زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

212- (Hakikati) İnkâr edenlere dünya hayatı süslendirildi. (Onlar) inananlarla (bu dünyada) alay ederler. Oysa (ilahi azaptan) korunup, sakınan (o inanalar) kıyamet gününde onlardan (makamca çok) üstündürler. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara:212)



.





KIYÂMET SÛRESİ

KIYÂMET SÛRESİ

لَاأُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ

1-Hayır! Yemin ederim, kıyâmet gününe.

Âyetin başında yeralan “lâ uksimu” ifadesi, “Yemin etmem!” anlamında değil,“hayır, yok vallahi” gibi olumsuz bir ifâdeden sonra yemini pekiştirmek için kullanılan bir deyimdir. Bu formdaki yeminler hep Allah'a isnat edilir. “Lâ” burada yeminin azâmetini, bunun ötesinde bir şey olmayacağını gösterir.

Kıyâmet; kalkmak,dikilmek, doğrulmak anlamlarına gelir. Burada insanların hesap vermek için yeniden dirilerek kalkmaları (yevmu’l-kıyâme/kalkışgünü) manâsında kullanılmıştır. Kıyâmet kelimesiyle asıl kastedilen yok oluş süreci değil, yeniden kalkıştır.

-------------------

وَلَاأُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ

2- Ve hayır! Yemin ederim kınayan nefse.

Nefs kelimesinin ilk anlamı “kendi, zatı” demektir. Nefs denilince her şeyden önce“insan” akla gelirse de, Allah’ın yarattığı her canlı varlık bir nefs’tir. “Külli nefsin zeikatul mevt“ âyeti; her nefes alan, yani her canlı ölümü tadacaktır, anlamındadır.

Levvâmeh; levm (kınamak)kelimesinin mübalâğa kalıbı olup çok kınayan, kınayıp duran anlamına gelir. Âyette nefsin kimi ve neyi çok kınadığı açıklanmamıştır. Ancak âyetin bulunduğu pasaj ve bu pasajın konusu dikkate alındığında “kendini kınayan nefs” kıyâmet gününde, içine düşmüş olduğu durumdan memnun olmayan ve geçmişteki hayatı için kendisini kınayıp duran çok pişman biri, dolayısıyla ayıpladığı kişinin de kendisi olduğu anlaşılmaktadır. Âyetin önü ve arkası birlikte okununca,kendini kınayan nefsin kıyâmette kaybeden insan olduğu anlaşılacaktır. Kur’an’da birçok âyet, kıyâmet günü insanın kendini kınayıp hayıflanacağını anlatır: “O gün cehennem de getirilir. İşte o gün insan, hatırlayıp anlar. Ama hatırlayıp anlamanın ona ne yararı var? Der ki: ' Ah keşke hayatım için, önceden keşke bir şeyler yapsaydım!”(Fecr:23-24). “O gün zalim kişi (pişmanlığından dolayı)elini ısırarak şöyle diyecek: “Keşke Resûl ile birlikte biryol tutsaydım”. (Furkân:27) “Yazıklar olsun bana! Keşke falanca kimseyi kendime dost edinmeseydim. (Furkân:28). Nefs-i levvame ile kastedilen, tasavvuftaki gibi kötülükten sonra iç huzursuzluk duyan nefs değil, kemiklerin tekrar bir araya gelip yeniden dirileceğine inanmayan, âhireti inkâr ettiği için pişman olan cehennemliklerdir.

-------------------

أَيَحْسَبُالْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ

3- İnsan, kemiklerini asla bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor?

Allah’ın iki unsura yemin etmesi, kemiklerin bir araya tekrar getirilip kıyâm edeceğini anlatmak içindir. Bu bağlamda kıyâm günü yaşanacaklarla birlikte pişman olan nefis, şâhit tutulup konuşturulmaktadır.

-------------------

بَلَىقَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ

4-Bilakis, Biz, onun parmak uçlarını bile yeniden düzenlemeye kâdiriz.

