أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ

44- (Ey vahyin muhatapları!) Kitabı okuyup durduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? (Bunun yanlış olduğunu) Akıl etmeyecek misiniz? (Bakara:44)



.





VAHİY TAHDİS DEĞİL TECDİDDİR

Din; hiçbir zaman ama hiçbir zaman, olmayan bir dini var etmek için gelmez. Bilakis kalplerde tozlanmış bir tevhit dinini, üstü örtülmüş vahiy dinini ortaya çıkarır. Çünkü her insan, bu fıtrat dini üzere yaratılmış, İslam ayarlı yaratılmıştır. Kur'ân, hiçbir zaman Allah'ı tanımayan bir mantığı anlatmamıştır.  Kur'ân'ın anlattığı mantık; üstü şirkle, küfürle örtülmüş bir düşüncenin tozlarını temizleyip, tevhidi yerleştirme mantığıdır. Bundan dolayı  küfür ve şükürden bahseder. Çünkü küfür; tevhidi, fıtrat dinini örtmektir.  Şükür ise tevhidi, fıtrat dinini ortaya çıkarmaktır. Bu iki kavram birbirinin zıttı olarak zikredilmişlerdir:” Andolsun, biz Lokman'a «Allah'a şükret» diye hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi nefsi lehine şükreder. Kim de küfre saparsa, artık hiç şüphesiz (Allah,) Ganî (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan) dır, Hamîd (hamd da yalnızca O'na ait) tir. (Lokman, 12)  bu ayette olduğu gibi şükür ve küfür zıt iki kavramdırlar.  Şükür; ihsanı, nimeti bilip onu açığa çıkarmaktır: '' Rabbinin nimetine ( fıtrat dinine vahiy dinine gelince ) onu anlat (açığa çıkar ) (Duha, 11)  küfür ise; ihsanı, nimeti gizlemektir. Mekke’deki müşrikler; aslında üstü şirkle, madde ile, makam sevgisi ile örtülmüş bir dine inanıyorlardı; fakat inandıkları bu dine birçok şirki bulaştırmışlardı. İşte bulandırılmış, üstü örtülmüş bu tevhit dinini ortaya çıkarmak, gün yüzüne çıkarmak için ilahi vahiy bundan 1400 küsur yıl önce, tekrar dünya semasına Muhammed (s.a) ile nüzul ediliyordu. Nüzul eden bu ilahi sofradan beslenenler, hayat bulurken; bu ilahi sofraya tenezzül buyurmayanlar ise aslında yaşarken ölümü tadanlardı. İşte siz, hiç yaşarken ölü birisini görmeyi merak etmediniz mi? Kur’an yaşarken aslında ölü olanları şöyle tarif eder:Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.” ( Enam, 122)  ayette ölü iken diriltiğimiz kimse diyor. Ölü iken kişi, ilahi vahiy ile diriliyor ve o ilahi vahiy, onun için bir nur oluyor. Önce kişi, hidayetle diriliyor; sonra vahiy onun için bir ışık oluyor. Gece karanlığında insanın ışık olmadan yol gitmesi nasıl mümkün değilse, şu dünya karanlığından vahiysiz nasıl çıkabilir ki?  Çünkü insanlık, ilahi konjonktöre göre vahiyden kopunca ruhsuzlaşıyor ve kararıyor. Daha doğrusu ruhunu kaybeden, kokuşmuş bir hayata dönüşüyor. İşte bu kokuşmuşluğu gidermek için, ilahi bir miski amber lazımdır. Mekke’nin bu kokuşmuş karanlıkları, ilahi bir misk olan Kur'ân; diğer ismi ile ruh ile giderilmek üzere insanlığa ilahi bir Furkan kokusu serpiştirilmişti. Zaten Kur'ân’ın diğer bir ismi olan ruh kelimesi, rih ve reyhanla aynı kökte birleşirler. Bu şu demektir, ruhu olmayanın rih’i ( rüzgâr gibi esmesi ) olamaz. Rih’i ( rüzgar gibi esemesi)olmayanın, reyhanı ( kokusu ) asla olamaz. 

 
Eklenme Tarihi : 11.12.2013 13:21:21
Okunma Sayısı : 2432