وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ

48- Artık şu günden korkun ki; O gün, Hiç kimse bir başkası adına zerre kadar bir şey yapamaz ve hiç kimseden şefaat kabul edilmez ve hiç kimseye karşılık fidye de alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez. (Bakara:48)



.





Tûr Sûresi

Tûr Sûresi

1-Tûr’a and olsun.

Sûrenin âyetleri Küfe veŞamlıların sayımına göre 49’dur. Basralılara göre 48, Hicaz sayımına göre de 47âyettir. Zira sûre numaraları ve cümle ayrımları beşerîdir. Sûre, adını ilkâyetinde geçen “Tûr” kelimesinden almıştır. Et-Tûr kelimesinin bir bölgeye veya yükseltiye isim olmasının aslı,temel manasına gelmesindendir. Araplarevin temeline ‘tavaru’d-dâr’ demektedir.Ancak bu kelime, evin üzerine yapıldığı ilktemeli kapsadığı gibi apartman katlarından her birinin başlangıcıanlamındaki ara temeli de kapsar.Nitekim Türkçede “kademe, aşama”kelimeleriyle ifade edilen ‘tavr’ kelimesi,Nûh sûresinin 14. âyetinde “ve kad haleknâküm etvâra” (Sizi aşama aşamayarattık.) ifadesinde de bu anlamda kullanılmıştır. Her aşamanın, katınbaşlangıcı Türkçemizde de koşulan,atılan her tur manasında aynen kullanılmaktadır. Tûr kelimesine dağ anlamıverilmesi dolaylı manasındandır.Zira Kurân’da dağ kelimesi “cebel” olarakisimlendirilmiştir. Ayrıca sûrenin 10. âyetinde de “cibâlu” olarak zikredilmiştir. Tûr veya aslına uygun olarakAramice sûr, yükselti demektir. Her temel, binanın inşası için düzgün birsatıh, yükselti sağlamaktadır. Bizdeki dağın küçüğü tepeye, uzaktan belliolan kayalıklar, yükseltiler de tûr’a tekâbül eder. (Bkz. Meryem:52) Ayrıcaifade nüzulde buradan önce Tâhâ 80. âyette özel bir bölge anlamında geçer. Bu âyetteTin 2’de olduğu gibi “Ve tûri sînîn” kullanılmayıp sadece Tûr’a yemin söz konusudur. Zira bağlamda Hz. Mûsâ ve mücadelesikonu edilmemiştir. Bu nedenle Tûrkelimesinin Sina ile birleşmiş formu olan Hz. Mûsâ’nın vahiy aldığı bölgeninözel ismi olarak değil, lügat manası olan temel,başlangıç anlamı öncelenmiştir.

2-Satır satır yazılmış kitaba and olsun!

Bu âyette yer alan mestûrin kelimesi ‘yazmak, çizmek, yan yana dizmek’ gibianlamlar taşıyan ‘s-t-r’ kökünden olup “düzgün şekilde yazılmış” anlamına gelmektedir. Tevrat olduğufikrini ilk defa akla getirse de kelimenin nekira gelmesi başka manalara kapıaçmaktadır. Levhimahfuz anlatımında olduğu gibi burada satır satır yazılmış olan; birdüzen ve uyum içinde belirlenmiş kâinat yasalarıdır.

3-Açık sayfalar içinde yayılmıştır.

“Menşûr” kelimesiyle ilgiliolarak Râzi şu ilginç yorumu yapar: Burada kitabın açıklık özelliğine işaretvardır. Zira dürülü, kapalı kitapta ne bulunduğunu kimse bilemez; şu hâldeburada söz konusu olan kitap dürülü yazılardan, yani gaybî haberlerdenfarklıdır. Bunun anlamı “O size açıktır,onu inceleyip üzerinde düşünmenize kimse engel olamaz.” demektir. Üzerineyazı yazılmak için inceltilip düzeltilen her şeye rakk ismi verilebilir. Sonuç olarak ilk üç âyet kâinatın ve dünyanın ilk oluşum aşamasındanönce yasaların satır satır belirlenmiş olması temelinden (Tûr) yaratılışıbaşlatmaktadır. Satır satır yazılmış kitap sayesinde, yani başta belirlenen kurallarla yaratılanâlemin bir düzen içinde işlemesi hatırlatılmıştır. Açık sayfalar içinde yayılmış olan tabiatın ve diğer şahit olunanmaddî âlemin emek veren herkesin okuyacağı şekilde keşfe uygun mahiyetine birgöndermedir. Amaç yine eserden müessire ulaşmaktır.

4-Beytimamur’a and olsun!

