وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ

48- Artık şu günden korkun ki; O gün, Hiç kimse bir başkası adına zerre kadar bir şey yapamaz ve hiç kimseden şefaat kabul edilmez ve hiç kimseye karşılık fidye de alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez. (Bakara:48)



.





TOPLUMUN İNŞASINDA CAMİNİN ROLÜ

TOPLUMUN İNŞASINDA CAMİNİN ROLÜ

Aslında peygamberimiz(sav)in Medine’ye hicret eder etmez ilk iş olarak bir mescid inşa etmesi, cahiliyye toplumunu yeniden vahiyle inşa etme sürecinde mescidin ne demek olduğuna dair yeterli bir fikir vermektedir.
Vahyin indiriliş sürecinde henüz müslüman olmadığı için mescide gelmeyen ama islama davet edilmesi gereken insanlarla birebir veya toplu olarak görüşülüyor ve islama davet ediliyordu. Ancak müslüman olan insanların sayıları her geçen gün genişliyordu. Müslüman olanların gelen vahiy doğrultusunda eğitilmesi gerekirdi. Çünkü Kur’an ilahi bir eğitim müfredatıdır. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Peygamberimiz Medine’de ilk iş olarak bir mescid inşa etti. Mescidi inşa etmekle kalmayıp yanı başında bir de suffe yaptırdı.

