İnsanlık tarihi bilindiği gibi Adem a.s ile başladı ve bugün bizimle devam etmektedir. Bizden sonraki süreçte de devam edip gidecektir. İnsanlıkla eş değer yaşta olan bir şey daha var tabi ki. O da vahyin tarihidir. Vahiy, insanlıkla aynı yaştadır. Neden biliyor musunuz? Çünkü ilk insan Adem (a.s) ile başlayan bu süreçte, insanlık vahye muhtaçtır. İnsanı yaratan Allah, insanı yeryüzüne göndermiş ve yeryüzünde neye muhtaç olduğunu en iyi bilen yine Allah'tır. “Belli bir süreye kadar yeryüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet / bir yararlanma imkânı olacaktır. Ve dünya üzerinde ne varsa sizin için yaratan, plan ve tasarımını göklere uygulayıp, onları yedi gök şeklinde düzenleyen O’dur ve yalnızca O'dur her şeyin tam bilgisine sahip olan.” (Bakara, 29 ) ayetten anlaşılacağı gibi Allah, insana belli olan bir vakte kadar yaşama süresi tayin etmiş ve tayin edilen bu vakit içerisinde nasıl hareket edeceğini de beyan buyurmuştur. Çünkü insan; zayıf bir varlık olarak yaratılmış olduğundan, bir kılavuza ihtiyacı vardır. “Allah, yüklerinizi hafifletmek ister; zira insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 28) ayetinde olduğu gibi. Nefis, hevâ, heves, dünyalıklar, şeytani vesveseler gibi faktörler insanı; hedefinden koparabilirdi. İnsanın hedeften kopmaması için işte Allah, ilahi talimatlarla dolu vahyi insanlıkla beraber yeryüzüne gönderiyordu. Ve bu hakikati bize şöyle açıklıyordu:” Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki öğüt ve uyarınız/zikriniz/şerefiniz yalnız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? ( Enbiya, 10 ) bundan da anlaşılıyor ki hayatımızı sürdürürken, bize izzet veren ve bize hayat verecek olan vahiydir. Rahman şöyle buyurur:” İşte sana, o hikmetlerle dolu Kitap'ın ayetleri. İyilik ve güzellik sergileyenlere bir rahmet ve bir kılavuz olarak.” (Lokman, 2-3 ) ayette vahyin iki görevi anlatılmaktadır: Birincisi ''kılavuz'' oluşu, ikincisi ise ''rahmet'' oluşudur. Kılavuzluk etmesi; evvelden ahire giderken yolda dikkat edilmesi gereken ilahi yol işaretleridir. Bundan dolayı her bir yolcu, bu yoldaki işaretlere dikkat etmek zorundadır. Yoldaki işaretlere dikkat etmeyenler, malumdur ki hem ilahi yoldaki insanlara sıkıntı verecek ve hem de en sonunda uçurumdan aşağı yuvarlanacaktır. Çünkü yoldaki işaretlere uymamanın doğal sonucudur bu. “O, aşağıya doğru yuvarlanırken malı kendisine hiçbir fayda vermeyecektir.”ayetinde olduğu gibi. İşte baş aşağı yuvarlanmamak için, yoldaki ilahi işaretlere insanlık muhtaçtır. Vahyin ikinci görevi ise; yoldaki ilahi işaretlere uyanlara rahmet oluşudur. Rahmet olması demek; vahyin diliyle ile şu demektir:”Erkek ya da kadın, inanmış olması yanında bir de dürüst ve erdemli davranan kimseye hiç şüphesiz dünyada ona arı, (duru) hoş bir hayat tattıracağız. Ve yine şüphesiz; böylelerini, ahirette ise yapa geldikleri en güzel şey neyse ona göre ödüllendireceğiz. Şimdi bu ilahi yoldaki işaretlere uyma sırası bizdedir. Tarihi sürecin bugünkü sayfalarını doldurma sırası bizdedir. Ya bu tarih sayfalarına güzel anılar yazacağız ya da bu sayfaları kötü anılarla dolduracağız. Çünkü Kur'ân, bize tarihinin olmayacağı bir günün sayfalarından söz ederken şöyle sesleniyor :” Biz; her insanın amelini, kendi boynuna bağladık. Kıyamet günü onun için o amellerinin (anılarının) yazıldığı kitabı çıkarırız ki onu açılmış olarak önünde bulsun. Oku amel kitabını, ( anılarını ) bugün nefsin sana hesap görücü olarak yeter!” denileceği gün nasıl bir anı bırakmışız acaba değil mi? Peygamberiz (s.a.v) bir hadisinde şöyle buyururlar: ''Dünya ahiretin tarlası ( ekim alanı) dır.'' bu hadisten açık bir şekilde anlaşıldığı gibi kim dünyada nasıl bir anı bırakmış ise