Belâ, bir tasdik edatıdır. Şu da var ki bu; neam/evet ve lâ/hayır gibi değil,olumsuzluğu ispat sûretiyle tasdik ve onay ifâde eder. Mesela,“Daha gelmedi mi?” şeklinde sorulan olumsuz bir soruya “evet”yahut “hayır” ile verilen cevap; “Evet gelmedi./Hayır gelmedi.” anlamında her iki anlama gelebildiği hâlde, aynı soruya “belâ” ile cevap verildiğinde sadece “Evet geldi.”anlamına gelir. O hâlde neam kelimesi müspet ifadelerin, belâ kelimesi ise menfî ifadelerin cevabında kullanılır.

Burada “Bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor?” sözüne karşılık “belâ”denilmesi, “Evet, getiririz.” demektir. Bu kelime cümledeki kullanılışına göre evet, bilakis, aksine mânalarına gelir.

Nusevviye; müsâvi,eşit, denk kılmak, düzenlemek, kemâle erdirmek anlamlarına gelir. Benan, parmaklar demektir. Burada tepeden tırnağa, yani enuç detaylarına kadar yaratma kudretinden bahsedilir. Parmak ucu en ince ayrıntıya kadar yaratma; aslında, bizi biz yapan kişilik,karakter ve nefis ile hepsinin eksiksiz yaratılmasıdır. Bu kadar detaylı yaratılan; elleri ile yaptığı kusurları da hatırlayarak kendini kınayacaktır. Zîrâ âyetler tamamen olumsuz bir tip üzerinden mesajını vermektedir.

-------------------

بَلْيُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ

5- Oysaki insan,fücûru takip etmeyi ister.

Yurîdu; istemek, murat edip tâlip olmak manâsındadır. Mürit de buradan gelir. Mürit,imam ve yol gösterici olarak belirlediği şeyhinden öğrenmeyi talep edip murat eder ve bir meyyit gibi kendini ona teslim eder.İrâde ve isteklerini baskılayarak sürekli onu izler.

Emâmeh, önündeki anlamına gelir. İnsanların önünde olan, onlara bir nevi öncülük etme manâsındaki imam da aynı köktendir. Bu kelimeyle insanın önünde duran ve istikbâlini etkileyen tercihleri kastedilmiştir.Buna göre insanın istikbâlini “fücûr” değil, “takva”yanı belirlemelidir. Zîrâ “Akıbet muttakilerindir.” Hud:49.Ayrıca bkz. Şems:8

Fücûr; yırtmak,çıkmak, ortaya sermek manâlarına gelir. Burada takva elbisesini yırtmak veya yoldan çıkmak manâlarındadır. Bu sözcüğün çoğulu da ''füccar veya fecere'' şeklinde ifade edilir. İmanın dışa yansıması nasıl ki “takva” ya da “amelisâlih” ise,hevâ ve hevesi ilah edinmenin dışa yansıması da “fücûr”dur.Bunlar, tıpkı ipini koparmış bir dana gibi sorumsuzca yeryüzünde dolaşmak isterler. İşlemekte oldukları zulüm, sömürü,fısk-fücûr ve ahlâksızlara son vermezler. Bu yüzden âhiret olgusunu kabule yanaşmazlar. Öyleyse âhirete inanmalarına engel olan akılları değil nefsanî şehvetleridir. (Mevdudi)

-------------------

يَسْأَلُأَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ

6- Sorar: “Kıyâmet günü de ne zamanmış?”

Eyyâne, zaman için kullanılan bir edattır. Eyne ise, mekân için kullanılan bir edattır. (Razi) Kıyâmet günü ne zamanmış sorusu, cevabı beklenen bir soru değildir. Çünkü inkârcılar bu soruyu kıyâmetin ne zaman olacağını öğrenmek amacıyla sormamaktadır.Bu sorunun altında yatan, eskiden ölmüş gitmiş olanların dirilip kendilerinin buna şâhit olma istekleridir. Ancak iman birispat ve şâhitlik değil, ikna ve teslimiyettir. Rabbimiz de bu aceleci tipe cevap olarak kıyâmın olması için öncelikle yıkımın, son saatin olması gerektiğini hatırlatır. Zîrâ ölüm olmadan diriliş olamaz. Sûrenin devamında son saat ile alâkalı birkaç sahne verilip tekrar kıyâm gününe dönülecektir.

-------------------

فَإِذَابَرِقَ الْبَصَرُ

7- Artık gözler çakan ışıkla kamaştığında.