Âyetteki “el-beyt’ül-ma’mûr” tamlaması,mamur olan yani imar olunmuş, geleni gideni çok olan, yaşanılan, kalınan yer/evmanasındadır. Âhiretten bakıldığında insan için bu maddî dünya ziyaret edilip göçülen, dünyevî ihtiyaçların karşılandığıbir misafirhane mesabesindedir. Âlemlerin Rabbi uzay boşluğunda yaşama elverişli, bildiğimiz tek gezegenolan dünyamızı mamur kılmış ve insan için yaşam alanı olarak hazırlamıştır.Bu hazırlık aşamaları şöyle ifade edilmektedir.

5-Yükseltilmiş tavana and olsun!

Sekf, aslında “tavan” demektir. Tavan’ın yükseltilmesi de gökyüzüneişaret etmektedir. (Bkz. Enbiya:32) Merfui,yükseltilmiş/ref edilmiş demektir. Bu yükseltilmede aşama aşama, tabakalar hâlinde,belirli bir düzen ve sünnet dâhilinde gerçekleşmiştir. “O ki, yeryüzündeolanların hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yönelip, onu da yedi gökolarak düzenledi.” (Bakara:29)

6-Dolu denize andolsun!

Mescûr, s-c-r kökünden türetilmiştir. S-c-r, “doldurmak, akmak, suyu gitmek, sel suyuyladolmak, fırını tutuşturmak” gibi anlamlara gelmektedir. İbn Abbas’tannakledilen bir görüşe göre ise “Bahrulmescur”, “taşmasına engelolunan deniz” demektir. (Taberî) Atmosferden sonra hayatın olmazsa olmazı olanve canlılığın ilk olarak başladığı okyanuslara,denizlere dikkat çekilmiş olabilir. “O nankörler görmediler mi ki göklerleyer bitişik idi, biz onları (yükselterek) ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık? Hala inanmıyorlar mı?” (Enbiya:30)

7-Muhakkak ki Rabbinin azâbı, mutlaka vuku bulacaktır.

Sûrenin girişinde beş unsurayemin edilmesi ile yaratılışa dikkat çekilmiştir. Müşahede edilen yaratılmış âlemdekiilâhî düzenin, bu ve devamındaki âyetlerde karşı konulamayacak bir değişim vedönüşüme sahne olacağı belirtilmiştir.

8-Onu defedecek yoktur.

9- O gün gökyüzüşiddetle dalgalanır.

Temuru,  “Sallanır, muzdarip olur.” demektir. Zira gidiş-gelişarasındaki tereddüt manasını ifade eden “mevr” kökünden gelir. Bazıları “Bufiil dalgalar gibi hareket eder manasını ifade eder.” demiştir. Atmosferinsudaki dalga hareketini yapacağını belirtmek onun şiddetli bir çarpışma ve şokdalgalarından etkilenip küresel dağılışını anlatmak içindir ki bu beşerüstü muazzambir ifadedir. Atmosferde gerçekleşen bu hızlı etkiye karalar da eşlik edecektir.

10- Ve dağlar seyir hâlinde hareket eder.

11- Artık o günüyalanlayanlara veyl olsun.

Veyl kelimesi “kınama” ifade eden bir kelime olup kelimeninaslı vey li-fülânın  (veyl falancaya) şeklindedir. Ne var ki, Araplartarafından sıkça kullanılan vey kelimesi, zamanla kendisinden sonragelen lam ile birleştirilerek veyl şeklinde kullanılmayabaşlanmıştır. Şimdi gelecek olan âyet muhatabını neden kınadığını açıklayacaktır.

12- Onlar ki, lüzumsuz şeylere dalıp oyalanırdı.

Havz, suya girmek veya sudan geçmek için istiare yoluyla da lafa dalmak, oyuna dalmak manasındakullanılır. Kur’ân’da kullanıldığı yerlerin çoğunda yapılması yerilen şeylerianlatmak için kullanılır. (Tevbe 65 ve 69. âyetlere bakınız) Bazen zararsızgibi görünen şeyler ciddi olumsuzluk ve kayıplara sebep olabilmektedir. Endeğerli sermayemiz olan zamanın boşa gitmesi, telafisi için çok zamana ihtiyaçduyduğumuz kabahat ve kusurların giderilmesini zorlaştırmaktadır. Buradakilüzumsuz şeylerle oyalanmak dünyanın albenisine, büyüsüne kapılmaktır. (Bkz. Tûr:15)Dünya hayatının oyun ve eğlence olduğunu savunan Allah değil müşriklerdir. (Bkz.Ankebût:64, Enâm:32)

13-O gün cehennem ateşine sürüklenerek itilirler.

Sürüklenerek, itilip-kakılarakyapılan muamele dünya hayatını oyun eğlence görüp âhiret hasatında eli boşkalanlarıdır. Zaten lüzumsuz ve faydasız şeylerle oyalanmak nefsi sıkıntı vezorluklara karşı savunmasız yapar ve âciz düşürür. Bu tip, hayatın zorluklarıile başa çıkmak için başkalarını suçlar ve kendi kusurlarını yalanlar.

14-İşte bu yalanlamış olduğunuz ateştir.