ahirette o anı’yı okuyacaktır. Zaten dünyaya anlam kazandıran ahiret değil midir? Ahiret olmazsa dünyanın ne anlamı kalır ki? Çünkü ahiret, dünyanın ruhu; dünyada ahiretin tarlası konumundadır. Ceset ruha, ağaç suyu nasıl muhtaç ise öyle muhtaçtır. Çünkü susuz ağaç, nasıl kurursa; ruhsuz cesette öylece kurumaya ve kokmaya muhtaçtır. Bundan dolayı, bir cisimden ruhunu veya varlık amacını alırsanız, geriye sadece cesedi kalacağından şüphe yoktur. Bu kaide her şey için geçerli olan bir kaide olması hasebiyle, dünyadan da ruhunu (ahiretini) veya varlık amacını kaldırırsanız, geriye kalanın ne olduğunu biliyor musunuz? Ben söyleyeyim; ruhsuz ceset kalır, bir diğer anlamıyla leş kalır. Malumdur ki leşe insanlar konmaz, leşe konacak olanlar kargalar ve akbabalardır. Demek ki ruhundan koparılan bir dünya, anlamsızlaşarak ve ruhsuzlaşarak bir ceset gibi kokmaya başlayacaktır. Kokmuş olan bu cesedin gömülmesi gerekmez mi? Çünkü varlığı amacından kopmuştur. İşte bu nedenle her varlığın kıyameti anlamsızlaştığı ve amacından koparıldığı zaman kopması gerekir. Dünyanın da amacı ahireti kazanmak ise ahiretin kazanılmadığı bir dünyanın, varlığının hiçbir anlamı yoktur. Ve kokuşmuş bir dünya kalacağı gün; dünyanın gömülme veya kıyametinin kopma zamanı gelmiş demektir. Çünkü Rahman, Kitabında dünya ve içindekilerinin varlık amacını anlatırken; bize şöyle buyurur: “ O Allah ki yeryüzünde ne varsa sizin için yaratmıştır.'' ( Bakara, 29 ) peki bizi niçin yaratmıştır? Varlık amacımızı da şöyle anlatır:” Biz insanı amaçsız ve anlamsız yarattığımızı mı zannediyor? Biz insanları ve cinleri bize kul olsular diye yarattık”. (Zariat, 56) Varlığımızın amacı Allah'a halis bir kul olmak olduğunu Kur'ân ferman buyuruyor. Biz; bu kulluğumuzu icra ettiğimiz sürece, dünya anlamını kazanmış olacaktır. Kulluğunu icra etmeyen bir insan topluluğunun, hiçbir anlamı olmadığından Allah, kıyameti Müslümanlara değil kâfirlere yaşatacaktır. Kıyamet, Müslümanların üzerine kopmaz. Çünkü Müslümanlar, ölümden itibaren bütün korkulardan emin kılınmışlardır: “Kim hidayete tabi olursa, ona korku yoktur o mahzunda olmayacaktır.” (Bakara, 38) Varlık amacına aykırı bir hayat sürdüren insan ve sürdürdüğü hayat; ruhsuz ve amaçsız olduğu için anlamsızlaşarak, insanlığa zarardan başka bir şey getirmeyecektir. Çünkü Müslüman, iki dünyalıdır bir dünyası bu âleme bir dünyası ahiret âlemine bakar. Fakat dünyanın cazibeliğine kapılanlar, kendileri için tek dünyanın var olduğuna inanırlar: ”Onlar, bizim hayatımız sadece dünya hayatıdır derler.” (Enam suresi) yani biz, tek dünyalıyız derler ve sadece dünyalıyız... Bu düşünce, onları bütün hadisata tek pencereden (dünya penceresinden) bakmayı sevk etmiş ve her şeyi maddede cisimde görmeye sevk etmiştir. Maddeleşmiş, sekülerleşmiş bir toplum; vahiyden bağını koparıp, Allah'ın dışındaki birtakım şeyleri Allah'a ortak koşar. İşte tamda bu dengesiz hayata denge getirmek, insanı iktisatlı( dengeli) bir hale getirmek için Allah; lütufta bulunup, bize fıtrat dini olan vahiy dinini lütfetmiştir. Ne kadar şükretsek azdır. Vahiy; insanların Adem (a.s) ile başlayan hayatlarına ruh katmak ve insana hayat vermek için gönderilmiş ilahi mesajlar bütünüdür. Hatırlayalım, Kitabı Aziz'de (Kur'ân 'da) şöyle buyrulur:” Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat veren şeye çağırdığında Allah ve Resulüne icabet edin.” (Enfal, 24) dikkat edin, insana hayat veren bir davet bu. Yani sadece maddeden oluşan veya sadece cesetten oluşan bir hayat değil bu. Bilakis bunlara ruh giydirip, bunları canlandırarak, anlamlandırarak insanı dirilten bir davetten bahsediliyor. Bu davetten yüz çeviren ile bu daveti kabul eden, ölü ile diri gibi değerlendirilmiştir. |