يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan (Allah yolunda) harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir ta kendileridir. (Bakara: 254)



.





EVLİYA VE VELİY KAVRAMLARI

VELİY VE EVLİYA KAVRAMLARI

Lügavi çerçevede veliy kavramı;

Veliy; V-L-Y kökünden türemiş faîl vezninde bir ism-i faildir. Mastarı, velayet’tir. İki şey arasında kendilerinden olmayan bir şeyin girmesine izin vermemek demektir. Bu iki şey arasındaki yakınlık; mekân açısından, soy açısından, dostluk/arkadaşlık dayanışmayı/yardımlaşma ve inanç sistemi açısından olabilir. faîl vezinde olması; hem dost olan, hem de dost olunan manasına gelir.  Dost, arkadaş, yardımcı ve gözeten anlamlarına da gelmektedir. Velîy kelimesi, sözlük anlamlarına uygun olarak, bir kimsenin veya bir topluluğun menfaatleri doğrultusunda her türlü işlerini üzerine alan ve bu konularda tasarruf hakkına sahip olan idareci, hâkim otorite, koruyucu, gözetici, yardımcı, sırdaş ve dost anlamlarında kullanılan bir kavramdır. Veliy kelimenin zıttı ise adavet (düşmanlık) tır. Kelimenin türevleri şunlardır;

Mütevelli; Dost edinilen, günlük dilimizde yönetim heyeti demektir.

Velayet; İstese de istemese de başkası üzerindeki tasarruf hakkını yerine getirmek demektir. Aile içerisinde öncelikli olarak baba velâyet hakkına sahiptir. Baba yoksa diğer yakın akrabalar bu hakkı elde ederler. Ümmet içerisinde ise velâyet hakkı, Müslümanların olup diğer Müslümanlar tarafından biat ile seçilen yetkili kimsenindir.

Vilayet; İdare, kullandığımız dilde idarenin üzerin gerçekleştiği yer manasına gelir.

Vâliy; Aynı şehirde oturanların meşru haklarını koruyan ‘veliy’ye, “vâliy” denmektedir ki, Türkçede bu anlamda kullanılmaktadır. Şehrin vâlisi, o kentte oturanların tümünün velîsidir. Çünkü Halkın işlerini yöneten, onlara emirler ve yasaklar çıkaran odur. Mutlak manda vâli El-veliy olan Allahtır. Çünkü Allah, tüm kâinatın yönetimini elinde tutan ve onlar üzerinde mutlak yönetici olan El-Veliy’dir.

لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنْفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَالٍ (11)

(Böyle biri sanıyor mu ki) kendisini önünden ve ardından izleyen (ve) onu Allah her ne ki takdir etmişse ona karşı koruyup gözeten refakatçileri vardır. Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez ve Allah insanlara (kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak) bir felaket tattıracağı zaman hiçbir şey bunun önünde duramaz: çünkü onların, Allahtan başka hiçbir Valileri yoktur. (Rad:10)

Evla; En yakın manasına gelir.

إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آَمَنُوا وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ (68)

Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, müminlerin velisidir.

Mevla; Yardımcı, nimet veren, koruyup kollayan, işini üzerine alan, gerçek dost

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمِينَ مِنْ قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآَتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ (78)

Ve Allah'ın davası için, O'nun yolunda gösterilmesi gereken en zorlu, en üstün çabalara girişin; O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahit olsun, siz de insanlar üzerine şahitler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevla’nız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.

Evliya; Veli kelimesinin çoğuludur. Dostlar manasına gelir. Kur’an-ı Kerim hem olumlu hem de olumsuz manda kullanılan bir kavramdır;

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ إِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ (73)

Bütün bunlarla birlikte, (unutmayın ki) hakkı inkâra şartlanmış olanlar birbirleriyle (evliya) müttefiktirler; siz de (birbirinizle) öyle (evliya) olmadıkça yeryüzünde fitne ve büyük bir karışıklık baş gösterecektir.

إِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ (19)

Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamazlar. Şüphesiz zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir. (Casiye:19)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ (71)

Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Halk dilinde ise; Allaha yakın olmuş, Allah dostu ve ya dostları manasına gelmekle beraber, aynı zamanda Allah tarafından üstün donatılarla donatılmış, kâinatta tasarruf edebilen, keramet sahibi, insanları her daim gören, işiten, bilen ve kalplerinden geçene muttali olan kimseye ve ya kimselere evliya denir.

 Nazari çerçevede Veliy kavramı;

            Veliy kavramı Kur’an-i bir kavramdır. Fakat Kur’an’ın diğer kavramları gibi anlam kaymasına uğramıştır. Tarihsel süreç içerisinde Kur’an’ın lafzını değiştiremeyen bazı dış güçler; Kur’an-i kavramlar bozulmadan, İslami anlayışın bozulamayacağı sonucuna varmışlardır. İşte bu emelleri doğrultusunda içini boşaltıp, kendilerince doldurmaya çalıştıkları kavramlardan biride veliy ve evliya kavramlarıdır. Şu hakikat unutulmamalıdır ki; Dini kavramlar doğru anlaşılmadan İslam doğru anlaşılamaz. Çünkü Bir dilin temelini oluşturan harflerdir, kelimelerdir ve kelamdır. Kelamın oluşumu kelimelere, kelimelerin oluşumu ise harflere bağlıdır.  Kelimesiz kelam olmadığı gibi, kelamsız da dil olmaz, dilsiz de düşünce olmaz. Her düşüncenin kendine göre muhakkak bir dili ve hayat bulduğu bir iklimi vardır. Kelimeler bir dilin kalbidir. Dil ise bu kalbin sıhhati oranında sıhhat bulur ve ya hastalanır. Dinin doğru anlaşılması da, din dilinin doğru anlaşılması ile orantılıdır. Yani din dilindeki kelimler de yaşanacak sapma, dindeki sapmayı doğurur. İşte veliy kavramı da yaşanan bu sapmalardan biridir. Bu kavramdaki sapma, beraberinde dindeki sapmayı doğurmuştur. Din ve dine ait bütün kavramlar tarihi süreç içinde bazen mezhep taassubu ile bazen de başka faktörlerin devreye girmesiyle öylesine tahrif ve tahrip edildi ki, dinin ortadan kaldırdığı ne kadar cahili adet, bid'at, hurafe ve yanlış inanç varsa yeniden İslam dininin içersine sokuldu. Ama değişmeyen bir gerçek vardı ki; o da Kur’an’ın korunma altında olmasıydı. Allah’ın verdiği bu güvence ile Tevrat, Zebur ve İncilin başına gelenler Kur’an’ın başına gelmemiştir. Fakat her ne kadar Kur’an’ın metni tahrif edilmemişse de Kur’an’ın da anlamı ve kavramları tahrif edilmiş ve edilmektedir. Bu tahrif, Kur’an’a aykırı çeşitli fikri tefsirler yoluyla, sahih olmayan Hadisler vasıtasıyla ve bir de kur’an’ı anlamada kendi heva ve hevesince hareket ederek yapılan yorumlar sebebiyle gerçekleşmiştir. Bunun çarpıcı örneklerinden birine bakalım; “Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar yerleştirdik.”(Kaf/7) Bazı tasavvufi tefsirlere göre Allah, yeri (arzı) döşedi ve onu zahiren yüksek dağlarla tuttu. Hakikatte yer (arz), yaratıklar; dağlar da velilerdir. Allah, velilerle yarattıklarını tutar, onlarla insanlardan belaları savar.” Şeklinde yapılan tefsir gibi. “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının, O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda cihat edin ki kurtuluşa eresiniz.” Bu ayette Allah’a yaklaşmak için gerekli olan vesileyi; evliyalar olarak görmek ve ancak bunlarla Allah’a ulaşıla bileceğini savunmak gibi. Bir diğer anlam kayması da mezhebi tefsirdir. Ör: “Müminlerden, özür olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihat edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cihat edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa:95) İnsanlardan kimi mezhebi akımlar bu ayeti delil alarak Ali bin ebi talibin peygamberden daha çok savaşa katıldığını iddia etmiş ve İmam Ali’nin peygamberden daha üstün olduğunu savunmuşlardır. Kimi nefsi, heva ve hevesince yapılan anlam kayması ise şöyle olmuştur; “Elif, Lâm, Mim, Râ. Bunlar Kitab'ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak insanların çoğu iman etmezler. (Rad:1) Bu ayette insanların çoğu iman etmezler ayeti insanlar kelimesini kullanırken başındaki elif-lam cins içindir yani insan cinsinin tamamına şamildir. Fakat bunu böyle görmeyip kendince anlamaya çalışanlar kâinattaki tüm insanları (yaklaşık Yedimilyar) insan üzerinde değil de bulunduğu bölge hata bulunduğu mahalleye yorumlayarak birçok Müslüman insanı da bu ayetin kapsamında iman etmeyenler gurubuna dâhil etmişlerdir. Hâlbuki ayet tüm arz için kullanılmışken bir kısım insanlar bu genel ifadeyi özel indirip kendilerinden başka iman eden olmadığını savunurlar bunu da bu ayet dayandırarak zaten insanların çoğu iman etmez derler. 