Âyetteki nâr, demirin ateşteısıtıldıktan sonra aldığı kırmızı renktir. Bu renk aslında yaklaşmamayı ifadeeden bir uyarı barındırır. Günümüzdeki uyarı ışıklarının ve dur levhalarınınkırmızı olması insanın bu rengi gördüğünde uyarılması ile ilgilidir.

15-Acaba bu bir sihir mi? Yoksa siz mi görmüyorsunuz?

Yukarıdaki nârın/ateşin verdiğiuyarının gözle değil, akıl ile görülüp anlaşılması gerektiği “Görmüyor musunuz?”sorusu ile açıklamıştır. Sihir aslında olmayanı varmış gibi görmek veya olanıgörememektir. Görsel yanılgılar için kullanılır. Günümüzde buna illüzyon/yanılsama da denir. Dünyanınalbenisine aldanıp etkilenenler, esas önemli ve değerli olan hak ve hakîkatiönemsemezler.

16- Ona yaslanın. Artık sabretseniz de, sabretmeseniz de sizin içinbirdir. Sadece yapmış olduğunuz şeylerle karşılanırsınız.

Dünyanın sabır gerektiren yönüneve iradeye dikkat çekilmiştir. Yapılanın misli ile karşılanması adâletsisteminin temeli olmalıdır. Suça oranla, caydırıcı olması bakımından cezalar bileabartılmamalıdır.

17-Muhakkak kimuttakiler, naîm cennetlerindedirler.

Naîm cenneti kişiye has nimetlerinolduğu cennetlerdir. (Bunun ile ilgili bkz. Vakıa:12-25)

18-Rabblerinin onlara verdiği şeylerle mutludurlar ve Rabbleri onlarıcahîmin azabından sakındırır.

Fâkihin kelimesinin ilk anlamı meyvedir. Bu kelimenin asıl anlamı mutluluk verici şey demektir. Sevinç ve neşe de bu kökten gelen kelimelerleifade edilir. Kelime Yâsîn sûresinde “şuğulin fâkihûn” tamlamasıyla keyif verenmeşguliyet anlamında kullanılmıştır.

Cahîm, maddî manada çok kızışmış ateş kelimesinden gelir.Çukurda yanan alevli ateşe de denir. Manevî manada ise cahîm kıskançlık, şehvet, tutku, bencillik gibi zulümâtıdestekleyen insanın karanlık yüzüdür. Naîm;kanaat, tevekkül, cahîm;tamahkârlık, ihtiras ve aç gözlülüktür. Fıtrata aykırı her şey insanıninsanlığını yakar ve yok eder. Bağlamın olumlu olmasından dolayı, verilenlerile kanaat edenlerin mutluluğu âyette “cahîm” denen hırs, kıskançlık ve açgözlülükten korunmaya bağlanmıştır. Çünkü her şeyin bir sebebi vardır. 

19-Yaptıklarınız sebebiyle âfiyetle yiyin ve için.

Her nimet yapılan sayugayrete,emeğe bağlanmıştır. Bu yasa dünyada olduğu gibi âhirette de geçerlidir.

20- Sıralanmış tahtlar üzerinde yaslanmış olanlardır ve onları temizbakışlılar ile biz eşleştiririz.

Zevc, çift ve eş demektir. Başka bir ifadeyle zevc, kendi cinsindenbir başkası ile beraber bulunan demektir. “Zevc” ikisinin değil, ikiden birinindiğerine göre ismidir. İkisine birlikte “zevcân”, “zevceyn” denilir. Zevc tamanlamıyla bizim “çift” dediğimiz değil, “eş” dediğimizdir. Yani çiftin her birtekidir. Ezvâc ise, ‘zevc’in çoğuludur. Rağıb’a göre, iki yakının her birine deve bir diğerine benzer veya zıt olarak ilgili bulunan şeye de “zevc” denir. Buitibarla dünyadaki şeylerin hepsi, bir zıddı, benzeri, herhangi bir terkip vekarşıtı bulunması nedeniyle çifttir. Mesela, cisim ve can, madde ve kuvvet,cevher ve araz, iç ve dış, dünya ve âhiret gibi. “Halaka’l-Ezvâc” (çiftleriyarattı) demek, bütün çeşit ve sınıflarıyla âlemi yarattı demektir. (Krş. İçinbkz. Yâsîn 36) Buna göre zevc kelimesinin anlamlarını şöyle tespit edebiliriz: 1-Eş(karı-koca), 2-Çift 3- Cins, tür, çeşit 4- Sınıf, grup, topluluk 5- Benzeri. Zevckelimesi Kurân'da 81 yerde geçmektedir. Kelime 5 yerde fiil formunda, 17 yerdezevc (tekil), 7 yerde zevcân ve zevceyn (ikili), 52 yerde de ezvâc (çoğul)formlarında isimdir.

