زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

212- (Hakikati) İnkâr edenlere dünya hayatı süslendirildi. (Onlar) inananlarla (bu dünyada) alay ederler. Oysa (ilahi azaptan) korunup, sakınan (o inanalar) kıyamet gününde onlardan (makamca çok) üstündürler. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara:212)



.





İNFİTÂR SÛRESİ

İnfitâr Sûresi

1-Semâ ortaya çıktığı zaman.

Bu âyet ile İnşikâk sûresinin ilk âyeti genelde aynı manalara gelen kelimeler kullanılarak meallendirilmiştir. Ancak burada “fetara” İnşikâk sûresinde ise “şekka” kelimesi kullanılmıştır.Kelime ve bağlam farklı ise mealler de farklı olmalıdır. Bağlamdan İnfitâr sûresinin evrenin yaratılışının başlangıcını, hemen sonrasında inen İnşikâk sûresinin de ahiret hayatının başlangıcını anlattığı anlaşılmaktadır.

Semâ, ‘yükseklik, yücelik’ anlamındaki ‘es-sümüvv’ kelimesinin türevlerindendir. Araplar ayakkabının üstüne bile semâ demektedir. Semâ, üzerimizdeki en yakın gök olacağı gibi içerdiği gök cisimleri ile birlikte tüm uzay manasında da kullanılır. (Bkz. Müzzemmil:18, Şems:5, Burûc:1, Târık:1, Nâziât:27)

Fetara, ilk önce parmak uçlarıyla devenin memelerinden süt sağma eylemi için kullanılmış, ancak zaman içinde ‘bir şeye müdahale etmek sûretiyle bir oluşum başlatmak’ manasında anlam genişlemiştir. Devenin azı dişi, damağı yarıp göründüğünde söylenilen“fetara nabe’l-bair” sözü bundan dolayıdır. Bu anlama göre fatır kelimesi “içinde gizleneni ortaya çıkarmak içinyarıp açmak, meydana getirmek, kapalı olmaktan çıkıp görünür olmak’’ anlamına gelir. Tohumun filiz verip içindeki potansiyeli açığa çıkarması gibi manalara da gelmektedir. Semâ denen uzayın tamamının da şu an bir noktadan (big bang) başlayarak süreç içinde yaratıldığı düşünülmektedir. “İzâs semâun fetarat” ifadesiyle uzayın yaratılıp ortaya çıktığı anının anlatıldığı anlaşılmaktadır. Benzer bir anlatım Fâtır sûresinin ilk âyetinde de göze çarpmaktadır. Aynı kökten gelen fıtrat, yaratılıştan insana nakşedilendir. Kurân insanın fıtrat üzerine yaratıldığını söyler(Rum:30). Buna göre Allah’ın, insanı üzerinde yarattığı fıtratın bir yönü,yaratıştan her insanın özüne yerleştirdiği hakîkate olan eğilimi ve onu bulma yönündeki potansiyel yazılımıdır. İnfetarat kelimesi ‘infial’ kalıbında mastar olup ‘açılarak ortaya çıkmak’ demektir. Pasajda evrenin ilk yaratılışına âtıfla ilk oluşumlara değinilmeye devam edilecektir.

2-Ve yıldız kümeleri saçıldığı zaman.

İnteserat; düştü, arka arkaya döküldü demektir. İntiser, dizili bir şeyin bağının koparak saçılması, dağılmasıdır.