Suffe denilen yer kimsesi olmayan, fakir bir takım müslümanların hem barındırılmasını hem de eğitilmesini amaçlıyordu. Hatta buranın bir eğitim yuvası olduğunu söylemek daha doğru olur. Çünkü ileriki zamanlarda buradan mezun olanlar ihtiyaç duyulan bölgelere islamı öğreten birer eleman olarak Resulullah (sav) tarafından tayin edilmişlerdir.
Mescide günde en az beş defa gelenler bu vesile ile hem indirilen ayetleri öğreniyorlar, hem de Resulullah’ın konuşmalarından istifade ediyorlardı. Ama mescide istisnasız tüm müslümanların sürekli geldikleri söylenemez. Çünkü günlük meşguliyetlerinden dolayı düzenli gelemeyenler de vardı. Ama suffe denilen yer adeta yatılı bir okul gibi düzenliydi. Bu açıdan bakıldığında suffe; örgün eğitimin, mescid ise yaygın eğitimin yürütüldüğü yer olarak değerlendirilebilir.
Mescidler islam toplumunda insanların yürüme mesafesi kadar belli aralıklarla inşa edildiği için müslümanları toplayıcı bir işleve sahiptir. Zaten bizim coğrafyamızda mescidlere cami adını veririz ki, mana olarak “toplayıcı” anlamına gelir. Müslümanların yaşadığı bir şehirde her müslüman bulunduğu yerden en fazla 10-15 dakikalık bir yürüyüşle bir mescide ulaşabilir. İşte Kur’anın tabiriyle mescid denilen ama bizim tabirimizle camilerin müslümanları en yakın mesafeden markaja alan böyle bir eğitici duruşları vardır islam toplumunda.
Camiler her gün yüzlerce, hatta binlerce müslümanın dinin bir gereği olarak kendiliklerinden uğradıkları mekanlardır. Bu anlamda camiler hayatın merkezinde yer alan mekanlardır. Onların buraya gelişlerini adeta bir esnaf zihniyetiyle fırsat bilerek, onlara her gelişlerinde güzel şeyler satmak ve bir sonraki sefere tekrar getirecek titizlik içerisinde hareket etmemiz gerekir. Allah’ın dinini dava edinmek bunu gerektirir.
Burada şöyle bir soru soralım: Yeterli sayıda her tarafta camiler var ve kullanıma hazır duruyor. Fakat biz camileri sahip oldukları bu stratejik fonksiyonları doğrultusunda ne kadar kullanabiliyoruz?
Maalesef, bu konuda verilebilecek güzel bir cevabımız yoktur. Bu konuda gerek diyanet işleri başkanlığının, gerekse oralarda görevli olan kardeşlerimizin fedakarlığa dayanan gayretleriyle camilerin birer eğitim alanı olarak kullanılmasına yönelik çabalara ihtiyaç vardır. Bu çabaların belli bir plan ve program çerçevesinde yürütülmesi gerekmektedir.
Camilerdeki bu eğitim ve öğretim programlarının hurafelerden arındırılmış, özellikle Kur’anı esas alan sahih bir islam anlayışının müslümanlara ulaştırılmasını gaye edinmesi gerekir.
Bu meyanda Camilerde namazlardan sonra sadece Arapça okunup geçiştirilen Kur’an okumalarının yerini, her defasında Kur’andan farklı bölümlerin okunduğu, az ama mutlaka anlamlarının da verildiği Kur’an okumalarının alması gerekir. Bunun alt yapısının gerçekleştirilmesi için cami görevlilerinin Kur’anı anlamaya yönelik zorunlu eğitim süreçlerine sokulması gerekir.
Kur’anda mescidlerden bahsedilirken özellikle Allah’a aidiyetleri vurgulanır. Bu konudaki ayet şöyle gelmektedir:
“Mescidler şüphesiz Allah’ındır. O halde Allah ile beraber kimseye yalvarmayın”(Cin/18)
Bu ayetteki mescidlerin “Allah’a ait oldukları” vurgusu bizlere şunu hatırlatmalıdır: Camilerde insanlara din anlatılırken insanların uydurduğu değil, Allah’ın indirdiği bidat ve hurafelerden uzak orjinal din anlatılacak. Değilse Allah’a iftira atmış olacağız.
Yine camilerde insanlara çağrıda bulunurken tevhid inancı gereği sadece Allah ‘a boyun eğerek ve şirkten uzak bir din anlayışının verilmesi esas alınacak. Çünkü orası tabir yerindeyse Allah’ın evi! sayıldığından, hiç kimse kendi evinde sevmediği bir şeyin olmasını arzu etmez.
Halk dediğimiz insanlar genelde ilimden yoksun veya zanlarıyla, ya da kulaktan dolma duydukları şeylerle hareket eden kimseler olduğu için, bu kimseler dışarıda din adına bir şey duyduklarında, gelip camilerde doğrusunu öğrenme imkanı bulmalıdırlar. Tıpkı dışarıda altına benzer bir şey bulduğunda kuyumcu dükkanına gelerek mihenk taşıyla onun altın olup olmadığını öğrenen kimseler gibi.
Kısaca camiler Allah tarafından vahyedilen Kur’anın tekrar insanlara iletildiği birer üs konumuna getirilmelidir.
Camiler islamın temel prensiplerinden biri olan iyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak görevinin en iyi şekilde yapılabileceği mekanlardır. Bir başka ifade ile doğru bilginin ve bilincin topluma servis edileceği yerlerdir. Çünkü Asr-ı Saadetteki konumu böyleydi.
Yeri gelmişken bir hususu hatırlatmadan geçmeyeyim. Biliyorsunuz günümüzde camilerin cemaatle namaz kılınan yerler olduğu şeklinde bir algı var. Elbette ki öyledir. Hatta bu algı peygamberimizden rivayet edilen camide kılınan namazların tek başına kılınan namazlardan 25 ya da 27 derece daha sevap olduğu yolundaki rivayetlerle desteklenmektedir. Elbette ki bu rivayetler de doğrudur ve de öyle olmalıdır.
Ancak, bu böyledir diye, zihniyetleri ve inanışları ne olursa olsun adı Müslüman olan bedenleri aynı saflarda bir araya getirerek, tevhidi bir bilinçten ve hayata müslümanca bakmaktan yoksun bir şekilde toplayıp dağılmalarını sağlamak bizi bir yere götürmeyecektir.
Eğer böyle yaparsak, camiler kuru kalabalıkların toplanıp dağıldığı yerler olmaktan öteye geçmeyecektir. Oysa ümmet olmak sahih bir baş etrafında disipline olmayı gerektiren bilinçli bir inşanın adıdır.
Dolayısıyla bu bilinçli eylemin içini boşaltarak sırf daha çok sevap kazanmak zannıyla insanları vahiy bilincinden yoksun bir şekilde camileri doldurmaya çağırmak bunu görmezlikten gelmek demektir ki, bu, bilinçli bir müslümana yakışmadığı gibi, islamın temel amaçlarıyla da bağdaşmaz. Asıl sevap bir işi yaparken onu bilinciyle birlikte kuşanmada aranmalıdır. Çünkü Resulullah (sav) döneminde mescidin konumu böyleydi.
Eğer camilerimizle ilgilenirken bu hassasiyetleri gözetmezsek, o zaman Kur’anın tabiriyle camilerimizi manevi olarak harap etmiş oluruz. Söylediklerimizi bir ayet mealiyle bitirelim:
“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır”(Bakara/114)
Hasan Eker
24.07.2014/Elazığ

 
Eklenme Tarihi : 21.12.2014 14:49:00
Okunma Sayısı : 2772