Hûr kelimesi Kurân’da ilk defa Rahmân 72’degeçer. Ahver ve havra‘nın her ikisinin de çoğulu olmasındandolayı hem eril hem dişil anlama gelir. Havâri de buradan gelir.Havvertuş-şey, bir şeyi beyazlaştırmak ve yuvarlaştırmaktır. Buâyetteki ‘ıyn’ kelimesiise göz demektir. Hûr ile birleşincetemiz bakışlı, iyi niyetli vildân veğılmân’ın bir vasfı olarak burada karşımıza çıkmaktadır. (Bkz. Tûr:24)

21-Ve inananları ve zürriyetlerini de kendilerine imanla tâbi olanzürriyetleri ile kavuşturacağız. Ve onların amellerinden bir şey bile hebâetmeyeceğiz. Herkes kazandığına karşılık bir rehindir.

Zürriyetin kişinin gittiği imânve sâlih amel yolunu izlememesi, neden kişinin amellerinin hebâ olmasına sebeptir?Bizce burada hebâ olma ihtimali olan amel kişinin yetiştirilmesinde emeği ve sorumluluğuolan gelecek nesillerdir. Bu hayırlı bir evlât olup sâlih bir amele dedönüşebilir, hebâ da olabilir. Eğer sizin zürriyetiniz gayretinize rağmenyolunuzdan gelmiyorsa bu hata size değil tercih yapana aittir. Zira herkeskazandığına karşılık bir rehindir.

Rehn kelimesi “borca karşılık bırakılan teminat” demektir. Rehine deburadan gelir. Yani yaptığı amelleri kendisini rehin almakta ve sadece kendisinibağlamaktadır. (Bkz. Müddessir:38, Necm:39, Zumer:70)

22-Ve onlaracanlarının çektiği meyve ve etlerden verdik.

Âyette meyve, etten öncesayılmıştır. Peygamberimizin de meyveleri yemekten önce yediği rivâyetedilmiştir. Bugün bilim adamları da meyveyi mide boşken yemeyi tavsiyeetmektedirler.

23-Orada birbirlerinekâseler uzatırlar, orada boş söz yoktur, günâh da yoktur.

Ke’s, kâseveya kadehin dolusuna denir. Boş olursa ke’s denmez. Kadeh isedolu da boş da olabilir. Bunedenle cennetliklerin birbirlerine ikram ettikleri içecek olarak anlaşılmalıdır.

Lağv, faydasız veya zararlı olduğundanterk edilip ortadan kaldırılması bir görev olan lüzumsuz şeyler demektir ve bumeyanda yalanı, gıybeti, çekiştirmeyi, iğrenç şarkıları, müstehcen fıkraları vebenzeri şeyleri de kapsar. Boş lafın, dedikodunun, belden aşağı küfür ve fıkratürü gevezeliklerin olmadığı ortamlar çok büyük nimetler olup cennetinşubeleridir. Böyle ortamları bulduğumuzda değerini bilmeli ve bu ortamları korumalıyız.Cennet aslında ahlâkın, erdemin, sadâkatin zirve mekânlarıdır. Bu nedenlecennet nimetleri her tür günahtan, ahlâksız,müstehcen, beşerî yorumlardan korunarak anlaşılıp anlatılmalıdır.

24- Ve çocuklaretraflarında dolaşırlar. Onlar sanki sedefinde saklanmış inci gibidirler.

Ğılman, ğulam’ın çoğulu olup Kurân’da bir yerde geçer. Daha çok onyaşın üstündeki çocuklar hakkında kullanılır. “Vildân” ise Kurân’da altı yerdegeçer, evlâdın çoğulu demektir. Ğılmanda, vildân da cinsellikle ilgili bir bağlamda kesinlikle kullanılmaz. Akılbaliğolmadan ölen evlât veya çocukların cennetteki neşvesi, koşuşturmaları saçılmışincilere benzetilerek şöyle anlatılır: “Ve genç kalanlar (vildânun muhalledûn)onların etrafında dolaşırlar. Sen onları gördüğün zaman saçılmış incilersanırsın.” (İnsan:19) Çocuğun varlığı bir ortamı tamamlayan, mutluluğu artıranönemli bir unsurdur. Aslında çocuklar cennet nimetidir. Cennetvârî bir sosyalyaşam için olmazsa olmaz olan aile ve çocukların özgürce eğlenebildiği yaşamalanları oluşturulmalıdır.

25-Ve karşılıklı birbirlerine sordular.

Sorulan soru bir sonraki âyetteverilen cevaptan şöyle anlaşılmaktadır. Siz ailenizi nasıl korudunuz da böylebir cennet ortamına nasıl kavuştunuz?

26-Dediler ki: “ Muhakkak biz öncesinde ailemizle beraberkenmüşfiktik.”