               Yukarıda yapılan tüm anlama modeli ve anlayışları Kur’an’ı mansını tahrif ve tahripten başka bir şey değildir. Bu durum tıpkı biyolojideki Metamorfoz (Başkalaşım) olayına tıpa tıp benzemektedir. Mesela; Minik bir balık olarak suda yaşama başlayan kurbağa, ilerleyen süreçte karada ve suda zıplayarak yaşayan bir canlıya dönüşmektedir. Yine ipek böceği boğum boğum yerde ilerleyen bir kurt iken süreç içerisinde havada uçan kanatlı kelebek haline gelmektedir. Başı ve sonu birbirinden tamamen farklı olan Metamorfoz (Başkalaşım) sürecini tam olarak bilmeyenler bu canlıları ve yaşamlarını tam anlamıyla algılayamazlar. İşte Kur’an’ın manasının tahrifi de böyle benzer bir Metamorfoz süreci sonunda gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir. Bu başkalaşımı bilmeyen insanlarda gördükleri son hali ilk hal gibi bilirler. Hâlbuki bu son halin ilk hali Kur’an da bozulmadan duruyor. Kur’an’a bakmadıkça bizler bu başkalaşımı göremeyiz. Bu yüzden İslam toplumlarında Veli ve Evliya kavramı ne lügat manası, ne de Kur’an’da kullanıldığı mana ile değil, daha çok bu kelimeye sonradan kazandırılmış manasıyla yani bir Metamorfoz aşamasından sonraki haliyle kullanılmaktadır. Hâlbuki bu veli veya evliya kelimelerinin ilk hali; Allah'ı seven ve onun emirlerine, hükümlerine gönülden boyun eğen tüm müminlerdir. Yani tüm müminler Allah’ın evliyasıdır. Velilik belirli kişilerin tekelinde olmayıp, her mümin’in sahip olduğu bir özelliktir. Yeryüzündeki akideler iman ve küfür olarak iki kısma ayrılmaktadır. İman edenler bir gurubun, küfür ve inkâr edenler ise diğer gurubun içerisine girmekte ve birbirlerinin dostu, yakını olmaktadırlar. İman cenahının velileri Allah peygamber ve müminler iken; inkâr cenahının velileri şeytan, tagut ve küfrün elebaşlarıdır.

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آَمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ (55) وَمَنْ يَتَوَلَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آَمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ (56) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (57) 

Sizin Veliniz (dostunuz) ancak Allah'tır, O'nun Peygamberidir ve namazı dosdoğru kılıp rükû'u yerine getirerek zekât veren müminlerdir. Her kim Allah'ı, Peygamberini ve iman edenleri dost edinirse, hiç şüphesiz ki Hizbullah galiptir. Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah'tan korkup sakının.