Berk, bulutta aniden gözüken parlamayı anlatır. Bunun yanında her parlayan şey için berik denilir. Seyfunberik, parlak bir kılıç demektir. Burak,şimşek gibi hızlı ve parlayan bineğe denirdi. İbrik,parladığından dolayı bu adı almıştır. Böylelikle kelimenin temel anlamı aniden ortaya çıkıp parlamaktır. Bakara 19’da“berik” ve “savâik/yıldırım” aynı cümlede farklı mesajlar vermek için kullanılmıştır. Şimşek ile gökteki bir uyarı gibi yanıp sönen parlaklıklar anlatırken, yıldırım ile yere olan ani, güçlü ve ölümcül etkisini anlatmaktadır. Berk-i basar, parlamanın gözde yansımasıdır. Gözün maruz kaldığı yoğun ve kör eden ışık demektir. Güçlü parlamaların oluşturduğu kamaşma… Demek ki son saatin anlatıldığı Karia sûresindeki çarpışma muazzam bir ışık ve ısı üretecektir.

-------------------

وَخَسَفَالْقَمَرُ

8- Ve ay karardığında.

Husuf; ay tutulması,küsuf; güneş tutulmasıdır. Husuf, her ikisi için de kullanıldığından nüzul ortamındakilerin bildiği, ayın güneşin önüne geçerek kararması ve bir alttaki âyette ifâde edildiği gibi güneş ve ayın üst üste bitişmiş gibi görünmesi üzerinden bir mesaj verilmektedir. Bu olay, yoğun ışığa maruz kalan gözden de kaynaklanmış olabilir veya çarpma sonucu toz ve kül bulutlarının gökyüzünü kaplayarak tıpkı bir güneş tutulmasında olduğu gibi dünyanın karanlığa gömülmesi üzerinden yaşanmış da olabilir. Amaç; hayatın aceleci ve bilinçsiz müşriklerin gayrıciddi isteklerine göre değil, bir sıra ve düzen ile sonlanacağını belirtmektir.

-------------------

وَجُمِعَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ

9- Ve güneş ve ay birleştiğinde.

Yani dünyanın sonu geldi. Şimdi bunun amacı olan hesap günü ve orada yaşananlara değinilecektir. Zîrâ dünyanın sonu, son saat ile anlatılırken, kıyâm günü; din günü, diriliş günü “o gün” (yevme izin) şeklinde formüle edilmiştir.

-------------------

يَقُولُالْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ

10- O gün, insan:“Firar edilecek yer nerede?” diyecek.

Ferra-yefirru; kaçmak,firar etmek demektir. Mefer, kaçacak yer demektir. Fakat hesap günü kaçacak yer yoktur. Bu dünyada Allah’a koşmayanlar, yarın O’nun hesabından kaçmak için delik arayacaklardır. O günün/“yevmeizin”in, son saat olmadığına delil, devam eden âyetler ve özellikle 12. âyettir.

-------------------

كَلَّالَا وَزَرَ

11- Kesinlikle, hayır!Sığınacak bir yer yoktur.

Vezer; ağırlık manâsıyla ilişkili olarak sarp ve muhkem dağ demektir. Çoğulu evzâr’dır. Bu özel­likteki dağlar; firarilerin, kaçakla­rın sığındıkları uygun mekânlar olduğu için gerek dağ, gerek ka­le, gerek silah, gerek insan vesa­ire; mutlaka bir kurtarıcı, sığınak, sığınacak yer ve siper manâla­rında kullanılmıştır. Bu âyetteki “vezer” kelimesi de bu manâda kul­lanılmıştır. Sonra, dağa benzetmek için, ağır olan şeye “vizr” denilmiş; daha sonra da müstear olarak günah manâsında kullanılmıştır. Çünkü günahta, insanın omuzlarına çöken bir ağırlık vardır. Sultanın yükünü aldığı için yardımcısına da vezir denmiştir.

-------------------

إِلَىرَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ

12- O gün son durak Rabbinedir.

Müstekar kelimesinin kökü 'karre'dir. Yerleşmek, oturmak, karar kılmak, son durak gibi manâlara gelmektedir. Son durak kara toprak değildir. O; sadece bedeni, çürümesi için gizler. Ancak suç ve günahlar, asla ebediyen gizli kalamaz.

-------------------

يُنَبَّأُالْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَوَأَخَّرَ

13- O gün insana öncelediği ve ertelediği şeyler haber verilir.

