فَإِن زَلَلْتُمْ مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

209- Hakikatin apaçık belgeleri size geldikten sonra şayet siz yine (Haktan) kayarsanız biliniz ki hiç şüphesiz Allah her şeye gücü yeten, hükmünde tam isabet edendir. (Bakara:209)



.





TİN SÛRESİ

TİN SÛRESİ

وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ

1- And olsun İncir ve Zeytin'e!

Her yemin, kendisinden sonraki konuya delil getirilmek içindir. Bu nedenle, bu âyetlerde iki meyveye özellikleri dolayısıyla yemin edilmiş olunamaz. Eğer illâ bir meyveye yemin edilecekse o bölgenin bir nevi sembolü olan hurmaya yemin edilebilirdi. Bu ihtimal, Arap geleneklerine de en uygun ihtimaldir. Çünkü Araplar bizde de yaygın olarak kullanıldığı üzere Mecaz-ı Mürsel sanatı gereği bir şehri, o şehrin en ünlü kişisinin (genellikle kurucusunun) adıyla adlandırdıkları gibi, bölge isimlerini de o topraklarda yetişen bitki adlarıyla adlandırmışlardır. Bununla o bölge ve bundan da öte orada yaşayan insanlar kastedilir. Mesela bizde de çay deyince Karadeniz, turunçgiller deyince Çukurova bölgesi akla gelir. '' Sınıf çok tedirgindi.'' cümlesinde de sınıf söylenir, sınıftaki öğrenciler kastedilir. O zaman Tîn sûresinin devamı da düşünülerek mana şöyle olmaktadır: “And olsun incir ve zeytin (diyarına/diyarındaki insanlara)!”

Peki, incir ve zeytin diyarı neresidir ve üzerinde yemin edilip şahit gösterilecek kadar önemli ne yaşanmıştır? İncir ve Zeytin “Suriye ve Filistin’i” anlatıyor olabilir. Katade, İbni Zeyd ve İkrime´den nakledilen görüşe göre de buradaki “İncir” kelimesinden maksat “Şam Mescidi” zeytin kelimesinden maksat ise “Beytülmakdis”tir. Katade diyor ki: ''Şam’ın üzerinde kurulduğu dağın adına “İncir”, Beytülmakdis´in üzerine kurulduğu dağa “Zeytin dağı”denildiği de rivayet edilmektedir.'' (Taberî) 

--------------

وَطُورِ سِينِينَ

2- Ve Sina Dağı'na!

Tûr kelimesi, Kur’an’da yer aldığı âyetlerde Hz. Mûsa’nın vahiy aldığı özel dağın adı olarak kullanılmıştır. (Bkz. Bakara:63, 93; Nisâ:154; Meryem:52; Tâhâ:80;Mü’minûn:20; Kasas:29, 46; Tûr:1)

Tûr sûresinin başlarındaki âyetlerde Tûr Dağı’na, satır satır yazılmış Kitab’a ve Beyt-i Ma'mur’a Rabbimiz yemin ederek başlar. Zira vahyin indiği kişi ihya olur, aile/ev mamur olur; böylece şehir/belde emin ve yaşanılabilir hâle gelir. 

--------------

وَهَذَا الْبَلَدِ الْأَمِينِ

3- Ve bu emin beldeye!

İncir ağacı veya çöl inciri; Hz. İbrahim'in vahiy aldığı mübarek bölgeyi simgeler,Hz. Nûh ve Musa da aynı bölgede vahiy almıştır. (Enbiya:71; krş. A'râf:137).Zeytin dağı, zeytinlik veya zeytin ağacı; Süleyman Mabedi'nin üzerine inşa edildiği dağı ve Hz. İsa'nın vahiy aldığı mübarek ve mukaddes kılınmış bölgeyi simgeler. (Mâide:21). Hz. İbrahim de vaktiyle o bölgede vahiy almıştır. Sina dağı, Hz. Musa'nın vahiy aldığı mübarek ve iki kere mukaddes kılınmış bölgedir.(Kasas:30; Tâhâ:12; Nâzi'ât:16). Emin belde, Hz. Muhammed'in vahiy aldığı mübarek ve içindeki emin müminler sâyesinde emin kılınan bölgedir. (Al-iİmran:96, Bakara:125). Hz.İsa’nın zeytin dağı vaazında daha çok merhamet ve bağışlama dostluk üzerinde durulur. Aynı üslubu Hz. İbrahim de de görmekteyiz. Muhakkak ki İbrâhîm, cidden çok halim, çok acıyandır, Allah’a yönelmiş biri olduğundan tin ve zeytin aslında merhamet ve sevgi ekolünü sembolize ederken, Sina dağı adalet ve güçlü kuralları olan Tevrat’ın/törenin sembolleşmesidir. En son bu ikisinin birleşimi de emin beldeyi oluşturan Kur’an’dır diyebiliriz. Emin bir şehir istiyorsanız adalet ve merhameti bir arada kullanmalısınız.

