gelmektedir. Demek ki kalemin yazdıklarına değil kaleme takılanların atıkları bir başka iftiralarda elçinin meftun oluşuymuş. Zamana bırakmak en güzel mücadele olabilir. Elçinin hesap sorucu olmadan azimle tebliğ etmesi halim olup cezalandırmada acele etmemesi emrediliyor. Bir başka ayette bu üslup şöyle ifade edilmiştir, “Artık senin üzerine düşen,sadece tebliğdir. Hesap, Bizim üzerimizedir.” Rad:40
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
7. Muhakkak ki Rabbin, O kimin dalâlette olduğunu bilir ve hidayette olanları da bilen O'dur.
Dall; dalâlette olmak, sapmak, hidayetin zıddıdır. Muhtedin; hidayet yolunda olan demektir. Hidayet; istikamet, hak yolu/doğru yol manalarına gelmektedir. Rabbimiz ölçüyü koydu. Kendini hidayette sanan dalalet ehlinin ne dediği önemli değil asıl önemli olan Alemlerin Rabbinin sizin hakkınızda ne dediğidir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ
8. Öyleyse önemsemeyen/yalancılara tâbi olma!
Hangi karaktere sahip kişilerden uzak duralım, tabii olmayalım?
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ
9. İsterler ki onlara yağ çekesin onlar da sana yağ çeksin.
Bu tipin ilk belirtisi 7. Ayette ifade edildiği gibi kendini hidayette karşısındakini dalâlette sanmasıdır. İkincisi yalaka, dalkavuk olmasıymış. Sizi olmadığınız gibi anlatır, kendisi de pohpohlanmak ister. İnsanı söverek değil överek çok daha rahat yoldan çıkarabilirsiniz. Bu tipe dikkat edilmelidir. Tüm övgüler sadece alemlerin Rabbine tahsis edilirse, kişi başkasını aşırı överek kula kulluktan ya da kendini överek nefse kulluktan ancak kurtulabilir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ
10. Lüzumsuz yere çok yemin edenlerin hiçbirine itaat etme!
Lüzumsuz yer çok yemin eden, bir şeyler gizleyen iki yüzlülerdir. Örneğin, malını satmak için veya sizi ikna edip kandırmak için “Vallahi, billahi, tallahi” ile biri söze başlıyorsa ondan uzak durulmalı ve dediklerine itibar edilmemelidir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ
11. Kötüleyip duran, söz taşıyan,
Sizi ikna etmek kendini yüceltmek için başkasını kötüler/karalar ondan bundan topladığını da gelir size bin katarak anlatır söz taşır gıybet eder.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ
12. Hayrı engelleyen, saldırgan, günahkâr,
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ
13. Kaba, zorba, sonra da kötülükle damgalı,
Zenîmin; geçmişi karanlık, şaibeli, gayrimeşru bir hayatın getirdiği ahlâksızlık durumunu ifade etmektedir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ
14. Mal ve oğullar sahibi olduğundan,
Bu uzak durulup arkadaşlık yapılmayacak olan tipin Kur’an prototipini bize anlatmaya devam etmektedir. Öncelikle bu tiplerde kararlılık ve azametli bir ahlak yok. Kendilerini hidayette diğerlerini dalalette sayıyorlar. Yeri geldiğinde yalaka, iftiracı, laf taşıyan, iyiliğe hayra engel olan, başkalarını düşünmediği için bencil, kaba, zorba, yeri geldiğinde saldırganlaşan mal ve imkana sahip nankör ve burnu havada tam bir beşer tipi çizilmiş ve bunlardan uzak durulması istenmiştir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
15. Âyetlerimiz ona okunduğu zaman “eskilerin masalları” dedi.