“Bimâ kaddeme veahhar” ifâdesi gerek kelimelerin anlamları ve gerekse cümlenin yapısı bakımından değişik manâlar içeren oldukça kapsamlı bir ifâdedir. Bizce bu cümlenin ifâde ettiği, insanın öncelediği ve ertelediği şeylerdir. (Zemahşerî)

Hesap günü insan;neleri önemseyip hayatının ilk sırasına koyarak ömür kredisini onların uğrunda tükettiğini ve neleri de önemsemeyerek erteleyip kaçırdığını, arkasına attığını anlayacaktır. Zaten pişmanlığın ve kendini kınamanın asıl sebebi de, çok kolay bir şekilde yapabileceklerinin elinden kaçması ve bunun bedelinin çok ağır olmasıdır.

-------------------

بَلِالْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ

14- Bilakis, insan kendi nefsinin akıbetini çok iyi görür.

Basîratun kelimesindeki''te'' harfi mübalağa ifâde eder. Raviyetun'un, çok rivayet eden;allametun'un, çok bilen anlamına geldiği gibi. Bu yüzden''basîratun'' ifâdesinin “çok iyi görür” olarak meallendirilmesi daha doğru görünmektedir. Burada insan kendinefsini çok iyi görür ifâdesi, aslında kaç kuruşluk biri olduğunu çok bilir manâsındadır.

Görme ile bakma arasında fark vardır. Her bakan göremeyebilir. Basîret; bakmadan ziyâde, zâhiren görünmeyenleri görmek, anlamaktır. Yani gördüğü şeylerin arkasındaki sebepleri idrak edebilmektir. Kendi yanlışlarını gören insan, akıbeti konusunda çok net bir fikre sahip olacaktır. Kur’an’da basar üç farklı formda kullanılır:Akıl ile gören. Yunus:43, Fâtır:19 Gözlerle gören. İnsan:2,Yusuf:96 Hüccetten/delille gören, anlayan. Kıyâmet:14

-------------------

وَلَوْأَلْقَى مَعَاذِيرَهُ

15- Ve mazeretlerini ileri sürse de.

Kendi durumunu gören ve akıbetini anlayan cehennemlik hemen mazeretlere sarılır.

-------------------

لَاتُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَبِهِ

16- Aceleyle dilini onunla oynatıp durma.

Burada “onunla”ifâdesi ile kastedilen, mazeretlerle dilin oynatılıp adâleti yanıltma girişimidir. Zîrâ bu tip, dünyada bu yöntem ile adâleti yanıltmayı öğrenmiştir. “Ve eğer dilinizi eğip bükerek oynatırsanız veya yüz çevirirseniz o takdirde muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.” Nisa:135

Rabbimiz bu mazeretlerin geçerli olmadığını şöyle ifâde eder:“O gün (yevme izin), zâlimlere mazeretleri fayda vermez. Rum:57Ancak mazeretin fayda vereceği iyiler de vardır: ''Rabbinize bir mazeret beyân etmek için onları uyarıyoruz.''Araf:167

-------------------

إِنَّعَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ

17- Muhakkak onu bir araya getirmek ve toparlamak Biz'e aittir.

Cem; bir araya getirmek,birleştirmek anlamına geliyor. ''Kur’an'' kelimesinin buradaki bağlamda kitabımız “Kur’an-ı Kerim” ile bir alâkası yoktur. Zîrâ burada Kur’an, isim değil mastardır. Meşhur manâda kelimenin kök anlamı “okunuş, çok okunan” demektir.Daha temeldeki manâ ise “toplanış” demektir. Zîrâ harflerin cem edilmesi, bir araya getirilmesi ile kelimeler; kelimelerin bir araya gelmesi ile cümle oluşur; bu cümlelerin toparlanması da kitabı oluşturur. Bu âyette Allah; amellerin, yapılanların bir araya getirilmesi (cem), sebep-sonuç ilişkilerine göre toparlanması da (Kurân) Biz'e aittir, demektedir. Sonraki âyette de, bu birleştirme ve toparlamalara tâbi olunması istenecektir.

-------------------

فَإِذَاقَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ

18-Öyleyse onu birleştirdiğimizde, artık onun toplanışına tâbi ol!