Kevkeb kelimesi ‘kebbe’den türetilmiş olup lügatte “ait olduğu sistem ile hareket eden parça” demektir. Ve kelime daha çok “büyük yıldız ve gezegen toplulukları’’manasına gelir. Ayrıca her şeyin kevkeb’i büyük olanıdır. Necm ise büyük-küçük bütün yıldızlar için genel bir isimdir. Kevkeb sabittir ve yok olmaz. Kevkeb yıldızların büyük bir çekim kuvvetiyle çekilerek bir küme oluşturduğu galaksiler, necm ise bu galaksileri oluşturan yıldızlar manasındadır. Kurân’ın indiği dönemde büyük yıldız kümeleri biliniyordu. Zira Dünya’dan çıplak gözle toplamda dört galaksi, iki tanesi iseaynı anda görülebilmektedir. Kuzey Yarım Küre’den Samanyolu'nu ve Andromeda'yı(M31) görebilirken, Güney Yarımküre’den Büyük ve Küçük Macellan Bulutları'nı görebiliriz. Şu anda 200 milyar galaksi, her galakside ortalama 200 milyar yıldız, 100 milyar gezegen olduğu tahmin edilmektedir. Dünyabenzeri 5 ile 10 milyar arası gezegenin varlığı hesaplanmıştır. Dünya’nın içinde bulunduğu galaksimizin çapı 100 bin ışık yılı iken disk şeklindeki Samanyolu galaksimizin kalınlığı da bin ışık yılı olarak hesaplanmıştır. Aklın anlamakta zorlandığı bu büyüklükteki galaksilerle uzayın dolu olması Kebir olan Allah’ın yaratışı karşısında küçüklüğümüzü hatırlatmaktadır. Kevkeb kelimesinin Kurân’da geçtiği diğer âyetlerin hepsine yıldızların giderek yoğunlaştığı,ortası parlak disk şeklindeki yıldız kümeleri (galaksiler) manası verildiğinde mananın iç bağlama daha çok uyduğu görülecektir. “Gece onun üzerini örtünce, bir kevkeb gördü. “Bu benim Rabbim.” dedi. Fakat kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.”dedi.” (Enam:76) Genç İbrâhîm, gece diğer yıldızlardan farklı olan gök cisimlerini sıralamaktadır. Ay da tıpkı kevkeb gibi yıldızlardan farklıdır. Başka bir âyette “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûru, içinde misbah (lâmba)bulunan kandil gibidir. Misbah, sırça içindedir. Sırça (cam), kevkeb gibi parlayan inci gibidir.” (Nûr:35)

3- Ve büyük alan dolduğu zaman.

Bihâr “bahr” kelimesinin çoğul şeklidir. Kelimenin asıl anlamı geniş ve büyük su kütlesini toplayan mekânı anlatır. Devasa durgun su kütlelerinin doldurduğu boşluk veya alanın adıdır.Aynı kökten olan Bahire Kurân’da şöyle kullanılır: “Allah, ne "bahire"yi, ne "sâibe"yi, ne"vesile"yi ve ne de "hâm"ı meşru kılmıştır.” (Mâide:103) Câhiliye Arapları, on doğum yapan dişi devenin kulağını genişçe kesip serbest bırakırlardı. Kulağın uzaktan görünecek şekilde geniş kesilmesinden dolayı bu hayvana bahir kökünden gelen birisim vermişlerdir. Geniş ilim sahibine de bahr denmiştir.

Fuccirat; karıştırma, yakma ve doldurma anlamlarına gelir. (Mekâyîss.134) Bu kelimenin kökü olan ‘f-c-r’ “yarıp çıkmak” mânasındadır. Hayır olan fecr, şer olanı fucr ile ifade edilir. Geceyi yardığı için sabaha fecr denir. İnsanın kişiliğini yarıp parçaladığı için günaha fücûr denir. Haram ayın hürmetini bozduğu, barış anlaşmasını deldiği için cahiliye savaşlarına ficâr denmiştir. Tekvîr sûresi 6’da “tescîr” kaynamak, yanmak;burada ise “tefcir” dolmak manasındadır.Büyük patlama sonucu uzayın ve içindekilerin oluşumu ve hayatın oluşabilmesi en uygun gezegenlerin varlığına yani maddî âleme işaretle sûre başlamış ve bunun amacına yönelik âhiret vurgusu ile devam etmiştir.

4- Ve kabirler alt üst edildiği zaman.

Kubûr, kabrin çoğuludur. Ölünün gömüldüğü yere denir. Busirat; çevrildi, alt üst edildi manasındadır. Bu deyimsel öz ifade, maddî dünya hayatının bittiğini ve farklı bir boyutun başladığını anlatmaktadır. Mahşer için önce içinde yaşadığımız âlemin ilk oluş gibi bir dönüşüme uğraması, sonraki aşamada mahşerdeki duruşma için kabirlerin boşaltılışı ve yeniden diriliş şiirimsi bir akışla ifade edilmiştir.

5- Kişi neyi sunduğunu ve neyi ertelediğini bilecek.

Nefs kelimesinin ilk anlamı “kendi, zatı” demektir. Bağlam yani devamındaki âyetler cehennemlik birinden bahsettiğinden takdim ettiği/sunduğu,işlemiş olduğu günâh ve suçlar; tehir ettiği/ertelediği de yapılmayan sorumluluklarıdır.

6- Ey insan! Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?

Ğurur “aldatma, kandırma, aldanma, kapılma, gaflet,” anlamına gelir. Aynı kökten türeyen ğarûr; aldatan, kandıran anlamında genel olarak insanı gaflete düşürüp yanıltan şeytanî ve dünyevî şeyleri ifade eder. Kurân’da 27 yerde geçen ğurur kelimesinin çoğunda dünyaya kapılma ve aldanma anlamı işlenir.

