زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

212- (Hakikati) İnkâr edenlere dünya hayatı süslendirildi. (Onlar) inananlarla (bu dünyada) alay ederler. Oysa (ilahi azaptan) korunup, sakınan (o inanalar) kıyamet gününde onlardan (makamca çok) üstündürler. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara:212)



.





KÂRİA SÛRESİ

KÂRİA SÛRESİ

الْقَارِعَةُ

1-Kâria!

Bu kelime kök itibariyle “çok şiddetle vuran, şiddetle yüklenen şeyler, insanlara şok yaşatan ciddî felâketler” anlamında kullanılır. Bu manada Kur’an’da kavimleri beklemedikleri anda yakalayan, şok eden âfete de “kâria” denilir. “Kâria’yı Semûd ve Ad yalanladılar.” Hakka:4

Kâria sûresinin ilk âyetindeki “elif lâm” ile, belirlilik ve bildiğiniz şey olan, ansızın, şiddetle çarpan son saat anlaşılmaktadır.

--------------

مَاالْقَارِعَةُ

2-Kâria mı!?

Burada “ma” edatı sorudan ziyâde “taacup/şaşkınlık” ifâde ettiğinden böyle bir meâli uygun gördük; zîrâ bir alttaki âyet zaten Kâria’nın ne olduğunu soracaktır.

--------------

وَمَاأَدْرَاكَ مَا الْقَارِعَةُ

3- Kâria’nın ne olduğunu bilir misin?

Rabbimiz bir yandan Kâria’nın nasıl olduğu üzerinde düşünmemizi isterken, bir yandan da zamanını bilemeyeceğimizi şöyle ifade eder: “Allah, Kitab’ı ve mîzânı hakk ile indirdi ve sen bilemezsin (ve mâ yudrîke) belki de o saat yakındır.” Şura:17

 --------------

يَوْمَيَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ

4- O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olurlar.

Ferâş kelimesi “ferâşe”nin ço­ğuludur. Geceleri ışık ve ateş etra­fında çırpınıp dönerek uçan, ken­disini ışık veya alev içine atan pervane olarak bilinen küçük kele­beklere denir.

Mebsûs; dağılmış, saçılmış, yayılmış demektir. Hâsılı o gün; o “Kâria” âfeti öyle bir çarpacak ki, insanlar dağılmış, uçuşan sinekler gibi görünerek nereye kaçacaklarını bilemeyecektir. Bu ibâreler, son saatte insanların kalabalık bir hâlde; telaşlı, düzensiz ve amaçsız bir şekilde sağa sola kaçışacaklarını tasvir etmektedir. Türkçede bunaen güzel karşılık “çil yavrusu gibi dağılmak” deyimidir.

--------------

وَتَكُونُالْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنفُوشِ

5- Ve dağlar hallaç pamuğu gibi atılır.

İhn; yün, özellikle çeşitli renkteki yün demektir. Yumuşaklık ve hafiflik içerir. Menfûş; didilmiş, atılmış yani parçalarının parmaklarla birbirinden ayrılıp dağıldığı veya hallaçla atılıp zerre zerre uçuştuğu hâldir. Bu dağılma, dünyanın sonunu bir çarpışmanın getireceğini anlatmaktadır. Bu çarpışma, dev bir asteroitin dünyaya hızla çarpmasından (Kâria) sonra dünyada oluşacak depremlerin, yanardağların lavlarının fışkırmasıyla (Zilzal) dünyayı bekleyen sonun, ilk önce ayda gerçekleşeceğini (Kamer:1) anlatan zincirleme olayların başlangıcı gibidir. Bir örnek üzerinden bu felaketin ölümcül sonuçlarını değerlendirelim: Dünyaya sadece 500 metre çapında bir asteroit çarpsa 1450 mega ton TNT’nin patlamasına eşit bir etkiye sebep olur. Burada ortaya çıkan kinetik enerji Hiroşima’ya atılan atom bombasının 80 bin katına eşittir. Çarptığı alanda 3 km'lik bir krater oluşur ve ortaya çıkan alev topu güneşin sıcaklığı gibi bir ısı oluşturur. Çıkan toz bulutu kıtalara yayılır. Sadece 500 metrelik bir asteroitin etkisi budur. Ya bunun yüzlerce katı bir çarpışma olursa? 1815'te Endonezya’da bir yanardağ patlaması gerçekleşti. 2000 bin km uzaktaki Sumatra adasında yaşayanlar bile bu patlamayı duymuş ve devasa kara bulutlar uzak adaları bile kaplamıştır. Çarpışma ve volkanik felaket dünyamızın ölümü demekken, ahiret ve hesabın ise başlaması anlamına gelmektedir.

--------------

فَأَمَّامَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ

6- Ve amma kimin mîzânları ağır gelirse!

Mevâzîn, mîzân kelimesinin çoğulu olup kelimenin aslı “mîvzân”dır. Mîzân; terazi, tartı, ölçme aleti, ağırlıkları ölçmek için kullanılan âletin genel adıdır. Sadece ağırlık ölçmeye mahsus bir âlet olmayıp ısı ve hız gibi ölçümlere de yarayan âletler “mîzân” kapsamındadır. Mîzân kelimesi Kurân’ın iniş sürecinde ilk defa bu âyetlerde yer almaktadır. Âyetlerin tümü okununca mîzân, yani tartı ve terazi ile “adâlet”in kastedildiği anlaşılır. “İzin günü tartı haktır. Kimin mîzânları ağır gelirse, işte onlar, felâha erenlerdir.” Araf:8

İlahî adâlet gereği mîzân kurulur. Allah hiç kimse hakkında “Seni cennete, seni cehenneme attım.” gibi peşin bir tutum sergilemez.  Hukukta tarafsızlık ve her şeyin ortada olduğu objektiflik; mîzân ve haşr/toplanma ifadeleri ile Kur’an'da ortaya konmaktadır.