Maalesef bu zihniyet günümüzde ve gelecekte devam edecektir. Geçmişten ders alıp geleceğini aydınlatacağına, anlatılan hisseli kıssalara ön yargıyla bakarak, devri geçmiş, hükmü kalkmış masalımsı ifadelerle aslında küçümseyen bir söylem geliştirmişlerdir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ
16. Onun burnunu yere sürteceğiz.
Ceza dünyada da olur âhirette de olur. Dünyada olması çok daha iyi zira hatadan dönme imkânınızı henüz kaybetmemişsinizdir. Bencilce bir hayat yaşayan birinin başına gelen musibeti onu kibir dağlarından tevazu sahillerine indiriyorsa bu musibet bir nimete dönüşmüştür işte bir örnek Bahçe sahipleri.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَامُصْبِح۪ينَۙ
17. Muhakkak ki onları sınadık, cennet sahiplerini sınadığımız gibi.
Cennet; cin, cinnet, cünne, cenin kelimeleri ile aynı manada “örtülü” demektir. Cennet, bitki örtüsü ve yeşilliğin sıklığından dolayı zemini örtülü, sık ormana verilen bir isimdir. Kelimenin âhiret bağlamında kullanılış şekli, daha çok teşbih/benzetme içindir. Olayın Yemen'de San'a'ya yakın Savran denilen yerde gerçekleştiği rivayet edilir. Fakiri fukarayı düşünen bir adamın güzel bir bağı, bahçesi vardı. Bu bereketli bahçenin ürünü ile çevredeki ihtiyaç sahipleri yaşamlarını devam ettirmektedir. Derken bahçe sahibi hayır sever kişi vefat eder, cennet bahçe evlatlarına kalır. Evlatlar ise bahçenin ürünlerinden kimseye vermeme niyetindelerdir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَلَا يَسْتَثْنُونَ
18. Ve istisna etmiyorlardı.
Allah’ın her an hayata müdahalesini ve koyduğu yasalar gereği oluşabilecek farklı ihtimalleri göz ardı ediyorlardı. Ayet her şeye muktedir olacaklarına dair taşıdıkları büyük yanılgı ifade edilmektedir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ
19. Sonra Rabbinden gelen bir âfet onu kuşattı ve onlar uyuyorlardı.
Musibet onları gaflet uykusundan da uyandıracaktır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ
20. O simsiyah oldu.
Çıkan yangının veya afetin mahsulü geri dönüşümsüz yok ettiği anlaşılmaktadır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَتَنَادَوْا مُصْبِح۪ينَۙ
21. Sabah vakti birbirlerine seslendiler.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ
22. “Haydi devşirecekseniz tarlanıza erken gidin!”
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ
23. Sonra yola koyuldular ve aralarında fısıldaşıyorlardı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْك۪ينٌ
24. “Sakın bugün yanınıza miskin sokulmasın!”
Miskin; suskun, sakin, dışardan bakıldığında durumu iyi zannedilen; ancak geçinemeyendir. İhtiyacı olduğunu söylemeyen, dilenmeyenlerdir. Fukara; beli kırık olanları ifade eder. Temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar yıkılmış olanlar Kur'an'da “el fukarai’l-mesakin” formatında sürekli fukara öncelikli olarak zikredilmiştir. Bu iki kelime eş anlamlı değildir. (Bkz. Tevbe: 60)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِر۪ينَ
25. Ve mahrum etme niyetiyle her şeye gücü yetermiş gibi erkenden gittiler.
Verilenlerin paylaşılması ile alakalı bir başka ayette “Ve asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, yenilen çeşitli ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları yaratan O’dur. Ürün verdiği zaman, onun ürününden yiyin. Onun hasat edildiği gün, onun hakkını verin. İsraf etmeyin. Muhakkak ki; O, müsrifleri sevmez. En'âm: 141. İnfak edilmeyen mal imkân israf olur. Sadaka servetin budanmasıdır; asıl etkisi paylaşanı artırmasıdır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ
26. Sonra onu görünce "Kesinlikle yolu şaşırmışız!" dediler.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
27. “Hayır, aslında biz mahrum bırakılmışız!”