Âyetin ‘’Ey insan!’’ şeklinde başlamasının sebebi, ancak insan denen üst varlığa has genel bir zaafı vurgulamak amacıyla olabilir. Zira El-Kerîm, en kaliteli ve değerli olanı ikrâm eden manasında Allah’ın bir esmasıdır ve bağlam verilenler ile alâkalıdır. İnsan,ona bahşedilen nimet ve imkânlar yüzünden kendi kendine yetme zannına kapılır.İnsanın akıl ve şuurunu örten en büyük engellerden biri, büyüklük gururudur. Sûrenin başındaki devasa evren anlatımından sonra kâinatta bir zerre bile olmayan insanın yersiz gururu, kendini aldatmamalıdır. Kerîm olan Rabbin en önemli ve öncelikli nimeti şimdi ifade edilecektir.

7- O ki, seni yarattı, sonra seni düzene koydu, sonra seni dengeli kıldı.

Sevvâ,  “tesviye” kökünden gelir. Vücûdun en ideal şekilde düzenlenmesi, yararlanmaya hazır şekilde yapıldığını anlatır. Fe’adaleke; mutedil kıldı, dengeye ulaştırdı manalarına gelmektedir. İnsan olmayı becerebilmek için öncelikle yaratılışımızda var olan düzen ve denge hâline ulaşmamız gereklidir. Dengesizlik ve adâletsizlik fıtratla savaşmaktır. Kerîm olan Rabbin en öncelikli nimeti, ideal kul ve yeryüzünün halifesi olma potansiyelinde yaratılmış olmamızdır. Bu potansiyelin/fıtratın insanı gurura/aldatmaya düşürmemesi için sûre afâktaki âyetlerden enfûs âyetlerine güzel bir geçiş yapmıştır.(Bkz. Fussilet:53)

8- Dilediği herhangi bir sûrette seni terkip etti

İnsan farklı unsurların bir arayagelmesi ile oluşur. Bu unsurları iç ve dış olmak üzere kabaca ikiye ayırabiliriz. Maddî açıdan insanın denge hâline homeostazi denir. Kurân madde ve manayı dengelemek için önermeler sunar. Bu önermeleri dikkate almayarak yalanlamak Kerîm olan Rabbe en büyük nankörlüktür.

9- Hayır, bilâkis siz dini yalanlıyorsunuz.

Âyette “Hayır” olarak tercüme edilen “Kellâ” kelimesi, önceki âyette dile getirilen tasavvuru ve nankörlüğü reddetmek ve devamında bunu gerekçeleriyle ispat etmek içindir. Yine âyette “bilakis” olarak tercüme edilen “bel” kelimesi de aldanmada asıl sebebi açıklamaya geçişi gösteriyor. “Dini yalanlıyorsunuz” cümlesindeki“din” ile kastın şu olduğunu düşünmekteyiz: Din, d-y-n’ kökünden gelir ve borçlanmak demektir. Aynı kökten gelen medin; efendisine borçlu olan “köle” demektir. Tedâyün,borçlanma, deyyan; kişinin borcunu alacaktan tahsil ettiği için yönetici ve hâkime denilmiştir. Mütedeyyin, borcunun şuurunda olduğundan itaatkâr mânasındadır. Yerdekileri borçlu çıkardığı, karşılıksız verdiği için yağmura da din denilmiştir. Şehre medine denmesinin sebebi hukukun câri olduğu, borçlanmanın ve ticaretin/pazarın olduğu yerler olmasıdır. Yevmiddin ifadesi, din günü manasında hesap günüdür. Âyette ‘’Dini yalanlıyorsunuz.’’ denilerek Kerîm olan Rabbin korunaklı bir galaksi ve Güneş sisteminde birçok nimet vermesine ve dengeli bir fıtratla yaratmasına karşı insanın Allah’a olan borcunu inkâr edip yalanlamasına vurgu yapılmaktadır.

10- Ve muhakkak ki, sizin üzerinizde hafızalar vardır.