Günüm insanlarının evliya ve ya veliy zatlar diye özel bir sınıf oluşturmalarının temel sebebi bu kişilerin kendilerini hem bu dünyada hem de ahirette kurtaracaklarına inanmalarından dolayıdır.

وَمَا لَهُمْ فِي الْأَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ (74)

Yeryüzünde (Başlarına gelecek azabı savacak) onların ne velisi, ne de yardımcısı vardır.

وَأَنْذِرْ بِهِ الَّذِينَ يَخَافُونَ أَنْ يُحْشَرُوا إِلَى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِهِ وَلِيٌّ وَلَا شَفِيعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ (51)

Kendilerini Allaha karşı koruyacak (bir veli) veya Onun nezdinde şefaat edecek birisi olmadan Allahın huzurunda toplanmaktan korkanları böylece (Kur’an ile) uyar ki Ona karşı sorumluluklarının bilincine (tam olarak) varabilsinler. (Enam:51)

وَذَكِّرْ بِهِ أَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلِيٌّ وَلَا شَفِيعٌ وَإِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَا أُولَئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

Onunla (Kur'an'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azap vardır. (Enam:70)

Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere vahin indiği dönemde olduğu gibi bu günde insanlar dinden çok uzak bir hayat içerisinde olmalarına rağmen bir takım velilerin ve şefaatçilerin kendilerini kurtaracaklarına inanıyorlar. Hâlbuki gerçek veliy de, şefaatçi de yalnız Allah’tır. O zaman Allah’ın dışında ne kurtarıcı bir “Veliy” ne de bir “şefaatçi” asla olamaz.

مَا لَكُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَفِيعٍ أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ

(Hesap Günü) ne sizi O'ndan koruyacak (Bir Veliy), ne de size şefaat edecek birini bulamazsınız; hala düşünüp ders almaz mısınız? (Secde:4)

Veli olmak eşyanın tabiatını tersine döndürmek suretiyle değil, bilakis eşyanın tabiatı gereğince, sünnetullahın açığa çıkması, fıtratın gelişmesi ve Allah'ın razı edilmesiyle mümkün olmaktadır. Allah, inanan ve salih amel işleyen kullarının velisidir (dostudur) . Velinin büyüklüğü ancak bu kadardır. Bunun üzerinde bir büyüklük Allah'ın belirlediğine göre kulları için söz konusu değildir. Bunun ötesindeki bir büyüklük İlahlık taslamak olur.

Kur’an-i çerçevede “Veliy” kavramı;

“Velî” kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam 232 yerde geçmektedir. “Velî” kelimesi, müfred (tekil) formu ile Kur’an’da 24 âyette geçer. Velî’nin çoğulu olan “evliyâ” kelimesi ise çoğul form olarak 62 yerde olmak üzere toplam 86 defa geçmektedir. Kur’an’ı Kerim de hem olumlu hem de olumsuz manada kullanılmıştır. Olumsuz manada kullanıldığı yerler, genelde Allah’ı bırakıp başkalarına sığınma ve onlardan yardım bekleme şeklinde anlatılır.

Allah’ın dışında birilerini veli edinmek;

أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِي الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (9)

Yoksa Allah'tan başka veliler mi edindiler? Veli yalnız Allah'tır. ölüleri O diriltir. O her şeye kâdirdir. (Şura:9)

مِنْ وَرَائِهِمْ جَهَنَّمُ وَلَا يُغْنِي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْئًا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (10)

Önlerinde de cehennem (onları beklemektedir). Ne kazandıkları ve ne de Allah'tan başka edindikleri veliler kendilerine bir yarar sağlayabilir. Onlar için büyük bir azap vardır. (Casiye:10)

وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللَّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُبِينًا (119)

Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. ( Nisa:119)

تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ (1) إِنَّا أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ (2) أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ (3)

Bu ilahi kelamın indirilişi, güç ve hikmet Sahibi olan Allah'tandır. Hakikati ortaya koyan bu vahyi sana indiren biziz. Öyleyse içten bir inançla Allah'a bağlanarak yalnız O'na kulluk et! Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye (Evliya edinip) ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.

