İnşikâk Sûresi
1- Semâ açıldı.
Semâ kelimesi ‘yükseklik, yücelik’anlamındaki es-sümüvv kelimesinin türevlerindendir. Her yüksek veyüce şeye es-semâ denilir. Gökyüzüne semâ denilmesinin sebebi yeryüzünden yukarıda olmasıdır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe de semâ denilir.Ayakkabının üstü semâ’dır, evin tavanı da semâ’dır. Hayvanın üst tarafına “semâ”, alt tarafına “ard” denmektedir. Demek ki “semâ” demek üst tarafımız, “ard” da alt tarafımızdır. (Lisanül-Arab)
Şekka; bir şeyde meydana gelen yarık, çatlak, ayrılma, kırılma ve parçalanma demektir. Şakk ise, ‘sâd-ı bain’ (ayırıcı, açıcı çatlak)demektir. Otun topraktan çıkışı, çocuğun dişinin çıkışı şakk kelimesiyle ifade edilir. Şakk, aynı zamanda tulû’/doğuş anlamındadır. Sabahın oluşuna da “şakk-ısubh” denir. Zira sabahın ilk ışıkları da karanlıkları yararak çıkar. Diriliş ile hem kabrin üstündeki toprak açılır ve kabirlerdekiler dirilir hem de karanlık semâ, âhiretin sabahı ile aydınlanır. Böylece imtihan perdesi de aralanmaya başlar.
2- Ve Rabbini dinledi ve hakkını verdi.
Âyetin başındaki vav harfini “tefsir edatı” olarak da kabul etmemiz mümkündür. O zaman meal şöyle olur: “Yani Rabbini dinledi ve hakkını verdi.” Ezinet fiilinin mânası ‘dinledi, itaat etti’ demektir. Nitekim dilimizde de kulak vermek; söz dinlemek, boyun eğmek ve itaat etmek mânasında kullanılmaktadır. Âyetteki “ezinet li Rabbihâ” ifadesi ‘Rabbinin emrini işiteceklerdir’ anlamına gelmekle birlikte, mecazen Allah’ın emrine tam teslimiyetle uyacaklardır anlamında da kullanılmaktadır. Hukkat, hakkı tanıyıp ona boyun eğmiş olma hâlidir. Bu fiil, bu işin muhakkak hakkı verilerek tam olarak gerçekleştirilmiş olacağını ifade eder. İnfitâr sûresi, içinde yaşadığımız âlemin oluşumu ile başlarken; İnşikâk sûresi, son saatin ilk evrelerini hatırlatsa da âhiret hayatının başlangıcı ile başlıyor diyebiliriz. Aynı zamanda bu ifadelerden dirilişin tıpkı ilk oluş gibi yasalar çerçevesinde,zamanı geldiğinde, hakkı verilerek, sistematik olarak gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.
3- Ve yeryüzü uzadı.
Meddet fiilinin mânası ‘genişlik ve yaygınlık bakımından uzadı ve dümdüz olmak’ demektir. Yeryüzünün düzelmesi, dağ gibi yüksekliklerden, derin kanyon ve çukurlardan arınması manasındadır. Tâhâ 106-107’de bu husus şöyle beyan edilmiştir: “Böylece onu boş bir düzlük olarak bırakacaktır. Orada eğrilik ve tümsek görmezsin.” Bu düzelme mahşer meydanına bir göndermedir.
4- Ve içindekileri attı ve boşaldı.
Ve elkat mâ fîhâ, içerisinde bulunanları dışarı çıkarmaktır. “Tehallet/boşalma”ifadesi kullanıldığından bu olayın yer kabuğunun içindeki maddî eriyik lavların dışarı çıkması olduğunu söylemek isabetsiz olur. Son saatte gerçekleşecek olan ve Zilzâl sûresi 2. âyetteki “Ve arz, ağırlıklarını dışarı çıkardığında.” ifadesinden farklıdır. Bağlamda mahşer meydanı ve ölülerin dirilmesi söz konusudur. Çünkü hiçbir zaman fizik kuralları gereği, dünya içindekini tamamen boşaltmaz. Anlatım insanların kabirlerinden çıkmalarından kinayedir. Boşalma ifadesi ile, dirilmeyen ölü tek bir insanın bile kalmayacağı hakîkatinin kastedildiği anlaşılmaktadır.