Bu âyetlerdeki “toplanan şeyler”, insanın kendi hayatında yaptığı ve yapması gerekirken yapmadığı amellerdir. O gün insana öncelediği ve ertelediği şeyler bu şekilde haber verilir. Bkz. Kıyâmet:13. Tüm bunların sonunda şu denilecektir: ''Oku sicilini! (Ikra’kitâbeke) Bugün kendi hesabını görmek için sen sana yetersin.''(İsra:14)

-------------------

ثُمَّإِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ

19-Sonra onun beyânı muhakkak ki Biz'e aittir.

Beyân; bir şeyin delilleriyle ortaya konması, ilân edilmesi demektir. Kelime sadece“kapalı bir şeyin ortaya konması” olarak anlaşılmamalıdır.Bu bağlamdaki karşılığı bizce yapılanların belgelendirilmesidir. Zımnen sabıka kayıtları derlenip toparlanarak suçlunun önüne konacaktır. Sicilin ortaya dökülüp beyân edilmesi, dili eğip bükerek acele ile ileri sürülen mazeretlerin yersizliği ve çürüklüğünü göstermeye artık kâfi gelecektir.

-------------------

كَلَّابَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ

20-Hayır! Bilâkis siz aceleciliği seviyorsunuz.

Kelle, bilindiği gibi çift yönlü bir edattır. Bu yönüyle biz bundan önceki pasajı bu sûreden bağımsız bir şekilde okuyamayız. Önceki âyetleri çoğunluğun okuyuşunda olduğu gibi peygamber kastedilmiş dersek bu âyetle bağlantı kuramayız. Bu durumda 15. âyete gitmek gerekecektir. Bizim tercih ettiğimiz okuyuşa göre bu âyetle şöylebir bağlantı var. Kelle yani hayır, hayır sizin kıyâmette, o duruma düşmenizdeki tek sebep geçici olan dünya hayatını sevmenizdir.(Bkz. Tekâsür:3)

Âcileh ile, geçici olan dünya hayatı kastedilmiştir. Günümüzde biz buna “kısa vadeli, geçici, yakında olan” da diyebiliriz. Kurân’ın tümünde acele etmek, kötü görülmüştür. (Krş. İnsan:27)

Bu âyetteki durum başka âyetlerde de geçer: “Çünkü onlar aceleciliği seviyorlar ve ötelerindeki zor bir günü ihmal ediyorlar.” (İnsan:27) Zımnen aceleyi yani önünüze serilen dünyayı severseniz, yarın âhirette içine düştüğünüz zor durumdan kurtulmak için acele ve telaşla mazeretler uydurursunuz.

-------------------

وَتَذَرُونَالْآخِرَةَ

21- Ve âhireti ihmal ediyorsunuz.

Tezerûn, 've-ze-ra'kökünden geliyor. Değer vermeyerek terk etmek, ihmal etmek anlamına gelir. Tüm ilginin dünyaya verilmesi, kişiyi zamanın yetmediği bir koşuşturmanın içine sürükler. Her şeye peşinen ulaşma isteği, eylemlerin karşılığı için bir ömür beklemeolan âhireti ihmal ile sonuçlanmaktadır.

-------------------

وُجُوهٌيَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ

22- O gün pırıl pırıl yüzler vardır.

-------------------

إِلَىرَبِّهَا نَاظِرَةٌ

23-Rabbine nazar ederler.

Nazar; bir şeyi algılamak veya görmek için göz veya cepheyi ona çevirmektir. Ru’yet, görmek; nazar, bakılan yere dikkat kesilmek anlamına gelir. “Rabbike” tümlecinin fiilden önce getirilmesi “ancak”ve “sadece” manası verir. Yani o gün inananlar nazarlarını sadece Rabbine yapacaklar.

-------------------

وَوُجُوهٌيَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ

24- Ve o gün asık yüzler de vardır.

-------------------

تَظُنُّأَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ

25- Anlamıştır ki ona belini kıran bir muamele yapılacaktır.

Fâkırah kelimesinin esas kaynağı, “omurga kemikleri dizisi” anlamındaki''elfegratü'' ve ''elfegarat'' kelimeleridir. (Lisanül Arab) Fakîr kelimesi de -beli iki büklüm olduğu için- bu köktendir.