Müşfik, şefkat eden kimse demektir. Şefkat gösteren kişi şefkatgösterdiğini sever ve onun başına gelecek şeylerden de endişe duyar. (Rağıb) Aileye şefkat onların canlarının her istediklerini, israf ederek, konfor velüks içinde yapmalarını sağlamak değildir. Buradaki endişe onların iyi,dürüst, muttaki birer şahsiyet olmaları istikametinde âhiretten bakan birendişedir. Zira en büyük nimet olarak servet veya makam-mevkiyi görmediklerinicennetlikler şöyle ifade eder:

27-Şimdi Allah bizi nimetlendirdi ve bizi içe işleyen azâbından sakındırdı.

İçe işleyen azâp olarakmeallendirdiğimiz “semûm” kelimesi,vücudun içine işleyen, vücudu kavuransıcak yele denir. Dilimize geçen samyeli buradan gelir. İnsanlarınaileleri, çocukları ile imtihanı dışardan gelen musibet ve azâp gibi değilkişinin içini yakıp kavuran bir mahrûmiyet ve acı oluşturur. Rabbimizinbireysel ve toplumsal yasaları, aile için de geçerli olduğundan azâp yineAllah’a isnat edilmiştir.

28-Muhakkak ki biz, daha önceden O’na dua ediyorduk. Muhakkak ki O;Berr’dir, Rahîm’dir

Ailesinin geleceği, âhiri içinendişelenen ve müşfikçe, şefkat ve merhamet ilkesi ölçüsünde çözümler arayanebeveynin bu hâli Berr ve Rahîm olanAllah tarafından fiili dua olarak kabul edilmiştir. Berr, mutlak iyi, Rahîmise merhamet eden demektir. Allah’ın tüm isimleri(esma) bizlere konmuş idealhedeflerdir. İnsanlar en yakınlarından başlayarak iyiliklerde bulunmalı; ancakbu iyilikleri bir çıkar veya gelecek kaygısı ile değil merhamet ve şefkattemelli yapmalıdır.

29- Artık zikret! Çünkü sen Rabbinin nimeti sayesinde ne kâhinsin ne demecnûnsun.

Kâhin, bir çeşit zanile gayb haberi verdiğini iddia edene denir. Geç­mişe dair olursa “arâf”,gelece­ğe dair kehânetler üretenlere de “kâhin” denilirdi. Araplarda birkaççeşit kâhin vardı. Bunlardan en yaygını cinden kendisine tâbi olan ve kendisinegörünüp haber getirenlerin olduğunu iddia edenlerdi. Burada kâhinin arkasındancinlerle iletişim kuran, cinlenmiş, cinin hâkimiyetine girmiş manasındaki “mecnûn”gelmesinin sebebi de bu iddiaları reddetmek için olabilir.

30- Yoksa ‘O bir şâirdir, zamanı gelince belasını bulmasınıgözlüyoruz.’ mu diyorlar?

Menûn kelimesi “menn”   kökünden,  fe’ûlvezninde “zaman” manasındadır. Raybe’l-menûn, “zamanın belaları” demektir.Kurân’da tek başına “şüphe” anlamında kullanılan rayb, deyimsel kullanımıolan raybe’l-menûn’da “feleğin sillesini yemek” anlamı kazanır. Nüzulortamında şâirler birilerini aşırı öven veya yeren bir konumda idi. Bu durumister istemez düşmanlarının artmasına sebepti. Düşmanı öven bir şâir de hasımsahibi oluyordu. El emin dedikleri Hz. Muhammed’in etkili söylemi düşmanlarınınartmasına ve bu husumetin kötü akıbetinin beklendiği umudu dile getirilmiştir.Dikkat edilirse toplumun en küçük yapı taşı olan aile kurumu ile kimseninitiraz edemeyeceği ilkelere karşı yine konu kişiselleştirilip şahıslarseviyesine çekilmiştir. Kurân konuyu kişiselleştirmeyen, hedef göstermeyen,hakaret edip ötekileştirme yapmayan üslubuna güvenerek şöyle devam eder:

31-De ki: “Gözleyin! Ben de sizinle beraber gözleyenim.”

Burada, elçinin geleceği bilmediğiifade edilerek kehânet üretip gaybı taşladığı iddiasına da cevap verilmektedir.Şimdi mecnûn -cinnet geçirerek deliren-iddialarına cevap verilecektir.

32-Yoksa onların akılları mı bunu emrediyor? Yoksa onlar azgın birkavim mi?

Ahlâm,  “akıllar” demektir. ‘Yoksa onların akılları mı bunuemrediyor?’ sorusunun gizli cevabı ‘Hayır, onların akılları bunu emretmiyor,asıl onları yoldan çıkaran tuğyanları, yani azgın bir hayat tarzıyaşamalarıdır.’ Sınırsız ve hadsiz bir hayat tarzı, doğruyu eğri, eğriyi doğrugösterecek bahaneler üretir ve bu bahanelerle kendi aklını da yaptığına iknaeder. Şimdi de şâir iddiasına cevap verilecektir.

33- Yahut: “Onu kendisi uydurup söyledi mi diyorlar?’’ Hayır, onlarinanmaz.

