الاسماء الحسني
Neden El-Esma-ül Hüsna?
Aslında neden El-esma-ül Hüsna sorusunun cevabını bulmak için, önce neden insanoğlu sorusunun cevabını bulmamız gerekir. Yokluk âleminden varlık âlemine teşrif eden insanoğlu, varlık ağacının en güzel dalının, en güzel meyvelerinden birini oluşturur. Bu hakikat kur’an da şöyle dile getirilir:
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آَدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا (70)
Gerçek şu ki, Biz Âdemoğullarını üstün ve onurlu kıldık; karada ve denizde onların ulaşımını sağladık; temiz besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün tuttuk. (İsra:70)
Allah tarafından bu kadar mükerrem kılınan insanoğlunun elbette bir amacı ve hedefi olmalıydı. Bu kadar mukerrem kılınan insanoğlu boş ve anlamsız olamazdı. İşte insanoğlunun yaratılış amacı ve gayesi de kur’an da şöyle dile getirilir:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ (56) مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ (57) إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ (58)
Ben, cinleri ve insanları ancak (beni tanıyıp) ibâdet etsinler diye yarattım. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum ve onların beni doyurup beslemelerini de istemiyorum. Çünkü bizzat Allah bütün rızıkları verendir, sağlam bir kuvvet sahibidir.(Zariat:56-57-58)
Yukarıda ki ayetinde ifade ettiği gibi insanoğlunun varlık ağacının en güzel meyvelerinden biri olmasının sebebi, Allah’a kul olmasıdır. Peki, kişi Allah’a nasıl kul olacak? Tanımadığı ve hakkında bilgi sahibi olmadığı bir Allah’a nasıl kulluk yapabilir ki? Mesela kişi tanımadığı daha doğrusu huyunu ve suyunu bilmediği birinin sevgisini nasıl kazana bilir ki? Çünkü neyi sevip, neyi sevmediğini bilmediği için onu razı edemez. Razı etmeye kalksa bile kendi zannınca onu razı etmeye kalkar ki; bu da ya tutar ya tutmaz hesabına gelir. O zaman sormak gerekmez mi? Ahiret gibi ebedi bir hayat ya tutar ya tutmaz hesabına nasıl terk edilir. Dünyalık hesaplarımızı yaparken zarara açık kapı bırakmamak için tüm zanları bertaraf edip kesin bir kazanç elde etmek adına elimizden geleni yapıyoruz da ahretimiz için bu kadar hassas davranamayışımızın sebebi sizce ne olabilir? Allah’ı razı etmenin tek yolu onu tanımaktır, onu tanımanın tek yolu onun esmasını tanımaktır, onun esmasını tanımanın tek yolu da onun kevni ve kitabi ayetlerini tanımakla mümkündür.
سَنُرِيهِمْ آَيَاتِنَا فِي الْآَفَاقِ وَفِي أَنْفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (53) أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَاءِ رَبِّهِمْ أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُحِيطٌ (54)
“ Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; Öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine apaçıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şahit olması yetmez mi? Gerçek şu ki onlar, Rableri ile buluşacaklarından tam emin değiller. Hiç şüphesiz ki O, her şeyi kuşatır. ” (Fussilet:53-54)
Okuduğumuz bu ayetler bizlere Allah’ı tanımanın yollarını gösteriyor. Kainat kitabı Allah’a işaret eden bir Alamet olduğu için kainata alem denmiştir. Tüm Âlem, Allah deyip dururken gözümüz Allah’a değil, âlem’e takılı kaldı: Ressama değil resim’e âşık olduk. Mesela; her gün içtiğimiz su bize Allah deyip dururken biz Allah’ı değil de suyu gördük. Su h2O formülünden meydana gelmiştir. Yani iki hidrojen, bir oksijen’den oluşur. Biri yanıcı, biri de yakıcı bir madde olmasına rağmen nasıl olurda bu iki madde bir araya gelip gönüllere ferahlık veren bir su halini almıştır? Bunun tek cevabı vardır; Allah’ın esmasından El-Vedud ismi hidrojen ve oksijende tecelli etti. Bunun sonucunda bu iki madde arsında sevgi oluştu, sevgi ile bir araya gelen bu yananıcı ve yakıcı madde sonuç olarak yüreklere ferahlık veren bir suya dönüştü. Ateş sevgiyle yoğrulsa suya dönüşür. İbrahim Allah’ın sevgisi ile öyle bir yoğruldu ki, ateş bu sevginin yanında serin bir suya dönüştü.