إِنَّ اللَّهَ لَعَنَ الْكَافِرِينَ وَأَعَدَّ لَهُمْ سَعِيرًا (64) خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا (65)

Gerçek şu ki, Allah hakikati inkar edenleri rahmetinden kovmuş ve onlar için yakıcı bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalıcıdırlar. Onlar ne bir veli, ne bir yardımcı bulamayacaklardır. İşte okuduğumuz ayetlerin tamamında birilerine velilik yakıştıranlar o kimselerin kendilerini dünyada ve ahrette kurtaracaklarına inanıyorlar. Halbuki Allahtan başka ne bir veliy ne de bir şefaatçi asla olamaz. Çünkü gerçek veliy (Dost) ve şefaatçi yalnızca Allah’tır.

Gerçek “Veliy” yalnızca Allah’tır;

Veliy kelimesi “Faîl” vezninde olmasından dolayı Allah’a nispet edildiğinde hem dost olan hem de dost olunan manasını ifade eder. Yani gerçek manada dost olanda, dost olunanda sadece Allah’tır.

إِنَّ وَلِيِّيَ اللَّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ (196)

“ Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah'tır ve O Salihlerin koruyuculuğunu

(veliliğini) yapıyor.”

وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ (78)

Ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.

إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آَمَنُوا وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ (68)

Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, müminlerin velisidir. (Al-i İmran:68)

إِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ (19)

Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamazlar. Şüphesiz zalimler, birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakilerin velisidir. (Casiye:19)

إِنَّ اللَّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ

Şüphe yok ki, göklerin ve yerin egemenliği yalnızca Allah'ındır: hayatı bahşeden de, ölümü takdir eden de (yalnız) O'dur; ve Allah'tan başka sizin ne bir veliniz, (koruyucunuz) ne de bir yardımcınız yoktur. (Tevbe:116)

وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللَّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللَّهِ نَصِيرًا (45)

Allah, sizin düşmanlarınızı en iyi bilendir; Veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisa:45)

وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ (113)

Ve asla zulümde ısrar edenlerden yana eğilim göstermeyin. Yoksa size ateş dokunur; Sizin Allah'tan başka velileriniz de yoktur, sonra yardım göremezsiniz.

فَرِيقًا هَدَى وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ (30)

(O) bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, şeytanları Allah'tan başka evliyalar (dostlar) tuttular ve kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlar.

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ (71)

Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah’ın velîsi (dostu) olmanın şartları;

A- İman etmek,

B- İman’ın gereği olan Salih amelleri işlemek.

Allah’ı bırakıp başkasını ve ya başkalarını dost edinme;

لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللَّهِ فِي شَيْءٍ إِلَّا أَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللَّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ (28)

Müminler, müminleri bırakıp hakikati inkara şartlanmış olanları dost edinmesinler -çünkü bunu yapan, Allah ile bütün bağını koparmış olur- kendinizi onlardan korumak için bu yola başvurmanız hariç. Ancak Allah, Kendisine karşı dikkatli olmanızı ihtar eder, çünkü bütün yollar Allah'a varır. (Al-i İmran:28)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (1)

Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihat etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp sapmış olur. (Mumtehine:1)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (51)

Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dost (Veliy) edinmeyin: Onlar yalnızca birbirlerinin (Velisi) dostlarıdır. Ve hanginiz onları dost (Veliy) edinirse kesinlikle onlardan olur: Hiç şüphesiz Allah, böyle zalimlere doğru yolu göstermez!

Neden müminler Allah’tan başkasını dost edinirler?