5-Ve Rabbini dinledi ve hakkını verdi.
Yeniden diriliş, süreç içinde bir yasayla gerçekleşecektir. Diriltme potansiyeli toprağın içine yerleştirilmiştir. Bu potansiyel topraktan çıkan/dirilen bitkiler üzerinden herbahar müşahede edilmektedir.
6-Ey insan! Muhakkak ki sen, Rabbine gayret ile çabaladın. Böylece ona kavuşursun.
Âyetin ‘’Ey insan!’’ nidasıyla başlaması âhiret bilincinin beşerlikten insan mertebesine yükselen herkes için geçerli olmasındandır. Kedh,çalışırken başarı için karşılaşılan zorlukları yenmek demektir. Say ise her tür gayreti ifade eder ve sayda başarı şartı yoktur. Âyette ‘kavuşulan’ ile kastedilen Allah’ın zâtı mıdır? Kanaatimizce hayır. Zira bize her daim şah damarından yakın olana kavuşmak söz konusu olamaz. Kanaatimizce âyetteki kavuşma/mülaki olma, sonuca kavuşmadır. Bu âyetten sonra tüm insanların er ya da geç kavuşacağı akıbet, iyi ve kötülerin yaşayacakları üzerinden özetlenecektir.
7- Fakat kitabı sağından verilen kimse ise.
Kitap, iki şeyi birbirine dikmek anlamına gelen“ketb” mastarından türetilmiştir. Harfleri birbirine tutarak anlamlı kelimeler oluşturma sonucunda elde edilen metnin tümüne denir. Bu manadan hareket edersek yapılan amellerin bir araya getirilmesine kitap, amel defteri veya âhiret sicili diyebiliriz. Yapılanların ayrıntılı bilgisinin, düzen ve sıra ile muhatabına hatırlatılmasıdır. Sağ;iyilik, uğur, güç ve emniyeti anlattığı için mecazî olarak kullanılmıştır. Yemin ile emin kelimeleri yakın akrabadır. Emin, güvenli demektir. Mümin bu güveni hak edendir. Kitabın sağdan verilmesi; kişinin emin, mutlu ve elinin sağlam olacağını ifade eder.
8- İşte o, kolay bir hesapla hesap verir.
Bahsi geçen kolaylık, görevini lâyıkıyla yapmanın ve hesabını verme üzere kurduğu hayatın getirisidir. Bu kişinin günahları bağışlanır (Bkz. Nisa:116), yaptığı iyiliklerin kat be kat karşılığı verilir (Bkz. Bakara:261, Enam:160) ve kişi en iyisi ile mükâfatlandırılır (Bkz.Ahkaf:16).
9- Ve ehline mesrûr dönecektir.
Ehl kelimesi ilk olarak aile anlamına gelir. Bu âyette olduğu gibi birçok âyette geçen ehl kelimesi sadece kan bağıyla bağlı olduğu ailesi değil, benzer sonucu hak eden arkadaş çevresi anlamına da gelmektedir. Sürûr, hakîki anlamda bir fayda veya lezzet sebebiyle gerçekleşen sevinçtir. Kelimenin zıddı hüzündür. Bundan dolayı ferâh/rahatlık kelimesinden ayrılır.Çünkü ferâh, kendisinde bir fayda veya lezzet olmadan da olur. Kelimenin nekira/belirsiz olarak gelmesi sevincin büyüklüğü ve tarifsizliğine binaendir.
10- Ve amma görmediği,arkasından kitabı verilen kimse ise.
Verâ; öte, görünmeyen taraf, ufkun arkası demektir. Zahr kelimesi batın olan karnın zıddı,sırt ve arka manasındadır. Hem verâ hem de zahr kullanılmasının amacı kitabın yani yapılanların kişiyi kötü bir akıbete sürüklemeyeceği zannına ince bir gönderme olabilir. Dünyadaki konfor, lüks ve mutlu yaşam; insanı Allah’ın onu sevdiğine ve yaptıklarının doğru olduğu zannına sürükleyebilir.