-------------------

كَلَّاإِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ

26- Hayır, köprücük kemiğine geldiği zaman.

Terâkî; “türkuve”kelimesinin çoğulu olup boynun dibinden kollara doğru olan köprücük kemiklerine denir. Ölmek üzere olan birinin zorlanarak aldığı son nefeslerini anlatmak için kullanılan deyimsel bir ifâdedir. Türkçedeki can boğaza gelince ifâdesine benzemektedir. (Bkz. Vakıa:83)

-------------------

وَقِيلَمَنْ رَاقٍ

27- Ve der ki kurtarıcı yok mu?

''Râk'' kelimesi,''rukye''den türediği dikkate alındığında “üfürükçü ve muskacı” anlamına gelir ki, Kurân’ın indiği dönemde bu kelimeyle “hekimlik ve eczacılık” kastedilirdi. Kelimeye bu anlam verilirse, âyetin takdiri şöyle yapılabilir: “Yok mu bu adamı tedavi edecek hekim, şifa verecek ilaç?”

-------------------

وَظَنَّأَنَّهُ الْفِرَاقُ

28- Ve anlar ki bu bir ayrılıktır.

Bu, yukarıdaki ve aşağıdaki âyetin başındaki âtıf “vav”ları, bu üç âyeti özne olarak birbirine bağlamaktadır. Bu üç âyetteki özne;genel itibariyle zannedildiği gibi ölmekte olan değil, ölmekte olana şâhid olan veya olanlardır. Telaşla kurtarıcı arayan,bağıran ve ayrılık vakti olduğunu anlayınca ayakları birbirine dolaşanlar, ölmekte olana şâhit olan dirilerdir. 31. âyetten itibaren de ölüm olayına şâhit olan inkârcı tiplerin bu şâhitlikten kısa bir süre sonra, dünya hayatındaki tavırlarının tasvirleri yapılmaktadır.

-------------------

وَالْتَفَّتِالسَّاقُ بِالسَّاقِ

29- Ve ayakları birbirine dolaşır.

Telaşla, ölmekte olanı tekrar hayata döndürme ve insanların sevdiklerinin ölümleri karşısındaki âcizliği resmedilmektedir.

-------------------

إِلَىرَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ

30- O gün, sevk senin Rabbinedir.

Ölümden kaçış ve kurtuluş olmadığı gibi kıyâm gününde herkes Rabbin huzurunda hesap verecektir.

-------------------

فَلَاصَدَّقَ وَلَا صَلَّى

31- Fakat o tasdik etmedi ve yönelmedi.

Bu âyetin başındaki“fe” bağlantı edatı, bu ve devamındaki âyetin yukarıdaki cümlelerin bir devamı olduğunu göstermektedir.Ölüm gibi bir hakikat olmasına ve sevdiklerini gözünün önünde kaybetmesine rağmen inkarcı tiplerin ölmeyecekmiş gibi yaşaması, hakikatleri kabul edip Rabbe yönelmesine engel olmuştur.

-------------------

وَلَكِنكَذَّبَ وَتَوَلَّى

32- Ve lâkin yalanladı ve yüz çevirdi.

Her kavram zıddı ile anlaşılır. Buradaki yalanlamanın zıddı yukarıdaki âyette zikredilen tasdik iken, yüz çevirmenin zıddı da yönelmedir.Namaz da bir yönelmedir şeklinde bir itiraz olabilir. O zaman âyet“Tasdik etmedi ve namaz kılmadı.” şeklinde olur ki, bu mana hem bağlama hem de “tevellâ”ya/yüz çevirme zıtlığına uymamaktadır.

-------------------

ثُمَّذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى

33- Sonra çalım satarak ailesinin yanına döndü.

Yetemettâ, gurur ve kibrinden salınarak yürümek demektir. Ölüm karşısında hiçbir şey yapamayan âciz kişi bu olaydan bir ders çıkarıp hayatına çekidüzen vereceğine, ölmeyecek ve hiç hesap vermeyecekmiş gibi eski kibirli, bencil yaşamına geri dönmüştür.

-------------------

أَوْلَىلَكَ فَأَوْلَى

34- Çok yakın sana,hem de çok yakın!