Paylaşma duygu ve düşüncesi olmayanlar başkalarını değil asıl kendilerini bu insani duygudan mahrum bırakan fukaralardır. Yırtıcılar avladıklarını veya buldukları leş için birbirleri ile vahşi bir mücadeleye girerler, paylaşmazlar. Aklı sınırlı olan hayvan için bu doğaldır. Paylaşmamak beşerî yanımızın bir duygusu iken bunu kontrol etmek insanı insan yapan bir üst kimliktir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ
28. Dengeli olan dedi ki: ‘’Ben size keşke tespih etseydiniz demedim mi?’’
Tesbih; lügatte kulaç atma manasındadır. Tesbihin ıstılahi manası, yaradılış amacına uygun hareket etmektir. Her canlının tesbihi farklıdır. İnsanın tesbihi paylaşmak, merhamet, basiret, feraset hoş görü, bağışlamak gibi hayvani isteklerin fevkinde, mücadele ile ortaya koyduğu yetiler,söylem ve eylemlerdir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
29. Dediler ki: “Rabbimizi tenzih ederiz.Gerçekten bizler zalimlermişiz.”
Hataları kendi dışındaki faktörlere fatura etme yerine başa gelenlerin yapılan yanlış tercihlerden olduğu şuuru güzel bir öz eleştiridir. Hayrın Allah’tan şerrin kendi yaptıklarının karşılığı olduğu bilinci Nisa sûresi 79’da şöyle ifade edilmiştir: “Sana iyilikten ne isabet ederse, işte o Allah’tandır ve sana kötülükten ne isabet ederse, o kendi nefsindendir.”
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ
30. Birbirlerini kınamaya başladılar.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ
31. Dediler ki: “Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz, haddimizi aşmışız!”
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ
32. “Umarız Rabbimiz, onun yerine bize daha hayırlısını verir! Artık kesinlikle Rabbimize rağbet ediyoruz!”
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
كَذٰلِكَ الْعَذَابُۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟
33. Azap, işte böyledir ve ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
Azap; sıkıntı, ceza, acı çekme, maddî ve manevî şiddetli elem gibi manalara gelmektedir. Bağlamda dünyevi ve uhrevî mahrumiyetler kıyaslanmaktadır. Allah’ın sevdiği kullar yaptığı hataların bedelini bu dünyada ödeyip âhirete bırakılmayanlardır. Kuran’ın anlattığı ilk kıssa budur. Kıssadaki hisse; Allah’ın razı olmadığı bir hayat içinde olup, sıkıntılara maruz kalanların, bu musibetlerden dersler çıkarması gerektiğidir. Örneğin, iki kardeş düşünelim. İkisi de faize parasını yatırmış veya çekmiş olsun. Birinin işi rast gidiyor, servetine, konforuna konfor katıyor. Diğeri bunalımlarda, vicdan azabı çekiyor ve işleri ters gidiyorsa Allah’ın razı olmadığı salih olmayan bir iş yapan kardeş cezasını bu dünyada çekmeye başlamış demektir. Allah bu kardeşi pişmanlığından dolayı bir nebze diğer kardeşinden üstün tutmuş hatadan dönme fırsatı oluşmuştur. Diğer kardeşin azabı ise maalesef ahirete kalmıştır. Oda elbette daha büyük bir mahrumiyettir keşke bilseydi.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ
34. Takva sahipleri için, Rabbleri katında nimetlerle dolu cennetler vardır.
Takva; sakınma, korunma manasına geliyor. Peki, nelerden sakınma? Bencil ve duyarsız kılan beşerî istek ve arzulardan, günahlardan, kötülüklerden uzak durma bilincidir. İnsanlığın ortak kötülüklerinden (münkerden) sakınma ve sakındırma farkındalığıdır. Bu hâlin arkasında yatan asıl duygu kendini yükümlü/mükellef hissetme bilincidir. Bu bilince sahip kişilere muttakî denir. Geçici nimetleri paylaşanlar kalıcı olanlara ulaşacaktır. Dünyasında da sorumlu davranmak, paylaşmak, nimeti çoğaltarak hayatı da cennete çevirecektir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ
35. Biz Müslümanları suçlular gibi yapar mıyız?
Müslüman; teslim olarak selâmete ulaşan manasındadır. Istılahi manada Allah'ın tüm emir ve hükümlerine teslim olan cennetlik demektir. Cürüm; suç, mücrim; suçlu manasındadır. Kur'an'da Allah'a teslim olmama manasında, suçu hayat tarzı haline getiren cehennemlikler için kullanılmıştır. Mücrimler başkalarının hak ve hukukuna göz diken kanunsuzlar iken Müslümanlar barış ve selamete teslim olanlardır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ
36. Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
İnsani değerleri yaşayanlar ile beşerî arzuların esiri olanların bir tutulmasındaki çarpık hüküm işaret edilmektedir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ
37. Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan şunu mu öğreniyorsunuz?
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اِنَّ لَكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ
38. İçinde mutlaka seçip beğendiğiniz size ait olan.
Değerleri değer koyucu ve yaratıcı tek otorite olan Allah belirler. Bunun yokluğu kişilerin arzu ve istekleri doğrultusunda oluşmuş bir değersizlikler kaosuna sebep olacaktır. Artık kim güçlüyse onun ayakta kalacağı, ilkel, vahşi bir ortamda insanlığın ortak doğrularından adaletten, paylaşmaktan, medeniyetten bahsedilemez.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَمْ لَكُمْ اَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ اِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَۚ
39. Yoksa üzerimizde, kıyamete kadar geçerli olup Bizi bağlayan bir yemin var da, onun için mi bu hükme varıyorsunuz?
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
سَلْهُمْ اَيُّهُمْ بِذٰلِكَ زَع۪يمٌۚۛ
40. Sor onlara: 'Bunu kim garanti etmektedir?’
İyiliğin, hayrın ve güzelliğin belirleyicisi ve garantörü onu var edendir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُۚۛ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَ
41. Yoksa onların ortakları mı var? Doğru sözlüyseler o zaman getirsinler işbirlikçilerini.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَۙ
42. Baldırın çıplak kalacağı, secde etmeye çağrılacakları gün, güç yetiremeyecekler.
‘’Baldırın çıplak kalacağı’’ Deyimsel ifadesi, tüm sırların açığa çıkmasına engel olamamak, güçsüzlükten, imkansızlıktan artık dizlerinde derman kalmaması manasına gelmektedir. Secde mütevazılığın, teslimiyetin bir sembolüdür. İnsani değerlere teslim olmayan gizli ve kirli işler çeviren, kibirli dikbaşlıların, hesap günü bunları gizlemeye, ört pas etmeye güçlerinin yetmeyeceğine dair ilahi uyarıdır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْسَالِمُونَ
43. Gözleri pişmanlıkla dönmüş olarak, yüzlerini zillet bürür. Halbuki kendileri sapasağlam oldukları vakit secdeye çağrılmışlardı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَايَعْلَمُونَۙ
44. Bu hadis’i yalanlayanı/önemsemeyeni bana bırak. Onları, bilmedikleri yerden yavaş yavaş yaklaştıracağız.
Hadis, söz demektir. Kur'an Allah'ın sözüdür ve Zümer 23'e göre sözlerin en güzeli ve doğru olanıdır. Ummadıkları yönlerden yavaş yavaş sona yaklaşmak, meziyet zannedilen dünyevi güçlerin insanı zayıf düşüren birer zaafa dönüşmesidir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ
45. Ve onlara mühlet veriyorum, benim plânım muhakkak sağlamdır.
Zaafını görmezden gelmek insanı içeriden kemiren bir hastalık gibidir. Mühlet vermek kısa vadede mücrim için bir kâr değil hastalığın ilerlemesidir. Allah’u Te’ala özgür iradenin doğurduğu bu sebep sonuç ilişkisini en baştan sağlam bir sistemle belirlemiştir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ
46. Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da,bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
Maddi çıkar bekleyen manevi değerlerin üstünlüğünü savunamaz.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ
47. Yoksa gayb, yanlarında da onlar mı yazıyorlar?
Gayb; görünmez, anlaşılmaz, yani akıl ve 5 duyu ile algılanamaz âlemlerdir. Manevi, görülmeyen değerler sistemini, derdi davası sadece maddiyat olanlar ne anlayabilir ne de aktarabilir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ
48. Artık Rabbinin hüküm vermesi için sabret! Balığın sahibi gibi olma! Hani o, hüzünle için için yakarmıştı.
Balığın sahibi, Kur'an'da 4 ayrı sûrede anlatılan Hz. Yunus'tur. Hz. Yunus, MÖ 786-746 yılları arasında parçalanma öncesi, haritada sınırları tam bir yunus balığına benzeyen Asur imparatorluğuna sahip olmasıyla bu lakabı aldığını düşünüyoruz. Hz. Yunus tekrar Ninova’ya dönerek büyük balığın sahibi olmuş, halkının hidayeti bulmasında elçilik etmiştir. Rabbinin hükmünü beklemesi sonucu Hz.Muhammed’in de Mekke’nin sahibi olacağı mucizevi bir şekilde ihbar edilmektedir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ
49. Rabbinden ona bir nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak çorak bir sahile atılacaktı.
Buradaki nimet vahiydir. Vahiy ulaşmasaydı çorak sahilde kalacak, dönüp büyük balık olan Asur'a sahip olamayacaktı.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
50. Fakat Rabbi onu seçti ve onu sâlihlerden kıldı.
Salih; iyi,güzel, faydalı, ıslah edici ve doğru demektir. Bunları yapanlara sâlihlerdenir. İşte Hz. Yunus bu ayetin beyanı ile resul seçilmiş ve sâlih nasıl olunur, ıslah nasıl edilir? Vahiyle öğrenmiştir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَوَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ
51. O küfre sapanlar, zikri işittiklerinde neredeyse gözleriyle seni devireceklerdi. "Bu tam bir mecnûndur."diyorlardı.
Toplumda nazar ayeti olarak bilinen bu ayetin aslında bakışın/nazarın hiçbir gücü olmadığını ifade etmektedir. Tasavvurun nasıl alt üst olduğunun tipik bir örneğidir. Zira ayette bir imrenme değil nefret söz konusudur. Allah’ın izni olmadan bakışla/nazarla kimse kimseye bir zarar veremez. Hiçbir dünyevi çıkar beklemeyen birinin size öğüt vermesi, insani değerlere çağırmasına karşılık yaptıkları zarar sadece kuru bir mecnun iftirası olmuştur.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
52. Oysaki O, âlemler için bir zikirden başka şey değildir.
Zikir için bkz. Tekvir:27
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Özet: Kararlı ve azîmli bir ahlâka sahip muttakilere yakışan şudur: Kaba, zorba, yalaka, söz taşıyan, lüzumsuz yere yeminler eden, ahlâksız ve karaktersizlere itibar etmemesidir. Muttaki; kendine verilenlere mülkiyet olarak değil, verenin kudretini hesaba katarak her an kaybedeceği bir emanet olarak bakan, paylaşan suç ve kötülükten uzak duran, barış ve teslimiyet adamıdır. Hesap günü gibi konularda en güzel hadis olan Kur'an'a güvenen, bu Zikr’i hiçbir ücret beklemeden kötü bakışlara rağmen aktaran, yaşayan, görevin zorluğundan kaçmayan kişidir.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
|