Bu sorular nüzulde daha önceşöyle cevaplandırılmıştır: “Ve o bir şâirin sözü değildir. Ne kadar azinanıyorsunuz? Ve bir kâhin sözü de değildir. Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz.”(Hakka:41-42) Kâhinler akla hitap ederek iknaya çalıştıkları için tezekkür, şâirler daha çok duygularahitap ettiği için inanma ilebirlikte kullanılmıştır. Demek ki Kurân muhatabının aklına ve hissine sesleneneden etkili bir hitap ortaya koymaktadır.

34-Öyleyse onun gibi bir hadîs getirsinler, eğer sâdıklarsa.

Buradaki “he” o zamiri Kurân’aaittir. Bu nedenle Kurân kendine hadîs demektedir. Hadîs,  fiil olarak “vaki olmak, yokken var olmak, yeni olmak,bir şeyi yeniden meydana getirmek veya pasını silip cilalayarak ortaya çıkarmaktır.’’“Haddese” kalıbı da haber vermek, hadis rivâyet etmek, konuşmak anlamınagelmektedir. Kurân zamanının ötesinde, alışılageleni eleştiren, devrim yapan,yepyeni bir söylem olmasından dolayı ortaya çıkarmak, kadîm vahiylerin üzeriniaçıp onları parlatmak bağlamında kendisini “kavl” veya “kelâm” değil hadîskelimesi ile tarif etmiştir. Bu iddia yaratılan tabiat kitabı ile vahyinmutabakatı ölçüsünde delillendirilir.

35-Yoksa onlar bir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Veya onlar yaratıcımı?

Kurân’dan sonra yaratmanın konuedinilmesi Kurân’ın kendiliğinden olan veya ezeli var olan bir söz değil sonradan yaratılan bir mahlûk olduğunu daaçıklamaktadır. Nasıl ki insan ham maddelerden, Allah’ın eseri olarak yaratılanbir mahlûk ise ve sonradan yaratılmışsa Kur’ânda Arapların kullandığı kelime ve cümleler ile yeri ve zamanı geldiğindesöylenen vahiy halkalarının sonuncusudur. Sözün gücü, söyleyenin bilgisinedayanmaktadır. Kurân anlaşılırken ve anlatılırken âlemleri yaratan kâdirimutlakbir gücün sözü olduğu unutulmadan, tarihsel ve sığ beşerî bakışların üzerindeyorumlanmalıdır.

36- Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Bilakis onlar yakîn değil.

İkan, ya­kîn sahibi olmaktır."Yakîn", ger­çeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile ortadan kalkmayacakşekilde kesin bir inanış demektir. Pasajdaki 9 soru, içinde cevaplar barındıran,direkt değil doğrudan sorma ile muhatabını düşündüren temel varoluşsalsorulardır. Soru, insanın canlılığının sürdürmesini gökler ve yere bağlayarakaslında kronolojik olarak sonradan ve âciz olanın bu hakîkate dahi yakîn hâsıledemediğini ortaya koyar. Bir sonraki âyet; afâkın dışında kendini/enfûsu biletam olarak tanımadığını, verilenler üzerinden değil verilmeyenler üzerindenşöyle ifade etmektedir:

37-Yoksa Rabbinin hazineleri onların katında mı? Veya satır satıryazanlar onlar mı?

Musaytır kelimesi kıraat âlimlerine göre hem sin ilehem de sad ile okunur. Her iki mana da aynıdır. Bunun asıl kökü satırdangelmektedir. Çünkü satırın ihtiva ettiği anlamlardan birisi de belirli birsınırı aşmamasıdır. Buna göre kitab da “satır satır yazılmış” (anlamında)‘mustar’dır. Burada kuralları, gökleri ve yeri yaratanın belirlediği ifadeedilerek gönderilen vahiyle aynı kaynaktan oluşuna dikkat çekilmiştir. Tûr sûresiismi ile müsemma olan konuları temelden irdelemeye devam etmektedir.

38-Yoksa onların orada dinleyecekleri merdivenleri mi var? Öyleyseonları dinleyenler açık delil getirsinler.

Süllem, merdiven demektir. Yüksek mekânlara çıkmak içinkullanılan alet anlamındadır. Süllem ile meâric farklıdır. Meâric her türyükselme aletine denir. (merdiven, asansör, kaldıraç vs.) Süllem ise sadecebilinen maddî basamaklı merdiven manasındadır. Âyette müşriklerin algı veinançları üzerinden tutarsızlıkları ifade edilmiştir. Şöyle ki kullarından uzakve gökte olduğu iddia edilen yaratıcıyla iletişime girecekleri bir ulaşımaletleri mi var? Şirk kafası, kast sisteminin oluşturduğu tasavvur kaymasısonucu her zaman üstün, güçlü ve kudretli olanı göklerde aramıştır. İşte başkabir örnek: Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara,göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm!” (Müminûn:36) Buradazihnî kaymaya soru ile cevap verilmektedir. Oysa Allah’a maddî merdivenkullanarak ulaşılamaz. Zira O, insana şah damarından daha yakındır.