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا

Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur,' Allah'ındır. (Nisa:139)

وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آَلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا

Çünkü böyleleri, kendilerine güç ve statü (kaynağı) olurlar diye, Allah'tan başka varlıkları ilah edinirler. (Meryem:81)

Sonuç; Veliy kavramı kur’an-i bir kavram olmakla beraber süreç içerinde kur’an da ki manasından uzaklaştırılarak yeni anlamalar kazanmıştır. Kazandırılan bu manalar ile insanlar, dinde özel bir sınıf oluşturmuş, oluşturulan bu sınıfa da bir takım olağanüstü özellikler atfetmişlerdir. Hâlbuki kur’an veliy kavramıyla ilgili olarak böyle bir sınıftan söz etmez. Aksine kur’an inan insanların tamamının Allah’ın velisi ve evliyası olduğunu söyler. İnanları da iki kategoride ele alır. Birinci grup ashabul yemin, ikinci grup ise mukerrbunlardır. İşte Allah’a en yakın olanlarda Allah’ın mukerrebun kullarıdır. Bu mukerrebun kulların dahi evliya sınıfına verilmiş olduğunu zannettikleri böyle olağanüstü güçlere sahip olması söz konusu değildir. Bununla beraber elbette Allah’a mukarreb olan insanların duaları diğerlerine göre daha müstecaptır. Çünkü kul Allah’a ne kadar yakın olursa Allah’ta o kuluna o kadar yakın olur. İnsanların işledikleri günahlar kul ile Allah arasında birer perdedir. Perde ne kadar kalın olursa ilahi nurda o kadar az gelir. Günah perdelerini yırtmış olan Allah’ın mukarrebun kullarının Allah’tan isteyip icabet bulmaları ile diğer kulların Allahtan isteyip icabet bulmaları hiç şüphesiz aynı değildir. Mesela; peygamberlerin duasının müstecaplık oranı ile bir başkasının duasının müstecaplık oranı aynı olmaz. Çünkü peygemberlerin Allah’a yakınlığı ile diğer kulların Allah’a yakınlığı aynı değildir. Hiç şüphesiz her insana ancak çalıştığının karşılığı vardır. Bundan dolayı Kur’an da peygamberlerin dualarına hasetsen vurgu yapılmıştır:

لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (63)

Peygamberin duâsını aranızda birbirinize ettiğiniz duâ gibi farz etmeyin, Allâh içinizden, birbirinin arkasına gizlenerek sıvışıp gidenleri bilir. Elçinin emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın çarpmasından yahut onlara acı bir azabın uğramasından sakınsınlar. (Nur:63)

قَالُوا يَا أَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا إِنَّا كُنَّا خَاطِئِينَ (97) قَالَ سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ (98)

(Oğulları:) "Ey babamız!" dediler, "Bizim için Allah'tan günahlarımızı bağışlamasını dile; çünkü biz gerçekten günahkâr kimseler olmuştuk"."Rabbimden sizi bağışlamasını dileyeceğim; çünkü çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcı O'dur!" dedi. (Yusuf:97-98)

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا يَسْتَغْفِرْ لَكُمْ رَسُولُ اللَّهِ لَوَّوْا رُءُوسَهُمْ وَرَأَيْتَهُمْ يَصُدُّونَ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ (5)

Onlara: "Gelin Allah'ın Resûlü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin," denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün. (Münafıkun:5)

وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا (64)

Zira biz her peygamberi, ancak, Allahın izniyle kendisine tabi olunsun diye göndermişizdir. Eğer onlar, kendi kendilerine zulmettikten sonra, sana gelip Allahtan bağışlanma dileselerdi Peygamber de onların bağışlanması için dua etseydi, Allahın tövbeleri kabul edici ve bir rahmet kaynağı olduğunu tereddütsüz görürlerdi. (Nisa:64)

Yukarıdaki tüm ayetler peygamberlerin dualarının Allah katında diğer dualara nispeten daha müstecap olduğuna açık bir atıf vardır. Hiç şüphesiz bunun sebebi peygamberlerin Allah’a yakın (mukarreb) kullar olmaları sebebiyledir. İşte bu bağlamda da Mukarreb kullar hem peygamberlerin varisi hem de Allah’a yakın olan kullar olması hasebiyle onlarında duaları müstecaba daha yakındır.

 
Eklenme Tarihi : 01.01.2014 22:17:27
Okunma Sayısı : 5624