“Ve Biz bir zaman bu Beyt’i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kılmıştık.” Bakara:125 Âyette ki 'bir zaman' ifadesi, mekânın bereket ve emin oluşunu üzerinde yaşananlardan aldığını vurgulamaktadır.

 

--------------

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِتَقْوِيمٍ

4- Yemin olsun Biz, insanı, en güzel bir kıvamda yarattık.

Âyetin başında yapılan yemin, insanın yaratılışından edindiği fizikî/fıtrî potansiyelin, kulluğunu etkileyecek veya bahane edilebilecek hiçbir eksik ve kusurun olmadığını vurgulamak içindir. Yani, “Yemin olsun ki Allah insanı imtihanı kazanacak bir donanımla yaratmıştır.”

Takvim, “düzeltme, doğrultma, kıvamına koyma” demektir. Kıvam; hemen gerçekleşen değil, zamana yayılan aşamalı bir süreç olduğundan “takvim” kelimesi kullanılmıştır. Nuh 14'te “Ve O, sizi evre evre yaratmıştır.” şeklinde aşamalı yaratma ifade edilmiştir. Zaten âyetteki “Biz” kullanımı yaratmadaki farklı unsur ve süreçleri vurgulamak içindir.

Ahsenitakvim tamlaması da“en güzel şekilde, en uygun kıvamda” gibi fizikî ve potansiyel yetkinliği anlatmaktadır. Husn, maddî değil daha çok aklî ve kalbî güzellikler için kullanılırken ahsen, sınırlı maddî dış güzellik için kullanılır. Bkz. Necm:31, Ahzab:52

--------------

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ

5- Sonra onu, esfelesâfîlîne iade ettik.

Summe, sonra demektir ve zamansal bir süreci anlatır. Burada en güzel potansiyel ve şekilde yaratılan insanın iman edip sâlih amel işlemesi için tanınan hayat süresi manasındadır.

Redde, bir şeyin bizzat kendisinin geldiği yere geri çevrilmesidir. ''Radettuhu fertede'', ''Onu geri döndürdüm, o da geri döndü.'' demektir. Bu anlam şu âyette de geçer: “İşte böylece, o’nu annesine iade ettik.” Kasas:13 Bebek Musa, annesinden ayrılıp Allah’ın yardımı ile kısa bir seyahatten sonra süt anne olarak gerçek annesine iade olmuş, geri dönmüştür.

Tîn sûresinde esfelesâfîlîne iade eden kulun kendi kendisi değildir, bu fiilin faili Allah’tır. Fail Allah ise el-Hayr olan Allah’tan şer sâdır olmayacaktır. Zira ''Başınıza gelen her hayır Allah’tan, her şer kendi ellerinizdendir.'' diyen Nisa sûresi 79. âyeti çok nettir. O zaman esfelesâfilîn, genel olarak algılandığı gibi ruhsal ve manevî anlamda çöküşü anlatan olumsuz bir durum değil, Allah’ın kesintisiz ecre kavuşmamız için koyduğu hayırlı bir hüküm olmalıdır.

Sufl, yüksekliğin zıddıdır. Sefule, indi; fehuve sefil, “O alttadır.” anlamlarına gelir. Esfele, daha yükseğin zıddıdır. Çukurun dibi, en derin yeridir. Bu manada Nisa sûresi 145 şöyledir:“Muhakkak ki münafıklar, ateşin en aşağı (el esfeli) tabakasındadırlar.” Bu âyetten de açıkça anlaşıldığı gibi tabakalı olan ve derin çukur manasındaki cehennemin fizikî olarak en aşağı dip kısmına Kur’an “esfeli” demektedir.

Esfelesâfîlîn tamlaması ise en güzel bir şekilde, yani bedende yaratılan, nimet ve imkânlar verilen insanın bu bedeni er ya da geç terk edip öleceği ve verilen bedenin geldiği yere iade olunacağı hatırlatılmaktadır. Sanıldığı gibi esfelesâfîlîn;aşağılık, bayağı, rezil ve sefih manasında olumsuz bir kullanım değil; en altta, zeminde olan arz/yer ve toprak manasındadır. Kur’an insanın inşasının arzdan olduğunu ve bunun amacının ölüm gelmeden önce tevhide bağlı kulluk olduğunu Hz. Sâlih’in dilinden şöyle ifade eder: “Ey kavmim! Allah’a kul olun. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Sizi arzdan/yerden yaratan ve orada, size imar ettiren O’dur.” Hud:61.