Hâfizîn kelimesi “koruyanlar, muhafaza edenler” demektir.Günlük hayatımızda, “Kurân’ın lafzını ezberlemiş, hafızasında muhafaza eden kişilere de hâfız denir. Bunun sebebi, metinleri aklında tutmak ve unutulmasına engel olmak için sürekli tekrarla onları korumalarıdır. İnsanı insan yapan, ona şahsiyet kazandıran,geçmiş yaşamda öğrendiklerini muhafaza eden/koruyan hâfıza merkezleridir. Görsel, işitsel ve diğer duyularla elde edilen veriler hâfızada muhafaza edilir. Beşer; iyiliğin, erdemin, dürüstlüğün değerini ve kötülüğün, yalanın, günahın zararının nelere sebep olduğunu unutmadığı sürece insan kalabilir. O yüzden Kurân bu değerleri koruyan ve hatırlatan bir zikir/hatırlatmadır. İnsanın üzerinde olması demek, ondan bağımsız, yukarısında, omuzlarında olmasından ziyade potansiyel ve donanımsal açıdan bu yetiye/melekeye sahip olmasıdır. Misalen ‘’Telefonun üzerinde yüklü bir depolama alanı bulunuyor.’’cümlesinde kimsenin telefondan bağımsız hâfıza ünitesi düşünmemesi gibi. Şimdi sûre bu hâfıza merkezlerinin önemine dikkat çekecektir.

11- Değerli kaydediciler

Dikkat edilirse bu âyetlerde melek, melekler, Cibril, Mikâil vs. gibi ifadeler hiç geçmemektedir. Haddizatında El-Alîm, el-Hâfi, el-Garîb el-Habîr, es-Semî ve el-Basîr olan âlemlerin Rabbinin her şeyi görmesi, duyması ve bilmesi kâfidir. Ancak her bilgiye ulaşmada âciz kalan biri hâfiye, yazıcı ve takipçilere ihtiyaç duyar. Oysa Allah’ın buna ihtiyacı yoktur. O bize zaten şah damarımızdan yakındır. “De ki: Allah sizinle benim aramda şâhid olarak yeter, her an o, kullarından haberdardır ve görendir.” (İsra:17) O hâlde buradaki değerli yazıcılar kimdir veya nedir?İnsanı sosyal bir varlık yapan, ona değer katan, şahsiyet kazandıran, insanın öğrendiklerini unutmamasını sağlayan yetisi/melekesi yakın ve uzak hâfızasıdır. Beynimizde bilgiler birçok merkezde depolanır. Hâfıza merkezleri çok değerli kaydedicilerdir. İnsanın hâfızası olmazsa, insan konuşamaz,üretemez, kulluk yapamaz; hatalarını tekrarlar ve yaşamını dahi sağlıklı sürdüremez. Yaptıklarımız ve yapacaklarımız bu merkezlerin sağlıklı çalışmasına bağlıdır.

12- Yaptığınız şeyleri bilirler.

İnsan geçmişte yaptığı hayrı da şerri de bu hâfıza yetisi ile bilir ve kaydeder. O yüzden Allah şöyle buyurur: “Oku kitabını (hatırla yaptıklarını).Bugün hesap sorucu olarak sen sana yetersin.” (İsra:14) Her insanın üzerinde/donanımında,kayıt yapan hücreler vardır. Bu kayıtları ne kadar sağlıklı doldurursak sonuç o kadar iyi, hayırlı ve verimli olur. İnsanlığa zarar veren psikopat veya sosyopatların geneli geçmişinde psikolojik travmaya uğramış, kayıtları şiddet ve öfke üzerine kodlanmış olanlardır. Vicdan, hâfıza, bilinç ve bilinçaltı gibi insanı insan kılan melekeler/melekler ne kadar sağlıklı beslenir ve yönlendirilirse kişinin ebrâr olma ihtimali o kadar artacaktır.

13- Muhakkak ki ebrâr olanlar, elbette nimetler içindedir.

Birr kelimesi her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsân,itaat, doğruluk, bol bol iyilik demektir. Kelime, bu geniş anlam alanıyla her türlü iyiliği, ihsânı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır. Birr kelimesinin aslı berr kelimesidir. Lügat anlamı“kara parçası, kıt’a” demek olan berr kelimesi,“deniz” anlamına gelen bahr kelimesinin karşıt anlamlısıdır. Yani bahr suyun dolduğu boşluk, berr boşluğu dolduran kara parçası manasındadır. Bu iki kavram bir arada fi’l-berri ve’l- bahri, karada ve denizde şeklinde bir deyim olarak da kullanılır. Daha çok karasal bir kültüre sahip Arap coğrafyasında kara, denize göre yaşam alanı olarak görüldüğünden denizlere açılma çok geç dönemlere denk gelmektedir. Aynı kökten türemiş olan teberru, fiil olarak“iyi olmak, iyilik yapmak” anlamına gelir. Türkçede de herhangi bir sosyal yardım amacıyla yapılan yardım ve iyilikler teberru kelimesiyle ifade edilir. Birr kelimesi isim olarak kullanıldığı gibi, ismifâil olarak da kullanılır ve bu takdirde “çok iyilik yapan” anlamına gelir. Kurân böyle kimseleri burada olduğu gibi berr kelimesinin çoğulu olan ebrâr kelimesi ile tanımlamıştır. (Bkz.  Abese:16, İnsan:5) İyilik özü itibariyle el-Berr olan Allah’ın yarattığı insana fıtraten kodladığı bir yetidir. Başkasına iyilik eden iç dengesini daha hızlı kurduğundan en başta kendine iyilik etmiş olur. İç ve dış dengenin yakalanması paha biçilemeyen bir nimettir. O yüzden ebrâr olanlar nimet içinde yüzmektedir. Ebrâr olan yediği yemekten, içtiği sudan, hatta aldığı nefesten bile lezzet alır.