11- Artık yok olmak için yalvarır.
Subûr, tekrar dirilişi olan ölüm anlamındaki mevt’ten farklı olarak bir daha dirilmemecesine ölüm, yok olup gitmek anlamına gelir.(Mekâyîs) Da’vetus-subûr, şiddetli bir duruma düşüp de darda kalanın ölümün darda kalmaktan daha kolay olduğunu görerek nida edip (vâ subûrâh) ‘’Vah ölüm,yetiş!’’ demesidir.
12- Ve çıldırtan ateşe yaslanacak.
Sa’îr; ateşi yakmak, tutuşturmak, kışkırtmak, alevi yükseltmek anlamına gelir. Es su’r,kışkırtılmış ateşe benzediği için saldırgan deliye denir. Dolayısıyla bu normal bir ateş değil çılgın ve çıldırtan bir azap türüdür. (Bkz. İnsan:4)
13- Muhakkak ki o,ehlinin arasında iken mesrûrdu.
Dünyevî saadet ve refâh bazen aldatıcı olabilir. Zira dünyevî konfor, âhireti unutturan bir mahiyete sahiptir. Bu hâl, onu her şeyi doğru yaptığı yanılgısına sürükler.
14- Muhakkak ki o dönmeyeceğini zannetti.
Allah sadece dünyayı isteyip ona göre yaşayanlara dünyayı vereceğini vaad eder. “Her kim de dünya kazancını isterse ona ondan veririz amma âhirette ona hiç nasib yoktur.” (Şûra:20) Âhiret ile alâkalı neden nasibi olmaz? Zira dünyalıklara gömülmek, madde sevgisi ve materyalist bakış manayı öteler ve onu yok sanmaya sürükler. (Bkz. Câsiye:24)
15- Aksine, muhakkak ki Rabbi, onu en iyi görendir.
Belâ edatı önceki cümlenin anlamının tersinin doğru olduğunu ifade etmektedir. Cümledeki kullanılışına göre evet, bilakis, aksine mânalarına da gelir. Kimin âhirete gerçekten inandığı, kimin inanmış gibi yaptığını Rabbimiz en iyi görendir, bilendir. Rabbin gördüğü şuuru, bütün inananlar için asli ilke olmalıdır. Şöyle ki yeniden dirilişe inanmayan biri ile karşılaşıldığında bu ilke/âyet hatırlanmalıdır. Rabbin görüp bildiğine iman; muhatabını hesap sorucu tavrından uzaklaştırarak tebliğ ve uyarı görevinin sınırlarına çekecektir.
16- Bundan sonra hayır, şafak vaktine yemin ederim.
Şafak, güneş battıktan sonra meydana gelen kırmızılık demektir. Türkçede şafak; tan yeri ağarması mânasında yaygın olarak kullanılırken Kurân sabahın ilk ışıklarına fecir ve devamına duha, akşamüstüne de şafak demektedir.
Aslı tül gibi incelik mânasındandır, şey’ü şafak denilir ki, inceliğinden dolayı tutunamayan şey demektir. Gün sonundaki ışıklarının atmosferde tutunamayarak azalmasıdır. Kalbin inceliği mânasına “şefkat” ve korku mânasına “işfâk” da hep bu incelikten gelir.
17- Ve geceye ve barındırdığına…
Vesak; topladı, ekledi, dürdü demektir. Vesak’ın mastarı olan vasık, bir şeyin parçalarını birleştirmek, bir araya getirmek demektir. Bazen bol malzemeyi belli etmeden barındıran ve derli toplu olan yemeğe de vasık denmiştir.