Evlâ, “daha yakın”demek olup “veliye” filinin ismitafdilidir. Bir kimseye bir şey yaklaştığında “veliyehu’ş-şey’” denir. Buna göre âyetin manası şöyle olur: “Korkulan şey sana yaklaştı, sana isabet etmek üzere, sakın! Ve başına gelecek olan ölümü uzak bilme!” Arapçada “Evlâ leke” tâbiri Türkçede “Sen de yakında belânı bulacaksın!” demek gibi bir tehdit ifâdesidir.

-------------------

ثُمَّأَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى

35- Sonra, yakın sana, hem de çok yakın!

İnsanoğlu ölümü çok çabuk unutmakta ve hiç ölmeyecekmiş gibi hırsla önünde bulduğu dünyaya sarılmaktadır. Bu nedenle ifâde iki kez vurgulanmıştır.Hem ölüm hem de öldükten sonra gerçekleşecek hesap bizlere çok yakındır. Zîrâ bizi yaratan Rabb bizi yaratıp başıboş bırakmamıştır.

-------------------

أَيَحْسَبُالْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى

36- İnsan başıboş bırakılacağını mı hesap ediyor?

Südâ; ihmal edilmiş,dikkate alınmamış, başıboş bırakılmış demektir. Bu kelime;genellikle sahipsiz, arazide başıboş dolaşan, istediği yerden istediğini yiyen ve kimsenin etinden, sütünden ve gücünden istifade etmediği deve için kullanılır.

İnsan dünyada canının istediği her şeyi yapan, âhiret gibi bir endişesi olmayan,başıboş bir hayvan değil, ulvî ve yüce hedefleri olan sorumlubir halîfedir.

-------------------

أَلَمْيَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى

37- Dökülen meniden bir nutfe değil miydi?

Nasıl ki değersiz bir damladan bir beşer olduysak; neden toprağa atılan değersiz kemiklerden de tekrar yaratılmayalım ki? Rabbimiz yaratılışı örnek göstererek yeniden dirilişin en önemli delillerinden birini sunmaktadır.

Meni, ölçülü takdir edilmiş belirli miktardaki sıvı iken; nutfe, az miktarda sıvının içindeki özdür. Meni, atılan sıvı; nutfe, o sıvının içindeki sperm hücreleridir. Zigotun oluşması meninin/sıvının içindeki nutfeye/sperme bağlıdır. Kur’an’da ''meni ve nutfe''nin ayrı ayrı kullanılması, 14 asır önce hücrenin bilinmeyip mikroskobun olmadığı bir ortamda bu detaya işâret edilmesi, hitabın beşerüstülüğüne bir delildir.

-------------------

ثُمَّكَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى

38- Sonra bir alaka oldu, böylece onu yarattı, böylece düzene koydu.

Alaka; yapışıp ilişmek manasından gelmektedir. Mi’lak, askı demektir. Yapışkanlığından dolayı sülüğe de alaka denir. Bu kelimenin Arapçadaki temel anlamı “asılı duran, tutunan şeydir. ‘Alaka’nın bağlamdaki karşılığı rahim duvarına döllenme ile tutunan embriyodur.

'Sevvâ' kelimesinin aslı''s-v-y''dir. Aşağıda ya da yukarıda (ifrat veya tefritte)olmayan düzgün bir seviyeyi anlatır. Seviye de aynı köktendir.Bu âyette ise '' Ölçülü, dengeli ve amaçlı yarattı.''manasına gelir. Bu şekilde başka âyetlerde de geçer. (bkz.A’lâ:2)

-------------------

فَجَعَلَمِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَوَالْأُنثَى

39- Böylece ondan erkek ve dişi iki cins kıldı.

Embriyolojik süreçte neslin devamı için belirlenen cinsiyetlere atfen kullanılan bu ifâde, yine Kurân’ın indiği dönemde bilinmesinin mümkün olmadığı teknik bir bilgidir.

-------------------

أَلَيْسَذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَالْمَوْتَى

40- Bunları yapan,ölüye hayat vermeye kâdir değil midir?

Bir asır önce çevremizde yaşayan hiçbir insanın yokken şimdi var olması nasıl mümkün ise, bir asır sonra yok olanların tekrar var olmaları neden mümkün olmasın?






 
Eklenme Tarihi : 22.10.2018 19:06:17
Okunma Sayısı : 7732