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُوا آَلِهَتَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ (68) قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ (69) وَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَخْسَرِينَ (70) وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ (71) وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ (72)
Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun." Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Bu arada onlar İbrahim'e tuzak kurmaya çalıştılar; ama Biz onların bütün yapıp ettiklerini boşa çıkardık. Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) ulaştırdık. (Enbiya:68-69-70-71-72) Eşyanın kavururcu sıcaklığı ile yanmak istemiyorsak, İbrahim’ce bir aşk ila Allah’ı tanımak lazım.
Tüm kainat Allah’ın esmasını resmedip dururken, insanlık esmaya değil eşyaya aşık oldu. Aşık’n maşuk ta ki sapması beraberinde şirki doğurdu. İşte şirk; sevgide Allah’ı gereği gibi takdir edememenin acı sonucudur. Kur’an-ı kerim de tam üç yerde Allah, insanların Allah’ı gereği takdir etmediklerini anlatır;
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِذْ قَالُوا مَا أَنْزَلَ اللَّهُ عَلَى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍ قُلْ مَنْ أَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذِي جَاءَ بِهِ مُوسَى نُورًا وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطِيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثِيرًا وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُوا أَنْتُمْ وَلَا آَبَاؤُكُمْ قُلِ اللَّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ (91)
Onlar (Yahudiler): "Allah, beşere hiç bir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, gereği gibi takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz, Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyleri size öğreten kitabı kim indirdi?" De ki: "Allah." sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar. (Enam:91)
مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (74)
“Allahın kadrini gereği gibi takdir edemediler. Hiç şüphesiz ki Allah, Kuvvetin ve izzetin mutlak kaynağıdır.” (Hac:74)
وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ (67)
Onlar, (O'ndan başkasına kulluk edenler,) Allah hakkında doğru bir anlayışa sahip değiller; çünkü bütün yeryüzü, Kıyamet Günü O'nun için avuç içi kadar bir şey olacaktır, gökler de O'nun sağ elinde dürülmüş hale gelecek. O kudret ve egemenliğinde sınırsızdır ve onların ortak koştukları her şeyin kat kat üstündedir. (Zumer:67)
Okuduğumuz üç ayette de insanların Allah’ı gereği gibi takdir etmediklerinden söz etmektedir. İnsan ancak Allah’ı gereği gibi taktir etmekle varlık ağacının en güzel meyvelerinden birisi olabilir. Bunu yapabilmesi içinde önce özbenliğinin niçin var olduğunu bilmesi gerekir. Yani bu manada kişi kendisini bilirse, âlemlerin rabbi olan Allah’ı da bilmeye bir adım atmış olur. Demek ki varlık âlemindeki tek gayemiz, Allah’ı tanımak olmalıdır. Allah’ı tanımak demek esmayı tanımak, esmayı tanımak demek tevhidi tanımak demektir. İnsanların çoğu Allah’ı bilir, bir kısmı tanır, çok az bir kısmı ise Allah’ı anlar. Dolayısı ile hedef Allah’ı bilmek, tanımak ve sonra da anlamak şeklinde olmalıdır. Esmayı idrak edemeyen