18- Ve nûru tamamlandığı zaman Ay’a…
İtteseka, vesak’ın iftial babına nakledilmiş şekli olup aslı“ivtisâk”tır, derli toplu, düzgün ve intizamlı olmak mânasına gelir. Ay için kullanılınca ‘nûrunu/döngüsünü tamamladı’ demektir. Bizce şafak vakti ile İnfitâr sûresindeki var oluş; gece ve topladıkları ile imtihan süreci ve amel defteri; ayın nûrunu tamamlaması ile de bundan sonraki âyetlerde ifade edilecek olan hakîkatin yansıması ve gayb âleminden bize ışık tutan vahiy kastedilmektedir.
19- Siz mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz.
İnsan da evrenin bir parçası olarak sürekli bir değişim içindedir; nutfeden sonra alaka’ya, alakadan cenine, ceninden akıllı bir varlığa dönüşmektedir. Bunu bebeklik, çocukluk,delikanlılık, yaşlılık aşamaları takip etmektedir. Sosyal bakımdan ise zenginlik ve fakîrlik, sağlık, hastalık gibi değişimlere uğramaktadır. En sonunda ise yaratılmış bir varlık olarak yeni bir aşamaya geçmek için ölmektedir.
20- Artık onlara ne oluyor ki inanmıyorlar?
İnsanın tâbi olduğu bu değişim yasasının ölümle de sona ermeyeceğini; dirilme, toplanma, hesap, ödül ya da ceza görme aşamalarıyla âhirette de devam edeceğini, insanın bunu asla aklından çıkarmaması gerektiğini öğütlemektedir.
21- Ve onlara Kurân okunduğu zaman secde etmezler.
Secde, sözlükte eğilme ve boyun büküş demektir. Kurân’î ilkeleri kabullenmek, onlara inanmak manasında bir kullanım yapılmıştır. Ebû Müslim,bu âyetteki secde için ‘boyun eğmek ve itaat etmek’ mânasının kastedildiğini söylemiştir. (Râzî) Bu âyet okunduğunda secde etmenin vacip veya sünnet olmadığı kanaatindeyiz. Zira bir sonraki âyetteki tekzib/yalanlama, secdenin karşıtı olarak kullanılmıştır.
22- Aksine, örtenler yalanlıyorlar.
Kurân’ın evrensel değerlerini kabul etmeme gerekçesi bu âyette ifade edilmiştir. Hakîkati örtmek gibi bir derdi olmayan biri Kurân’ı yalanlamaz.
23- Ve Allah, onların sakladıkları şeyleri çok iyi bilir.
Yû’ûn, kap mânasına gelen vi’â kökünden türetilmiş if’al babından muzari (geniş zamanlı) bir fiildir. Nitekim ‘onu kaba koyup,korudum’ manasında, “Ev’aytu’ş-şey’u” denilir. “Vıka” sandık şeklinde kaplardır. “Via” ise torba çuval veya dağarcık şeklindeki kaptır. Kurân’î hakîkatleri yani, paylaşmayı, insanî değerleri yalanlamalarının öncelikli sebebi bu âyette ifade edilmiştir. Sakladıkları imkânların, nimetlerin,bilginin vs. paylaşılmaması, hak ve hakîkatlerin örtülmesi üzerine bina edilen benmerkezci hayat tarzının hem kendisi hem de sonu elîm azaptır.
24- Artık onları elîm azapla müjdele.
Uyarma yerine müjdenin kullanılması, her yaptığında bir menfaat arayan çıkarcı bakışa ironik bir göndermedir. Bencilik/egoistlik kısa vadede olumlu gözüken; ancak uzun vadede sürekli azaba dönüşen bir beladır.
25- Ancak imân eden ve sâlih amel yapanlar için, kesintisiz ecir vardır.
Vermemek için bencilce saklamanın kötülüğünü içselleştirmiş, paylaşmanın değerine inanmış ve bu doğrultuda insanlık ve diğer canlılar için sâlih (doğru, faydalı ve iyi) işler yapanlar, dünyada başlayan ve ölümle sonlanmayan bir ecirle memnûn ve mesût kılınacaklardır.
İnşikâk sûresinden anladıklarımız bunlar olmakla birlikte en doğrusunu âlemlerin Rabbi Allah bilir.
|