39-Yoksa kızlar O’nun ve oğlanlar sizin mi?

Erkekleri üstün görme aslında fizikîgüce tapmanın başka bir boyutudur. Müşrikler hiçbir zaman kız çocuklarına sahipolmak istemiyordu. Kızlara sahip olmayı, kız babası olmayı âcizlik, güçsüzlük,şerefsizlik sayıyorlardı. Maalesef bu kafa günümüzde hâlâ yaşamaktadır.Cinsiyet üzerinden her tür statü, üstünlük ve değer addetme şirk kafasınınürünüdür. Günümüzde feminist bir bakışla kadınların üstünlüğünü savunmak da,yine aynı şirk kafasının bu kez kadınlardaki tezahürüdür.

40-Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de, bu yüzden ağır bir borçaltına mı girdiler?

Liderlik hırsı, mal-mülk özlemi,itibar beklentisi gibi konular, insanları başkalarına güven duyma konusundatereddütte bırakır. Hatta insanın herhangi bir menfaat karşılığı olmaksızıniyilikte bulunmayacağı düşünülür. Maddî ve manevî çıkar beklentisi, anlatılanilkeleri başkasına değil kendi menfaatine katkı sağlayan bir metâyaçevirecektir. Bu hâl değerleri savunanları satılık kalemlere çevirir. Kimiideolojisine, kimi partisine, kimi de çıkarı için kendini satar. Bu sebeple resûllerinve onların izinden gidenlerin kimseye diyet borcu olmamalıdır. Birilerininkayırması ile bir yerlere gelenler her zaman ilkelerinden taviz vermek zorundakalacaktır.

41-Yoksa gayb, onların katında da onlar mı yazıyorlar?

Gaybı taşlayan ve eleştirilen butipler, ne ulvî insanî değerlere yükselmek için bir gayret içindedir (Bkz. 38.âyetteki merdiven metaforu) ne de bu tiplerin yaşantısı o değerleri yaşatacakseviyededir. Bu tipler hem âhirete inanmıyor, hem de o konuda bilgi sahibiolduğunu iddia ederler. Bunun tek sebebi 40. âyette bahsedilen alanlarıkurgulayarak menfaat devşirmeleridir.

42-Yoksa bir plân mı irâde ediyorlar? Lâkin tuzağa düşecek olanlarnankörlerdir.

Allah’ın yasaları bellidir. Değerlerisatmak için onları savunmak o değerlerden mahrûm olmayla neticelenir. ‘Edenbulur’ deyişi bu hakîkati özetlemektedir.

43-Yoksa onların Allah’tan başka ilâhları mı var? Allah, onların şirkkoştukları şeylerden sübhândır.

Tûr sûresi sorduğu sorular ilemuhatabını doğrudan değil, dolaylı bir üslupla uyarmıştır. Tevhidden bahseden43. âyet, 35. âyetten itibaren sorulan tüm soruları parçacı ve sınıfsalcı şirkmantığına bağlamaktadır. Şöyle ki, konu 35. âyetteki yaratılış ile başlatılmıştır.Sınıfsalcılığı önlemek için her yaratılanın köken birlikteliğine işaretedilmiştir. “Yoksa onlar bir şeyolmaksızın mı yaratıldılar?” Yani herkes var olan ortak özden/şeydenyaratıldı. 36. âyette “Yoksa gökleri veyeri onlar mı yarattı?” sorusu ile yaratılan insanın âcizliğini ve diğeryaratılanlara, gökler ve yerin oluşturduğu bir sisteme bağımlılığı konu edilir.37. âyette “Yoksa Rabbinin hazinelerionların katında mı?” sorusu ile değerlere müntesip değil de değerlerisahiplenmenin verdiği zararlı bakış 42. âyete kadar örneklendirilmiştir. (Sübhâniçin bkz. İsra:1) 

44-Ve eğer gökten bir parça düştüğünü görseler: “Üst üste yığılmışbulutlardır.” derler.

İnsanlar şâhit olup yaşadıkları engerçekçi/reel hakîkatleri bile menfaatleri gereği inkâr edebilir, farklıyerlere çekebilir. Verilen örnek bunun ile alâkalıdır. Dünyevîleşen şirk kafasıkendi düzenini kurmak için ilâhî ve insanlığın ortak fıtrî değerlerini yüceltmeadı altında hayattan uzaklaştırır. Ondan bir parçanın hayata yaklaştığını gördüklerianda o değerlere hayalî, hayata bir değer katmayan (yağmur yağdırmayan)gösterişli bulut muamelesi yaparlar.

45-Artık onları bilinçlerini yitirdikleri güne kavuşuncaya kadar bırak!