kalp; Allah’ı tanıyamaz, Allah’ı tanımayan, Allah’ı anlayamaz ve anlayamayan da gereği gibi taktir edemez. Gereği gibi taktir edemeyen ise tevhidi yakalayamaz. Görüldüğü gibi hayat tamamen Tevhit ve şirk üzere kurulan bir mücadeleden başka bir şey değildir. Kur’an insanları bu düzlemde ele alarak Allah’ı gereği gibi tanıyanları mümin olarak kabul ederken, Allah’ı gereği gibi tanımayanları ise müşrik olarak görmektedir. Allah’ı tanımamız, Allah hakkında doğru bir tasavvur sahibi olmamızı sağlayacaktır. Doğru şekillenen tasavvurumuzun sonucunda da doğru bir hayat tarzımız oluşacaktır. Çünkü davranışlarımızın arkasındaki güç Allah’a olan imanımızdır. Teslimiyet ise bu imanın ardından gelen hayat tarzıdır. Kişi güvenmediğine teslim olmaz. Eğer güvenimiz Allah’ın dışındaki birilerine ise teslimiyetimiz de o kişilere olacaktır. Bundan dolayı Allah’ı El-mümin olarak gereği gibi tanıyamazsak başkalarına güvenmek zorunda kalırız. İşte şirk Allah’a güvensizliğin acı bir sonucudur. Çünkü güven sevgiyi doğurur, sevginin doğal sonucu da itaattir, yani sevilenin emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak gerekir. Allah dışındaki varlıkları sevip, Allah’a rağmen o varlıklara itaat etmek, onları ilah edinmek olur. Ayette ki; “Allah’tan başka denkler” cümlesinden maksat; Allah’a isyan söz konusu olduğu halde efendilere, büyüklere, reislere vb. kimselere itaat etmek demektir. Hiç kimse Allah gibi sevilemez. Sevilen varlıklar ister peygamber, isterse Allah’ın mukarrebun kulları olsun kim olursa olsun bu durumda sonuç asla değişmez. Çünkü Allah için sevmekle, Allah gibi sevmek aynı şey değildir. Allah’ı sevenler peygamberleri ve müminleri de severler. Ancak Allah’ı sever gibi değil, Allah emrettiği için severler. “ Yaratılanı sev yaratandan ötürü” Ne peygamber Allah gibi sevilir ne de Allah peygamber gibi asla sevilmez. Gönle doğan her duyguya, akla gelen her düşünceye mutlak itaat etmek, kişinin kendini ilahlaştırması, sevilen bir şeyi veya bir kimseyi Allah için değil de Allah gibi sevmek ise kişilerde ilahlığı meydana getirir. Bu durum ise Allah’ın hakkına bir zulümdür. İşte Esma-ül Hüsna; Allah’ın hakkını Allah’a, mahlûkatın hakkını da mahlûkata vermektir. Sonuç olarak neden Esma-ül Hüsna sorusuna şöyle özlü bir cevap verilebilir: Çünkü Esma-ül Hüsna; tevhidin tefsiri, tevhit ise varlığın özüdür. Varlığındaki özü kaybeden insan, aslında eşyanın cazibesi ile kendisini kaybetmiştir. Eşyanın cazibesi ile cezbeye gelen insanın gözü artık eşya ile kör olmuştur. Peki, Eşyanın böylesine kör ettiği biri eşya da Allah’ı nasıl görebilir ki? Çünkü esma (Allah’ın isimleri) eşyanın içinde saklıdır. Eşya perdesi gözden kalkmadıkça kalp Esma’yı göremez. Eşyanın cazibesinden (çekim alanından) çıkıp, esmanın cazibesine (çekim alanına) girmek için eşyada mutlak yaratıcıyı okumak lazımdır. Kişi eşyada ki yaratıcı gücü görürse Esma’ın cazibesine kapılacaktır. Esma’nın cazibesi ile aşka gelen insan, eşyadaki hakikati idraki ile eşyaya değil Allah’a kul olacaktır. Bir tarafta El-Hâlık olan Allah, diğer tarafta ise tüm mahlûkat. İşte Esma-ül Hüsna; El-hâlık ile mahlûkat arsında doğru bir ilişki kurmanın temel esaslarını belirler. Aksi taktirde ya eşya ilahlaşır ya da ilah eşyalaşır. |