14- Ve muhakkak ki füccâr, mutlaka cahîm içindedir.

Fücûr; fıtratın, insanı insan yapan değerlerin tahrip olup yırtılması olarak ifade edilebilir. Bu şekilde vicdan, merhamet ve sağduyu gibi yetileri yırtıp atanlara “fâcir” denir.Bu kelimenin çoğulu da füccâr veya fecere şeklinde ifade edilir. İnsanlığın dışa yansıması nasıl ki “takva” ya da “amelisâlih”ise, kötülüğün ve suçun dışa yansıması da fücûrdur. Kelime bu âyette ebrâr kelimesinin zıddı olarak gelmiştir. Bu yüzden mana “kötüler, zâlimler, ahlâksızlar ve suçlu câniler” olarak anlaşılmalıdır. (Krş. Abese:42, Şems:8)

Cahîm ise kıskançlık, şehvet, tutku, bencillik gibi zulümâtı destekleyen insanın karanlık yüzüdür. Naîm; kanaat, tevekkül, cahîm; tamahkârlık,ihtiras ve aç gözlülüktür. Fıtrata aykırı her şey insanın insanlığını yakar ve yok eder.  

15- Din günü ona yaslanırlar.

Yaslevnehâ ‘s-l-y’ kökünden gelir. ‘S-l-y’, yakılan bir kamp ateşini güçlendirmek için odunları ateşe yaslamak kök anlamından gelmektedir.

Din günü tüm alacak ve vereceklerin hesaplaştığı, mizan ve mahkemenin kurulduğu hesap günüdür. Din gününde/hesap gününde iyiler, iyiliklerine dayanır ve güvenir; kötüler,kötülüklerine ve alevli ateşe yaslanır ve yanarlar.

16- Ve onlar, onda kaybolmayacak.

Yapanlar ve yapılanlar kaybolmaz.Ne zâlim ne de zulüm, ne iyi ne de iyilikler kaybolacaktır.

17- Ve din gününün ne olduğunu bilir misin?

İdrak, bir şeyi en özel nitelikleri ile ve bir bütün hâlinde kavramaktır. İlim daha geniş bir kavramken idrak, özel birtakım şeyler için odaklanmaktır. Dildeki asıl kullanımı itibariyle idrak kelimesi “bir şeyin olgunlaşması ve tam olması” anlamına gelir.

17. âyetten önceki âyetlerde din gününün idraki tesis edilmiştir. Bu da iyilerin nimet, kötülerin azapta içinde olacağı,iyilik ve kötülüklerin kaybolmayacağı idrakidir.

18- Sonra din gününün ne olduğunu bilir misin?

Kurân’da nerede (ve ma edrake)buyruğu geçmişse yüce Allah bunu cevaplamıştır. Nerede “Sen nereden bileceksin?”(ve ma yudrike) diye buyrulmuş ise, bu hususta muhataba bilgi verilmemiştir. Bu ikinci idrak de son âyette tesis edilecektir.

19- O gün bir kişi, diğer bir kişi için bir şeye mâlik değildir. Ve o gün emir Allah’ındır.

O günde hiç kimsenin kimseye faydasının olmayacağı, tüm yetkinin, şefaatin, dostluğun, hükmün ve bağışlamanın sadece Allah’a ait olacağı idraki tesis edilmiştir.

İnsanı en güzel kıvam ve potansiyelde yaratan, dengeli bir fıtratla düzene koyan Rabbimiz, hiçbir şefaatçi, kayırıcı ve aracıya ihtiyacı olmadan; verilen potansiyel, yeti ve melekelerle kurtulabileceğimiz idrakini bizlere İnfitâr sûresiyle sunmuştur.

İnfitâr sûresinden anladıklarımız bunlar olmakla birlikte en doğrusunu âlemlerin Rabbi bilir.

 
Eklenme Tarihi : 9.03.2020 18:34:45
Okunma Sayısı : 3376