Fezerhum; ‘zera’ kökünden gelir. Değer vermeyerek terk etmek, ihmaletmek, bırakmak, hükümlerini Allah’a bırakmak, hesap sorucu ve dayatmacıolmamak gibi bağlamlarda Kurân’da kullanılmıştır. Yüs’akun kelimesinin kökü olan “sa’ika” fiili bayılmak,bilinci yitirmek, uyuklamak, kendini kaybetmek gibi anlamalara gelmektedir.Bilincin yitirildiği gün ölüm anıdır. Buradan da anlaşılıyor ki ölüm ile hakîkatinanlaşılması arasında herhangi bir zamansal bekleme olmayacaktır. Tüm delillererağmen âhirete inanmayanın yapması gereken bekleyip görmektir.

46-O gün onlara plânları herhangi bir şeyle fayda vermez. Ve onlarayardım edilmez.

İş işten geçmeden, sunulan ilâhîyardım ve yönlendirmeye uyulmalı, bir gün mutlaka yaşanılan hayatın hesabınınsorulacağı şuuru diri tutulmalıdır.

47-Ve muhakkak ki zâlimler için, bunun altında bir azâp daha vardır velâkin onların çoğu bilmezler.

Allah’ın emir ve yasaklarınıntamamı insanın dünya ve âhiret saadeti için belirlenmiş ilkelerdir. Hiçbirzulüm ve zâlim yoktur ki cezası sadece ve sadece âhirette kalıp dünyevî birzarar, mahrûmiyet çekmesin. Bu mahrûmiyetlerin biri haksızlık yaparak insanlarazulmedenlerde, zamanla insanî hasletlerin kaybolmasıdır. Ancak bu öyle sinsiilerler ki çoğu zaman hastalığın insanı ele geçirdiği ancak ölünce anlaşılır.

48-Ve Rabbinin hükmüne sabret! Çünkü sen muhakkak ki gözümüzünönündesin. Ve her kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et!

Rabbin hükümleri nefsanî veçevresel etkenlere; kişisel, kısa vadeli menfaatlere ters gibi görünebilir.Sadece bireyden kaynaklanan engeller değil, çevre de bu değerleri yaşama veyaşatmada engeller çıkarabilir. Allah’ın insanlığın ortak doğrularını vaazetmesine direnen içsel güdü ve dışsal dürtülere karşı yapılması gerekensabırdır. Sabır sözlükte, darlıkta kendinitutma, kontrol etme demektir. Bir eylemsizlik hâli değil, bilakis direnme vemücadele etmektir. (Bkz.Müzzemmil:10, Asr:3, İnsan:12, Beled:17) “Gözler” manasına gelen ‘a’yun’ kelimesi ‘hıfzımızdasın,gözetimimizdesin’ demektir. Göz manasına gelen ayn, ‘hıfz ve korumadan’ kinayedir. Çoğul gelen ayn kelimesi bu âyette ilâhîyasalara uyulmasının(Rabbin hükümlerine sabredilmesinin) farklı konulardasağladığı yarara ve bunların bütüncül korumasına bir göndermedir. “Herkalktığında” diye çevirdiğimiz ifade bir sonraki âyette gece ileirtibatlandırılmıştır. Bu bireysel eğitim olan ve ritüel şeklinde hayat boyudevam eden Rabbi ve ilkelerini hatırlama, sadece onu övüp başkalarının önündeeğilmeme olan tevhidî duruştur. Bu âyetlerde görüleceği gibi tesbih emri eğerbir zamanla kısıtlanırsa bu namaz anlamına gelir.

49-Ve gecenin az bir bölümünde artık O’nu tesbih et ve yıldızlarınkaybolmasında da…

İdbâr kelimesinin lügat anlamı ‘geriye gitmek, geri dönmek, işlerinters gitmesi, talihsizlik; bir gezegenin diğer on iki burcun tertibine zıtolarak hareketi gibi’ anlamlara gelmektedir. Batmak diye tercüme edilen “idbâr”,aslında dünyanın dönmesinden dolayı yıldızların görünmez hâle gelmesi demektir.Halk arasında yıldızların, ayın veya güneşin görünmez hâle gelmesine “batmak”denildiği için meallerde genelde batma ifadesi kullanılmıştır. “Yıldızlarınkaybolma vakti” buyruğu hakkında Hz. Ali, İbn Abbas, Cabir ve Enes b. Malik,bununla ‘Sabah namazının iki rekâtı kastedilmektedir.’ demişlerdir. (Kurtubî)Gece tespih etmekten maksadın akşam ve yatsı namazları, yıldızların kaybolmasıile de kastın sabah namazı olduğunu ifade etmişlerdir.

Geçmişten güne, temelden genele,parçadan bütüne, bize zihnî turlar attıran Tûr sûresinden anladıklarımızşimdilik bunlardır. En doğrusunu âlim olan Allah bilir!

 
Eklenme Tarihi : 12.09.2020 20:59:38
Okunma Sayısı : 3287