İncir ve zeytin(Suriye, Filistin,bir bütün olarak Akdeniz bölgesine, civar yerlere), Sina Dağı ve emin beldeye yemin edilerek; geçmişte yaşamış peygamber ve insanlar, şimdi yaşayan ve gelecekte Kurân'a muhatap olacak tüm insanlar, yukarıdaki âyetlerde ''ahsenitakvim ve esfelesâfîlîn'' kavramlarıyla dile getirilmiş olan insanın elementer yaratılış yolculuğundaki en güzel kıvamda yaratılışı ve sonrasında ölüp toprak oluşu anlamında, yaratılışın kendisiyle başladığı başlangıcın en başlangıcı, en alt ve ilk noktası olan toprağa iade edilişi/döndürülüşü hakikatine şâhit gösterilmektedir. Bütün insanlar, toprakla(esfelesâfîlîn)başlayan bu elementer yolculuktaki en güzel kıvamdaki yaratılışa(ahsenitakvim) ve en alt duruma(toprak-esfelesâfîlîn) iade edilişine hem gözleriyle, hem de bizzat kendi bedenleri ve ölüp toprak olmalarıyla şahitlik etmektedir.  Bu bağlamda esfelesâfîlîn, insanın elementer yaratılış sürecindeki en altta/en dipte yer alan toprağa dönüş olarak algılanmalıdır. İade edilmek de, bu ilk hâle döndürülmeye işaret eder. Özetle ahsenitakvim ve esfelesâfîlîn ifadeleri,elementer yaratılış döngüsünü ifade etmektedir. ( Elementer YaratılışDöngüsü:  esfelesâfîlîn-ahsenitakvim-esfelesâfîlîn/toprak-insan-toprak)

Her nefis ölümü tadar; ancak ölüm, iman edip sâlih amel işleyenler için ecrin kesilmesi değil, kesintisiz ve tarife sığmaz bir şekilde artarak devam etmesidir. Şimdi bir sonraki âyetle devam edelim… 

--------------

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُواالصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ

6- İman ve sâlih amel işleyenler hariç. İşte onlar için kesintisiz ecir vardır.

İman; Allah’a güvenmek, sâlih amel ise bu güveni ispatlamaktır. Bir amelin sâlih olabilmesi için ıslah edici olması gerekir. Kur’an’da ''sâlihât'' gibi bir de ''hasenât'' kavramı vardır. Namaz, hac, zekât esasen hasenât’tan sayılır. Fakat bunlar sâlihat’a dönüşebilir. Yani kişiyi, toplumu ıslah eden bir özelliğe kavuşursa sâlihât’tan olur. Asr sûresinde sayılan hakkı ve sabrı tavsiye etmek sâlihât’tandır. Hasenât’ın karşılığı bire ondur. Sâlihât’ın karşılığı ise kesintisiz ecir olan cennettir.

Ğayrımemnûn, kesintisiz anlamındadır. Minnete bulaşmamış, minnetsiz ecir mânasına da gelir. Topraktan,basit bir ham maddeden, en güzel bir şekilde yaratılan insan bedeni, tekrar toprağa iade edilecektir. (Elementer Döngü: esfelesâfîlîn-ahsenitakvim-esfelesâfîlîn)Ahiret inancı ile başkaları için bir şeyler yapanların bedenen ölümleri; ecrin,nimetlerin sonlanması değil, rızkın artarak devamı manasına gelir. “Ve Allah’ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, onlar hayydırlar. Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.” Ali İmran:169 Borcunu kabul etmeyenler için ölüm;nimetlerin, ecirlerin kesilmesi demektir. “Muhakkak ki, sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi, elleri ile takdim ettiği şeye bakacak. Ve hakikati örtenler: “Keşke ben toprak olsaydım.” diyecek.” (Nebe:40)

Kıyamet sûresi 36. âyeti insanın yaratılıp başıboş bırakılmadığını ifade etmiştir. Tîn sûresinin ilk âyetleri ve sonrası muazzam bir mana bütünlüğüne sahiptir Zira Allah, en güzel potansiyel ve şekilde insanı yaratıp başıboş bırakmamış, onunla ilgilenmiş, vahiy ve resûller göndererek doğru yolu göstermiştir. Vahiyle buluşan bereketli topraklar, mukaddes kılınmış mekân ve beldelerde yaşayan peygamber, insan ve halklar buna şahit gösterilerek sûre başlamıştır. İnsanı yaratan onun fıtratına uygun emirler vaaz etmiştir. Ancak hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılan beşer, potansiyeline ihanet ederek Allah’a olan borcunu (dini) hâl ve yaşantısı ile yalanlamıştır.

