İnsanlık tarihi boyunca insanların ekserisi; ilahi dinin ehemmiyetini, insanlığın ona nasıl muhtaç olduğunu fark edememiştir. Çünkü hayat, nefis, heva, insi ve şeytani vesveseler onu vahiyden uzaklaştırmıştır. Zaten hayat, hak ile batıl savaşıdır. Ruh ile nefis savaşıdır. Akıl ile hevanın savaşıdır. Kim akl-ı selim ile hayatı kuşatabilirse, olayları selamete çıkarır; varlık amacını selamete çıkarır. Allah (c.c) şöyle buyurur: “ O gün ne mal ne de evlat fayda vermez, ancak selim bir kalp ile gelen başka.” ayette Rabbimizin buyurduğu gibi malın ve evladın selim bir kalp olmadıkça hiçbir faydası yoktur. Selim bir kalp taşımayan kimseler için mal, bir cehennem yakıtı olacaktır. Malın selamet ifade edebilmesi için aklın selim olması gerekir. Akl-ı selim olmayanın malı, selim olamaz; selim olmayan mal, selamettin zıttı olan ifsâd olur. İnsanın kendisini ve hayatın varlık amacını ifsâda götürür. Çünkü malın varlığı, hayatın varlık amacına ve Allah (c.c) rızasına ulaşmaktır. Fakat biz; bu varlık amacımızdan koparsak, mal bizim için bir imtihan ve ebedi yıkımımız olacaktır:” Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız sizin için aslında birer sınav konusudur ve büyük ödül Allah katındadır. Ey iman edenler! ( mal ve evlatlarınız ile )Allah’tan sakınırsanız o size hak ile batılı ayırt edecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Şüphesiz Allah, büyük lütuf sahibidir.'' (Enfal, 27-28) başka bir ayette de Allah şöyle buyurur: ” Öyle erler (vardır ki) bunları ne ticaret ne de kazanma hırsı Allah'ı anmaktan, salatta devamlı ve duyarlı olmaktan, arınmak için verilmesi gerekeni vermekten alıkoyabilir; böyleleri kalplerin ve gözlerin dehşetle döneceği Gün'den korkarlar.'' (Nur, 37 ) Hiçbir insan, bu hakikatleri unutmamalıdır ki ilahi vahyin hedefine doğru yürüyerek hedefi olan ve her şeyden en yüce olan Allah'ın rızasını kazanabilsin:“ Allah’ın rızası en büyüktür.” buyuran Rabbimiz değil midir? Bundan daha büyük bir şey yok ise neyi ve kimi hedefliyoruz, biraz durup tefekkür edelim. Allah rızasını kazanma davası, her şeyden mukaddes bir davadır. Bunun kutsallığını anlayanlar, ancak selim bir kalp taşıyanlardır. Kalbi fesada uğrayanlar, bunu yüceliğini ve kutsallığını anlayamazlar ve dünya, heva, heves, sosyal çevre, insi ve şeytani dürtülere köle olurlar. Köle olan bu insanlar, asla hürriyetlerini kazanamazlar ve kölelik zincirine vurulmuş büyük bir gaflette kendilerine yazık etmektedirler:” Nefsini ilahlaştıran kimseyi gördün mü? Onu sen mi kurtaracaksın.'' buyuran Rabbimiz, bize şunu haber vermektedir. Ya sen nefsini İlahlaştırır ve onun kölesi olursun ya da sen, nefsini köleleştirerek onun dizginlerini eline alarak nefsin efendisi olursun. Şimdi biraz düşünelim; nefsinin, heva ve hevesinin her dediğini yerine getiren mi hürdür? Yoksa nefsine, heva ve hevesinin isteklerine yeri geldiğinde dur diyebilen mi hürdür? Elbette hürriyet, bağımlı olmamak demektir. Kim; neye bağımlı ise onun kölesi, bağımlı olduğu şey ise onun efendisi konumundadır.
|