''Ve Biz, kıyâmet günü adâlet mîzânlarını koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez. Ve hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz ve Biz,hesap görücü olarak yeteriz.” Enbiya:47 (Bkz. Zilzal:7)

--------------

فَهُوَفِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ

7- Artık o, razı olduğu bir yaşam içindedir.

‘Ayş, yaşantı manasına gelmektedir ve yeme, içme gibi hayat sebebi olan unsurlar için kullanılan bir isimdir. Hayat kelimesiyle yakın anlamdadır. Fakat hayat, hem Allah hem melekler hem de tüm canlılar için kullanılırken, 'ayş' daha dar anlamda olup sadece canlılar için kullanılır. Ma’işet; kendisiyle yaşanılan şey, yaşantının devamı için gerekli olan yiyecek ve içecekler demektir. Türkçemizdeki maaş kelimesi de aynı köktendir.

Âyette neden hayat değil de yaşantı kullanılmıştır? Bunun iki sebebi olabilir: İlki,maksat sadece canlılığın değil hoş bir meşguliyetin olduğunu hatırlatmaktır. Şu âyetin ifâde ettiği gibi: “Muhakkak ki cennet ehli, o gün zevkli bir meşguliyet içinde olanlardır.” Yasin:55 Diğer mana da zaten Tîn sûresinde de ifade edildiği gibi iman edip sâlih amel işleyenlerin ecirlerinin kesilmeden devam etmesidir. Aynı zamanda Ali İmran 169’da Allah yolunda ölenlerin hayatlarının bittiği zannına kapılmamamız gerektiği ve onların “Hayy” oluşlarından bahsedilmektedir.

--------------

وَأَمَّامَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ

8- Ve amma, kimin mîzânları hafif gelirse!

Bu âyette kimin günahları ağır gelirse gibi bir ifadenin kullanılmaması güzel bir inceliktir. Zira günah ve kötülükler değer manasında bir ağırlık ifade etmemektedir. İyilik, güzellik ve âlih ameller değerli olduğundan onların hafif gelmesi, az olması, özellikle böyle bir kullanımla okuyucuya hissettirilmektedir.

Kur’an’da mîzânı bile hak etmeyen, iyilik kefelerinde hafif dahi gelecek hiçbir şey yapmayanlar da belirtilir: “İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr edenlerdir. Böylece onların amelleri heba oldu. Artık onlar için kıyâmet günü mîzân tutmayız.” Kehf:105 “Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sen sana yetersin” denilecektir.” İsra:14 “Artık izin günü insanlar ve cinler, günahlarından sorulmaz (mîzân tutulmaz).” Rahman:39 ''Mücrimler (suçlular) simalarından tanınır. Böylece onlar alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. '' Rahman:41 ''İşte bu, mücrimlerin yalanladığı cehennem.''Rahman:43

--------------

فَأُمُّهُهَاوِيَةٌ

9- Artık onun anası hâviyedir.

Hâviye; derin bir çukur, uçurum manasına gelen bir kelimedir. Âyetteki bu ifâde, Araplar tarafından çok kullanılan '' hevet ümmühü: Anası onu kaybetti, uçuruma, derin bir çukura düşürdü.'' deyiminden gelmektedir. Bu deyimsel ifâde Türkçeye de “Anası ağladı.” şeklinde yerleşmiştir.

Heva ve heves derken kullandığımız 'heva' da, hâviye ile aynı köktendir. Heva; insanın şehvete meyletmesi, dünyevi zevklere düşmesidir. Yani dünyada heva ve hevese sarılan,onu bir anne gibi benimseyen, iradesini güçlendirip yetişkin gibi davranacağına, bir çocuk gibi heva ve hevesinin peşinde koşanlar âhirette hâviye’nin nasıl bir düşman olduğunu görecektir.

--------------

وَمَاأَدْرَاكَ مَا هِيَهْ

10- Ve onun mâhiyetinin ne olduğunu bilir misin?

--------------

نَارٌحَامِيَةٌ

11- Hâmi bir ateştir.

Hâmiye; şiddetli hara­ret, sıcaklık manasınaki “hâmi”den türemiş ve kızgın, kızmış demektir. Hâmiye’l-vatisu; fırın kızıştı, hami oldu manasındadır. Ateş zaten kızgın demek iken, “nâr” denildikten sonra, bir de “hâmiye” ile nitelendirilmesi, bu ateşin hami yani baskın, himaye ve kontrolüne alan, kaçmanın mümkün olmadığı; etkili,kızgın bir ateş olduğunu belirtmek içindir. Cehennem; hevâ ve hevesine hükmedemeyen, nesnelleşmiş cehennemlikleri kuşatan, kontrolüne alan, baskın, bezdirici ve etkili bir azaptır.

Suçun önlenmesi için cezanın caydırıcı olması çok önemlidir. Bu altın ilke kullanılırken iyiliğin, sâlihâtın teşviki ve ödülü de öncelikli olarak hatırlatılmaktadır.

 
Eklenme Tarihi : 6.10.2018 11:02:59
Okunma Sayısı : 3921