--------------

فَمَا يُكَذِّبُكَ بَعْدُ بِالدِّينِ

7- Öyleyse bundan sonra sana dîni yalanlatan nedir?

Ed-Dîn, hesap günü anlamına gelir. 'D-y-n' kökünden gelir. Deyn kelimesinin ilk anlamı borç demektir. Yani her şeyin hesap edilip kimseye haksızlık edilmeyeceği gün demektir.(Bkz.Fâtiha:3, Müddessir:46, Mâ’ûn:1) İnsanların bedenlerinin gömülmesi yaptıklarının da gömülüp yok olacağı manasına gelmez. Allah’a olan borcunu önemsemeyenler hakikati yalanlamakta, kesintisiz ve memnun olacağı ecri elinin tersi ile itmektedirler.

--------------

أَلَيْسَ اللَّهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ

8- Allah, hâkimlerin hâkimi değil midir?

Hükm kelimesinin sözlük anlamı;yargı ve yargıda bulunmak, hükmetmek, karar vermek, idare etmek, ata gem vurmak demektir. Hakem, bu konuda uzman kişidir. Ve iki taraf arasında hakemlik yapmaya ehil olmayı gerektirir. Hikmet, en güzel şekilde hakkı teslim etmek demektir. Rağıb’ın açıklamasıyla “İlim ve akılla hakka isabet etmek demektir.”

Hâkim kelimesi de hikmetle yapan,haksızlığa engel olan demektir. Bir şeyin iyice araştırılıp soruşturulmasından sonra verilen karara “hüküm” denir. Mahkemelerde hâkimlerin verdiği karar gibi;filan adam, “Bu konuda şöyle hükmetti.”, “Falancanın hükmü şöyledir.” denilir.Sözü geçmek, hükmünü yürütmek, kuvvetli ve güç sahibi olmak anlamlarına da gelir.

Aynı kökten, ‘hükkâm, muhkem,tahkim, ihkâm, mahkeme, hâkimiyet, hükümet’ gibi kavramlar da türemiştir. Hepsi farklı anlamlara gelse bile, hepsinde de işi sağlam yapma, zarara engel olma,hikmetle, fayda ve maksada uygun şekilde yapma, tutarlı olma, yerinde iş yapma,yetki altına alma, hükmünü yürütme anlamları ortaktır.

Bu âyette Allah’ın hükmedenlerin en iyisi olduğu bildiriliyor. Bu âyetin dışında 3 âyette de “hayrulhâkimin” (hükmedenlerin en hayırlısı) şeklinde geçer. Bunlar 7:87, 10:109, 12:80 âyetleridir.

Allah’ın hükümleri; fıtrî,evrensel insanlığın ortak doğruları olan hükümlerdir. Bunlar hem Hz. İbrahim ve Hz. Musa’ya verilen sahifelerin, hem Hz. İsa’ya verilen İncil'in, hem de Hz.Muhammed’e verilen Kur’an’ın ortak mesajlarıdır. Zaman geçse de insanlığın hayrına olan bu evrensel hükümler değişmeyecektir. İnsanlığın yapması gereken, bu ortak söze gelmektir: “De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan ortak bir söze/kelimeye geliniz…” Ali İmran:64.

Allah’ın hükümleri ile yaşayan, zamanla onun hâkimler hâkimi olduğuna şahitlik edecektir. Tıpkı incir ve zeytin diyarındakiler gibi veya Tûr-u Sina’nın sağ tarafında vaadleşilen İsrailoğulları gibi. Bkz. Taha:80.

Allah Resûlü Tin sûresini ne zaman okusa veya dinlese, onunla diyaloğa geçip son âyetin bitiminde şöyle dermiş:“Belâ ya Rab ve ene alâ zâlike mineşşâhidin”, “Evet, ben buna şehadet edenlerdenim.” Rabbim! Şâhit olan ve şâhit kılanlardan eyle bizleri!

 
Eklenme Tarihi : 30.9.2018 12:57:44
Okunma Sayısı : 4719